Аннотация

Sultan Abdülhamit, kimine göre “Ulu Hakan” kimine göre de “Kızıl Sultan”, Osmanlı Devleti yıkılış sürecinde makamını uzun süre elinde bulunduran padişahtır. 1901’den 1908’e kadar Dahiliye Nezaretinde hizmette bulunan ve son görevi de Ayan Meclisi genel kâtibi olan İsmail Müştak Mayakon’un “Yıldız’da Neler Gördüm?” adlı eseri, Sultan Abdülhamit ve dönemine şahitlik eden bir kişinin anılarını kapsamaktadır. Bu eser, ezber bozacak, Sultan Abdülhamit ile ilgili birçok itham ve yanlışı tashih edecek veya kafalardaki soru işaretlerini artıracak nitelikte, yaşananları kendi penceresinden nakleden bir hatıradır. “Bu yazılar ne bir kimseye cevap ve mukabeledir ne de çıbanbaşı koparmak maksadıyla yazılmış bir tahrik ve müdahaledir. Maksadım muayyen bir tarihin muayyen bir cephesini aydınlatmaktır.”

Аннотация

"Memleketimizde üç fikir cereyanı vardır. Bu cereyanların tarihi tetkik olunursa görülür ki mütefekkirlerimiz iptida 'muasırlaşmak' lüzumunu hissetmişlerdir. Üçüncü Sultan Selim devrinde başlayan bu temayüle inkılaptan sonra 'İslamlaşmak” emeli iltihak etti, son zamanlarda ortaya bir de 'Türkleşmek' cereyanı çıktı." Toplumsal sorunları açıklamak ve bu sorunlara çözümler getirmek iddiasıyla Batı’da gelişen bir bilim olarak sosyolojiye, o dönem türlü sorunlarla karşı karşıya kalan Osmanlı Devleti içerisindeki problemlere çözüm arayışı içinde olan aydınların rağbet göstermesi kaçınılmaz bir durumdu. Bu aydınların başında gelen Ziya Gökalp, Türkiye’de sosyolojiyi -o zamanki adıyla içtimaiyat- kurmuş, Comte-Durkheim çizgisinde kalarak pozitivist sosyolojinin temsilcisi olmuş bir mütefekkir idi. Gökalp, bu çözüm arayışı içinde, Türk toplumunun kendine özgü ahlaki ve kültürel değerleriyle, Batı’dan aldığı bazı değerleri kaynaştırarak bir senteze ulaşma çabasına girdi. Düşüncesinin temelinde, “Türkleşmek, İslamlaşmak, muasırlaşmak” gayesi yatıyordu. Gökalp, bu gaye uğruna konferanslar vermiş, değişik edebî türlerde eserler kaleme almış, farklı gazetelerde birçok konuda makaleler yazmış, ilmî araştırmalar yapmış, Türkiye’de bilimin gelişmesi için büyük bir gayret sarf etmiştir. Millî edebiyatın kurulması ve gelişmesinde de önemli bir rol oynayan, siyasi ve toplumsal konularda sayısız makale kaleme alan, bir dönem Diyarbakır milletvekilliği yapmış Ziya Gökalp’ın sosyoloji anlayışı, Türkiye’de 1940’lara kadar, neredeyse tek egemen sosyoloji ekolü olmuştu. Gökalp benimsediği sosyoloji anlayışı ile Türk tarihi, millî edebiyat, şiir, roman, bilim, felsefe, içtimai hayat, toplumsal yapının bilimsel yöntemlerle incelenmesi, iş bölümü gibi konulara eğilmiş ve görüşleri ile Türk sosyal biliminde ve edebiyatında bugünlere kadar etkisini göstermiştir.

