Аннотация

Ay oradaki alanı pırıl pırıl aydınlatıyormuş ve tam ortaya baktıklarında korkudan ve yorgunluktan ölmüş olan zavallı genç kızı görmüşler; fakat kızın cesedi veya onun biraz uzağında yatan Hugo Baskerville’in vücudu, o üç gözü pek adamın tüylerini diken diken eden şey değilmiş. Onları asıl korkutan; Hugo’nun boğazını dişleyen, devasa, tazı cinsinde ama bugüne dek hiçbir gözün görmediği irilikte bir hayvanmış. Onlar bakarken o yaratık, Hugo Baskerville’in gırtlağını dişlemeye devam etmiş. İşi bittiğinde alev saçan gözlerini ve kan damlayan çenesini onlara doğru çevirmiş. Bunun üzerine üçü de korkudan çığlık çığlığa son sürat kaçmaya başlamış. Dediklerine göre bir tanesi gördüklerine dayanamayıp o gece ölüvermiş. Diğer ikisine gelince; onlar da hayatlarının sonuna kadar yarım akıllı kalmışlar. (…) Dr. Mortimer bu ilginç hikâyeyi bitirdiğinde gözlüklerini alnına kaldırıp gözlerini Bay Sherlock Holmes’a dikti. Holmes ise esneyerek bitmiş sigarasını şöminenin içine fırlattı. “Eee?..” dedi. “İlginç bulmadınız mı?” “Bir peri masalı koleksiyoncusu için evet.” Ne Sherlock Holmes’u “tanıtmaya” ne de 1886 ile 1927 yılları arasında Arthur Conan Doyle’un onun hakkında yazdığı altmış hikâyeyi anlatmaya gerek var. Daha sonraki yıllarda Holmes karakteri ile arkadaşı ve tarihçi Dr. John H. Watson, âdeta gerçek kişiliklere bürünmüş ve bilim kurgu dünyasının en ünlü karakterleri olmuşlardır. Kaldı ki hikâyelerini hiç okumayanlar bile onları tanımaktadırlar. Holmes’un ünü o derece yaygınlaşmıştı ki yanında taşıdığı malzemeler dahi polislik, dedektiflik ve suçluları bulma konusuyla bütünleşmiştir; örneğin, kıvrımlı piposu, uzun şapkası ve büyüteci Sherlock Holmes’un görüntüsünü canlandırmaya yetmektedir. İlk baskılarda kullanılmamasına karşın “Çok basit sevgili Watson.” cümlesi bir özdeyiş olarak dilimize girmiştir. Bu cümle, okuyucuyu şaşırtmakla beraber aslında her şeyin çok açık seçik olduğunu belirtmek amacıyla kullanılmıştır. Londra’ya giden ziyaretçiler hâlâ akın akın Sherlock Holmes’un yaşadığı Baker Caddesi’ne gitmekte ve uzun yıllardır bu muhteşem dedektifin yaşadığı 221 B numaralı eve, Sherlock Holmes’un kendi problemlerine çözüm bulacağını ümit ederek dünyanın her bir tarafından mektuplar yağdırmayı sürdürmektedirler. Onun gerçek bir insan olduğunu ve yardım edeceğini düşünmektedirler hatta 2008 yılında UKTV GOLD tarafından yapılan bir ankette, İngilizlerin yüzde elli sekizinin Sherlock Holmes’un gerçek bir insan olduğuna inandığı ortaya çıkmıştır (Bunun aksine ankette Winston Churchill’in bir bilim kurgu karakteri olduğuna inananlar ise yüzde yirmi üçtü.).