Аннотация

"Devlet muharebeleri, bunlara nispetle, gayet az kurban verirdi. Bun­dan başka, bir kere büyük bir 'sulh devleti' teşekkül etti mi artık uzun seneler muharebe olmazdı." Toplumsal sorunları açıklamak ve bu sorunlara çözümler getirmek iddiasıyla Batı’da gelişen bir bilim olarak sosyolojiye, o dönem türlü sorunlarla karşı karşıya kalan Osmanlı Devleti içerisindeki problemlere çözüm arayışı içinde olan aydınların rağbet göstermesi kaçınılmaz bir durumdu. Bu aydınların başında gelen Ziya Gökalp, Türkiye’de sosyolojiyi -o zamanki adıyla içtimaiyat- kurmuş, Comte-Durkheim çizgisinde kalarak pozitivist sosyolojinin temsilcisi olmuş bir mütefekkir idi. Gökalp, bu çözüm arayışı içinde, Türk toplumunun kendine özgü ahlaki ve kültürel değerleriyle, Batı’dan aldığı bazı değerleri kaynaştırarak bir senteze ulaşma çabasına girdi. Düşüncesinin temelinde, “Türkleşmek, İslamlaşmak, muasırlaşmak” gayesi yatıyordu. Gökalp, bu gaye uğruna konferanslar vermiş, değişik edebî türlerde eserler kaleme almış, farklı gazetelerde birçok konuda makaleler yazmış, ilmî araştırmalar yapmış, Türkiye’de bilimin gelişmesi için büyük bir gayret sarf etmiştir. Millî edebiyatın kurulması ve gelişmesinde de önemli bir rol oynayan, siyasi ve toplumsal konularda sayısız makale kaleme alan, bir dönem Diyarbakır milletvekilliği yapmış Ziya Gökalp’ın sosyoloji anlayışı, Türkiye’de 1940’lara kadar, neredeyse tek egemen sosyoloji ekolü olmuştu. Gökalp benimsediği sosyoloji anlayışı ile Türk tarihi, millî edebiyat, şiir, roman, bilim, felsefe, içtimai hayat, toplumsal yapının bilimsel yöntemlerle incelenmesi, iş bölümü gibi konulara eğilmiş ve görüşleri ile Türk sosyal biliminde ve edebiyatında bugünlere kadar etkisini göstermiştir.

Аннотация

“Âlemi yaratan Tanrı yalnızdır; onun ortağı yoktur. Böyle olunca Tanrı’nın mülkü olan yeryüzüne sahip olan kişinin de ortağının olmaması gerekir.” (Timurlenk) Aksak Timur, tarihin gördüğü en büyük askerî ve siyasi dehalardan biri olarak kabul edilir. Girdiği 17 seferden zaferle çıkmasını bilmiştir. Cengiz Han yasasına bağlı kalmıştır. Hanlara boyun eğdirmiş, devletler yıkmış, İzmir’den Hindistan’a uzanan büyük bir imparatorluk kurmuştur. Semerkand onun zamanında bir ilim merkezi hâline gelmiştir. Ele geçirdiği topraklarda âlimlere zarar verilmesine müsaade etmemiştir. Tüm bunların yanında zalimce uygulamalarda bulunduğu da tarihî bir gerçekliktir. “Timurlenk” eseri, onun gibi bir savaş dehasının hem kişisel özelliklerini öğrenmek hem asker Timur’un nasıl bir ruhi yapı ve strateji ile başarıdan başarıya koştuğuna şahit olmak isteyen her okurun başvurabileceği bir kaynaktır. Türk okuyucusu tarafından pek bilinmeyen M. Turhan Tan, tarihî roman geleneğimizin en önemli isimlerinden biridir. Birçok önemli memuriyetlerde bulunduktan sonra Sivas mebusluğu da yapmış ve 1922 yılından itibaren kendini tamamıyla yazı hayatına adamıştır. En önemli eserlerini ise tarihî romancılık alanında vermiştir. Bazı eserleri Almanca, İngilizce ve Yunanca gibi dillere çevrilen, tarihî gerçeklikleri berrak ve sürükleyici bir üslupla aktaran Tan, Türk tarihinin zengin mirasını eserlerine ustalıkla taşımış ve okuyucusuna tarihî romanları keyifle okutan bir yazar olarak Türk edebiyatındaki yerini almıştır. Turhan Tan’ın ölümünden sonra unutulan ve Türk yazın hayatından çekilen eserleri, Türk okuyucusunun özellikle son zamanlarda ilgisini çeken ve neredeyse güncelleşen konulara değinip ele aldığı dönemlere ışık tutmakta, günümüzdeki kimi tartışmalara cevaplar getirmektedir.

Аннотация

"Şakir Paşa Rusya’da kalmıştı Kazakları görüp ibret almıştı Düşmüş idi Kürt Alayı fikrine Kürt kavmini benzeterek Kırgız’a Bu hülyayı beğendirdi Yıldız’a Buldu bir er işi verdi erine" Toplumsal sorunları açıklamak ve bu sorunlara çözümler getirmek iddiasıyla Batı’da gelişen bir bilim olarak sosyolojiye, o dönem türlü sorunlarla karşı karşıya kalan Osmanlı Devleti içerisindeki problemlere çözüm arayışı içinde olan aydınların rağbet göstermesi kaçınılmaz bir durumdu. Bu aydınların başında gelen Ziya Gökalp, Türkiye’de sosyolojiyi -o zamanki adıyla içtimaiyat- kurmuş, Comte-Durkheim çizgisinde kalarak pozitivist sosyolojinin temsilcisi olmuş bir mütefekkir idi. Gökalp, bu çözüm arayışı içinde, Türk toplumunun kendine özgü ahlaki ve kültürel değerleriyle, Batı’dan aldığı bazı değerleri kaynaştırarak bir senteze ulaşma çabasına girdi. Düşüncesinin temelinde, “Türkleşmek, İslamlaşmak, muasırlaşmak” gayesi yatıyordu. Gökalp, bu gaye uğruna konferanslar vermiş, değişik edebî türlerde eserler kaleme almış, farklı gazetelerde birçok konuda makaleler yazmış, ilmî araştırmalar yapmış, Türkiye’de bilimin gelişmesi için büyük bir gayret sarf etmiştir. Millî edebiyatın kurulması ve gelişmesinde de önemli bir rol oynayan, siyasi ve toplumsal konularda sayısız makale kaleme alan, bir dönem Diyarbakır milletvekilliği yapmış Ziya Gökalp’ın sosyoloji anlayışı, Türkiye’de 1940’lara kadar, neredeyse tek egemen sosyoloji ekolü olmuştu. Gökalp benimsediği sosyoloji anlayışı ile Türk tarihi, millî edebiyat, şiir, roman, bilim, felsefe, içtimai hayat, toplumsal yapının bilimsel yöntemlerle incelenmesi, iş bölümü gibi konulara eğilmiş ve görüşleri ile Türk sosyal biliminde ve edebiyatında bugünlere kadar etkisini göstermiştir.

Аннотация

İran edebiyatının en büyük isimlerinden Samed Behrengi’nin bütün öyküleri, sansürsüz ve tam metin olarak Türk okuyucusuyla buluşuyor. Bu kitapta, Behrengi’nin daha önce Türkçeye tercüme edilmiş toplam 19 öyküsüne ilaveten, üç öyküsü daha (Alışmak, Mandalina Kabuğu, Adsız) Farsçadan Türkçeye ilk kez tercüme edilerek okuyucuyla buluşacak. *** Samed Behrengi (1939-1968), eserleri sadece çocuklara değil aynı zamanda yetişkinlere de hitap eden, ünü kendi zamanını çoktan aşmış; sadece edebî eserleriyle değil, dünya görüşü ve hayat perspektifiyle de geniş kitlelerin gönlünde taht kurmayı başarabilmiş bir aydın ve yazar. Ölümünün üzerinden geçen yarım asra rağmen modern zamanların insanına da söyleyecek bir sözü, iletilecek bir mesajı olan bir edebiyatçı. Kendi döneminde baskıcı yönetimlere karşı çıkarken, şüpheli bir şekilde Aras Nehri’nin sularında cansız bedeni bulunan Behrengi, şöhreti yazarının ismini çoktan geride bırakan Küçük Kara Balık’ta, birkaç ay sonra karşısına çıkacak olan ölümü şöyle selamlamıştı: «Ölüm çok kolay bir şekilde gelip beni bulabilir ama yaşayabildiğim sürece kendi ayağımla gidip onu karşılamamalıyım. Lakin olur da bir gün ölümle karşı karşıya gelirsem de çok önemli değil; önemli olan, benim hayatımın veya ölümümün, diğer insanların hayatları üzerinde nasıl bir iz bıraktığı… Samed Behrengi’nin hayatı, eserleri, kişiliği ve mücadelesi, aramızdan ayrılışından elli yıl sonra dahi diğer insanların hayatları üzerinde iz bırakmaya devam ediyor…»