Аннотация

Modern Türk şiirinin kurucularından kabul edilen Ahmet Haşim’in düz yazıları da şiirleri kadar akıcı bir ahenge sahiptir. Edebiyatımızda sembolizm akımının en güçlü temsilcilerinden biri olarak, yazarın şiirlerinde makes bulan, okurlarını farklı açılardan yakalaması ve zihinlerde farklı pencereler açması gibi özellikleri, şiirlerinin aksine oldukça anlaşılır olan düz yazılarında da görülmektedir. Ahmet Haşim’in deneme yazılarından oluşan “Gurebâhâne-i Laklakan”, Düşkün Leylekler Evi’nden yeni sanat anlayışına, mizahtan sinemaya, mimariden sanata, çok farklı konuları ele aldığı, eşsiz üslubuyla zihninin pencerelerini okuruna açtığı az sayıdaki düz yazı kitaplarından biridir. «Muhatabım biraz düşündükten sonra, samimiyetinden şüphelendiğim tatlı bir eda ile itirazlarıma cevap verdi: Hayret etmemek için sebep olarak saydıklarınız bizi aksine hayret etmeye sevk ediyor. Zamanımızda her işini makineye bırakan insan eli, artık kendi ustalığıyla güzelliği yaratmakta aciz gösteriyor, insan eseri olan makine, insan elini adileştirmiştir. Eski ellerin güzel eserlerini gördükçe bugünkü soysuzlaşmış insan elinin vaktiyle nelere kadir olmuş olduğunu düşünüp şaşmamak mümkün değildir. Eski Mısır, Babil, Keldan, Yunan ve Fenike eserleri, eski Arap ve İran eserleri bizi bugün hep bu düşünceyle hayret ettiriyor. Hayretimiz bugünkü insan elinin aczinden ileri gelir. Bunun içindir ki dev gibi makinelerle kolayca açıldığını bildiğimiz Panama Kanalı’na karşı hiçbir alaka duymayan hayalimiz iki yüz sene evvel, Bursa’da, Konya’da, İzmir’de bir genç kız elinin işlediği ipek çevrenin iptidai sırma nakışları önünde zevkle heyecan ve hayrete düşüyor.»

Аннотация

Namık Kemal’in Magosa Kalesi’nde sürgündeyken yazdığı ve bazı tenkitçiler tarafından eleştirilen bu eseri, ne “Celâleddin Harzemşah” kadar ağır ne de “Vatan yahut Silistre” kadar sade bir dille yazılmıştır. Karakterlerin sevgilerini ve nefretlerini ifade ederken aşırıya kaçtığının görüldüğü bu eserde saray hayatının içyüzü, kötü karakterli kişilerin ne türlü melanetlere yol açabileceği gösterilmek istenmiştir. HÜSREV: (yalnız) “İnsan bu kadar talihli olur da bu kadar da ikbalinden korkar mı? Bir huri beni yanına çağırmış, Azrail kucağına düşecek kadar korkuyorum. Arap’ın hakkı var; bu kadar bin düşmanın okundan, yayından korkmadım da bir meleğin kaşından, kirpiğinden mi ihtiraz edeceğim? Ne olmak ihtimali var…”

Аннотация

İnsanoğlunun aklını ezelden beri kurcalayan “Uzak gelecekte ne olacak?” ve “Uzak gelecekte yaşam, nasıl bir şekil alacak?” düşüncesi üzerine birçok kitap yazıldı, birçok görüş ileri sürüldü ve birçok film çekildi. Ama insanoğlunun zihnini hep meşgul eden bu düşünceye derinlemesine ışık tutan en önemli eser şüphesiz, Zaman Makinesi’dir. Üstelik “zamanda yolculuk” kavramının üzerine detaylı bir eser niteliğinde olan Zaman Makinesi’nin yazarı Wells’e, Atatürk Nutuk’ta yer vermiş ve Wells’in pek çok görüşünü değerlendirmiştir. İşte böylesine önemli bir yazarın ele almış olduğu, “zamanda yolculuk” kavramını işleyen eser de dikkate şayandır. Kitabı okurken kendinizi Zaman Yolcusu olarak hissedecek ve yüzyıllar arasında geçiş yaparken bulacaksınız. Zaman Yolcusu elini başına koydu. Âdeta aklından uzaklaşan bir düşünceyi yakalamaya çalışıyor gibiydi. “Zamanda yolculuk yaptığımda Weena koymuştu cebime.” Odaya bir göz attı. “Hiçbir şey anlayamıyorum. Bu oda, siz ve içerisinde bulunduğum durum zihnimi çok fazla yoruyor. Gerçekten bir Zaman Makinesi mi yaptım yoksa bir Zaman Makinesi modeli mi yaptım? Ya da bunların hepsi bir rüya mıydı? Hayat rüyadır derler, hem de çok berbat bir rüya! Fakat ben kötü gelecek bir rüyaya daha katlanamam. Bu delilik olur. O hâlde, bu rüyayı nereden çıkardım?.. Şu makineye bir bakayım ben. Tabii öyle bir şey varsa!”