Аннотация

Аннотация

Johanna Spyri, çocuk edebiyatına kazandırdığı eserlerle tanınır. Dünya çocukları ise onu «Heidi» adlı ölümsüz eseri ile tanıdı. İlk olarak 1897 yılında basılan «Genç Çoban Moni»nin konusu diğer eserlerinde olduğu gibi aile ilişkilerine ve ahlaklı birer genç olmaya dayanır. Keçi çobanlığı yapan Moni günün birinde zor bir durumla karşı karşıya kaldığında karar vermesi gerekir. O sırada vicdanını keşfeder ve doğru olanın ne olduğunu inandırıcı ve içten bir şekilde gösterir. Onun içindeki ızdırabı sizin de hissedeceğiniz bu hikâyede çocuklara dürüst birey olmanın önemi anlatılır. "Moni’nin içinde zorlu bir savaş başladı. Bulduğunu saklamaya yardım etse, çok büyük haksızlık olurdu. Jörgli avucunu açtı, içinde bir sürü parıldayan renkli taşlarla bezenmiş bir haç vardı. Moni bunun çok değerli bir şey olmadığını gördü ve kimsenin bunu soracağını düşünmüyordu. Sessiz kalırsa, ona ait olmayan bir şeye sahip olacaktı. "

Аннотация

"Deliliğe Övgü", Rönesans hümanizminin en önemli temsilcilerinden olan Erasmus’un geçerliliğini ve canlılığını değişmeden günümüze kadar koruyan en dikkat çekici eseridir. Erasmus, Orta Çağ döneminde egemen olan skolastik düşünce ve ahlak anlayışını Antik Çağ ile kıyaslayarak eleştirmiştir. Bilgelik ve deliliği de bu kıyaslamanın içerisinde başaktör olarak ele alıp hicvetmiştir. Kendinden önceki süregelen yüzyıllar boyunca bilgelik sayılan erdemlerin yeniden sorgulanması gerektiğini öne sürerek eserinde ayrıntılı bir şekilde yer vermiştir. İki temel görüş üzerine kurulu olan eserin ana teması; ilki gerçek bilgelik ve delilik olmak üzere diğeri de kendini bilge sanma ve gerçek deliliktir. “Delilik bir erdemdir ancak yerinde kullanılınca bilgelik olur.”

Аннотация

“Sultanım!” dedi. “Siz hasta değilsiniz. Benden sağlamsınız. Cinler, periler de yanınıza yaklaşamaz, çünkü efsunlusunuz. Lakin içinde yaşadığınız hava zehirli. Bin kadın ciğerinden çıkan bu hava kabil olup da süzgeçten geçirilirse hep sizi ağulamak isteyen habbecikler ele geçer. Demek istediğim şudur: Haseki olsun, gözde olsun, kâhya olsun, acemi halayık olsun, saraydaki kadınların hepsi sultanımı kıskanıyor. Ruhunuz işte bu kıskançlığı sezdiğinden içinize sıkıntı geliyor. Allah bir gününü bin etsin, şevketlu oğlunuz da kadıncıl. Bir neşeli deminde sizi, sevdiklerinden birine feda etmesi mümkün. Ruhunuz bunu da sezip bunalıyor. Şimdi ben size bir muska veririm. Onu boynunuza asınız. Ne sıkıntınız kalır ne hafakanınız. Çünkü oğlunuzun da hasekilerin de dillerini bağlayacağım.” Türk okuyucusu tarafından pek bilinmeyen Mümtaz Turhan Tan, tarihî roman geleneğimizin en önemli isimlerinden biridir. Birçok önemli memuriyetlerde bulunduktan sonra Sivas mebusluğu da yapmış ve 1922 yılından itibaren kendini tamamıyla yazı hayatına adamıştır. En önemli eserlerini ise tarihî romancılık alanında vermiştir. Bazı eserleri Almanca, İngilizce ve Yunanca gibi dillere çevrilen, tarihî gerçeklikleri berrak ve sürükleyici bir üslupla aktaran Tan, Türk tarihinin zengin mirasını eserlerine ustalıkla taşımış ve okuyucusuna tarihî romanları keyifle okutan bir yazar olarak Türk edebiyatındaki yerini almıştır. Turhan Tan’ın ölümünden sonra unutulan ve Türk yazın hayatından çekilen eserleri, Türk okuyucusunun özellikle son zamanlarda ilgisini çeken ve neredeyse güncelleşen konulara değinip ele aldığı dönemlere ışık tutmakta, günümüzdeki kimi tartışmalara cevaplar getirmektedir.