Аннотация

Noel’i yalnız geçirmek niyetinde olan cimri, merhametsiz ve insanlardan kaçan Scrooge’un evine, Noel arifesinde ötelerden bir misafir gelir. Bu, yedi yıl önce ölmüş olan ortağının ruhudur… Ortağı, Noel akşamı üç hayaletin kendisini ziyaret edeceğini söyledikten sonra ortadan kaybolur. Geçmişi, geleceği ve şimdiki zamanı temsil eden o üç hayaletin ziyareti ile Scrooge şaşırtıcı bir değişime uğrayacak ve bir Noel mucizesi yaşanacaktır…

Аннотация

Ocaktaki Ağustos Böceği, Charles Dickens’ın 1845’te yazdığı Noel romanlarından üçüncüsüdür. Eser başta tiyatro olmak üzere birçok kez filme, radyoya ve operaya uyarlandı. Bir Ulak olan John Peerybingle, genç karısı Dot, erkek bebekleri ve dadıları Tilly Slowboy ile birlikte yaşamaktadır. Bir gün gizemli bir yabancı ziyaretlerine gelir ve birkaç günlüğüne Peerybingle’ın evinde kalır. Daha sonra olaylar cimriliği ile nam salmış Bay Tackleton, fakir bir oyuncakçı olan Caleb Plummer ve kızı Bertha ile oğlu Edward etrafında gelişir. Bu kalp ona karşı öylesine sevgi doluydu ki onun pek çok sevgi dolu özelliğinden ileri gelen anılarla o kadar derinden birbirine bağlanmış ve kenetlenmişti ki… Dot bu kalbi baş tacı etmiş, nazikçe ve yakinen ilgilenmişti onunla. O kalp dürüstlük ve doğruluk bakımından o kadar eşi benzeri bulunmaz bir kalpti, yanlışla karşılaşınca o kadar zayıf kalıyordu ki başta ne tutku ne de intikam düşünemedi zira kalbinde yeri olan tek şey hayran olduğunun parçalanmış görüntüsüydü.

Аннотация

Büyük aslan avcısı Tartaren, Fransa’nın güneyinde küçük bir kent olan Taraskon’da yaşamaktadır. Şöhretine şöhret katmak için bu Fransız Don Kişot, serüven aşkıyla yanıp tutuşarak Afrika’ya aslan avına çıkmaya karar verir. Cezayir’de günlerini aslan aramakla harcarken başından türlü komik olaylar geçer. Kahraman Tartaren’in Taraskon’a dönüşünde beraberinde getirdiği şey ise hiç de öyle avlanmaya değer bir şey değildir! Natüralizm akımının temsilcilerinden Alphonse Daudet’in ince ve zekice bir alaycılıkla kaleme aldığı bu eser, dünya mizah edebiyatında klasiklerden sayılmakta ve Fransız taşra hayatını muziplikle okuyucunun gözleri önüne sermektedir. "Taraskonlu müezzin derlenip toplandı. Biraz bekledi. Sonra hakiki müezzinlerin yaptığı gibi sağ elinin başparmağını kulağının memesine koyarak ezberlediği ahenk ile 'Allahuekber, Allahuekber!' diye ezana başladı. Ezandan hatırında kalan bir de “Eşhedüellailaheillallah!” idi; onu da söyledi. Aşağısını da istediği gibi şöylece uydurdu: 'Muhammed, Kur’an, Doğu, baş ağalar, aslanlar, Mağribîler… Bunların hiçbirinin artık bence kıymeti yok. Buralarda Türklükten eser kalmamış. Dolandırıcılardan başka kimse kalmamış… Yaşasın Taraskon!..' ”

Аннотация

Tolstoy’un öykülerinde para hırsı, kazanma arzusu önemli bir yer tutar. Bu öykülerin kahramanları, üç beş kuruş daha fazla kazanmak veya bir toprağı kapatmak için en olmadık şeylere katlanır, büyük bir emek ve çaba harcar, hatta bu uğurda canlarından bile olur. Efendi’de de böyle bir hırs ve arzu vardır. Bu yüzden o kar kış kıyamette Uşak’ı da yanına alarak bir ormanı ucuza kapatmak için yola çıkar. Ama bu sefer aşılması gereken çok büyük bir engel vardır: Doğa. Ve doğa karşısında, Efendi ile Uşak eşittir… Efendinin kendisine seslendiğini duymuş, cevap vermemişti; çünkü canı ne kımıldamak ne de konuşmak istiyordu. İçtiği çayların ve kar yığınları içinde çabalamalarının verdiği sıcaklık henüz devam etmekle beraber bu sıcaklığın daha çok sürmeyeceğini ve hareketler yaparak yeniden ısınmaya kuvvet bulamayacağını biliyordu. Kendisinin takatten düşerek nihayet durup ayak direyen, yediği kamçılara boyun eğip ilerleyemeyen bir beygir gibi bitkin olduğunu duyuyordu.

Аннотация

"Sherlock Holmes ile kurduğum uzun ve samimi arkadaşlık süresince onun ilginç deneyimlerini ve hatıralarını kaydederken şöhrete olan karşıtlığı yüzünden sık sık zorluklarla karşılaşmışımdır. Ciddi ve uyumsuz mizacından dolayı her türlü tebriği ve alkışı itici buluyordu. Başarılı geçen bir davanın sonunda hak ettiği takdiri, geleneksel resmî görevlilerin üstlenmesi ve onlara hep bir ağızdan yapılan yersiz tebrikleri alaycı bir gülümsemeyle dinlemek, Holmes için âdeta bir eğlenceydi." Ne Sherlock Holmes’u “tanıtmaya” ne de 1886 ile 1927 yılları arasında Arthur Conan Doyle’un onun hakkında yazdığı altmış hikâyeyi anlatmaya gerek var. Daha sonraki yıllarda Holmes karakteri ile arkadaşı ve tarihçi Dr. John H. Watson, âdeta gerçek kişiliklere bürünmüş ve bilim kurgu dünyasının en ünlü karakterleri olmuşlardır. Kaldı ki hikâyelerini hiç okumayanlar bile onları tanımaktadırlar. Holmes’un ünü o derece yaygınlaşmıştı ki yanında taşıdığı malzemeler dahi polislik, dedektiflik ve suçluları bulma konusuyla bütünleşmiştir; örneğin, kıvrımlı piposu, uzun şapkası ve büyüteci Sherlock Holmes’un görüntüsünü canlandırmaya yetmektedir. İlk baskılarda kullanılmamasına karşın “Çok basit sevgili Watson.” cümlesi bir özdeyiş olarak dilimize girmiştir. Bu cümle, okuyucuyu şaşırtmakla beraber aslında her şeyin çok açık seçik olduğunu belirtmek amacıyla kullanılmıştır. Londra’ya giden ziyaretçiler hâlâ akın akın Sherlock Holmes’un yaşadığı Baker Caddesi’ne gitmekte ve uzun yıllardır bu muhteşem dedektifin yaşadığı 221 B numaralı eve, Sherlock Holmes’un kendi problemlerine çözüm bulacağını ümit ederek dünyanın her bir tarafından mektuplar yağdırmayı sürdürmektedirler. Onun gerçek bir insan olduğunu ve yardım edeceğini düşünmektedirler hatta 2008 yılında UKTV GOLD tarafından yapılan bir ankette, İngilizlerin yüzde elli sekizinin Sherlock Holmes’un gerçek bir insan olduğuna inandığı ortaya çıkmıştır (Bunun aksine ankette Winston Churchill’in bir bilim kurgu karakteri olduğuna inananlar ise yüzde yirmi üçtü.).

Аннотация

Romanları ile halkı aydınlatmayı ve bilgilendirmeyi amaç edinen Ahmet Mithat Efendi, toplum hayatını ilgilendiren her türlü mesele hakkında kalem oynatmış, tartışmalı konuları irdelemiş, özellikle de kadının toplumsal hayattaki yeri üzerinde çokça durmuştur. Eserlerinde kadın edilgin değil, etkindir… İlginç bir olay akışına sahip “Dürdane Hanım” da kadın karakterlerin baskın olduğu bir romandır. Romanda, haksızlığa ve hakarete uğrayan genç bir kızı, sahip olduğu hayret uyandırıcı bir güçle kendini onun öcünü almaya adamış meraklı bir kadını görüyoruz. Erkek karakterler ise gelişen maceralı ve sürükleyici olaylar silsilesinde planlayıcı olmaktan çok yardımcılıklarıyla boy göstermektedir… Romanın sonunda, yapılan planlar amacına ulaşır ve öç alınır; fakat yine kadınca ve hiç beklenmeyen bir şekilde… “O benim elimde mi a kardeşim? Herhâlde çalışacağım, helak olmayacağım! Şu hainden intikamımı alacağım. Hem de öyle bir intikam alayım ki bütün dünyaya bir ibret olsun!”“Aferin Dürdane Hanım! Evet bir intikam alalım ki bütün dünyaya ibret versin. Bu gaddar erkekler dahi görsünler ki bir kadın intikama dahi muktedir olabilirmiş. Bunu anlasınlar da bundan sonra kadınları öyle bir mendil zannederek burnunu sildikten sonra bir tarafa atıvermeye cesaret bulamasınlar!”