Аннотация

Düşünüyorum: Dünyada hiçbir sır ebediyete kadar gizli kalmaz, mutlaka bir patlak verir. Bunun vakit ve saatini beklemeli. Gerçek iyice meydana çıkarsa ne yapacağımı da bilmiyorum. Silaha davranmak neye yarar? Kadını öldürsem çocuk yine aileye kalacak. O masuma kıymak da büsbütün cinayet olur. Beni çileden çıkaran bir hâl daha var. Karım benden olan iki oğluna karşı âdeta bir üvey ana kayıtsızlığındadır. Fakat Nüzhet’in üzerine bütün şefkatiyle titrer. Gösterdiği bu üstün tutma hepimizi kıskandırır. Ailemize karışarak ana yüreğinden öz çocuklar için olan sevgi payını zorla alan bu yabancının bizden büsbütün ayrı bir yaratık olduğuna bu da bir delil değil mi? Edebiyatımızda doğalcılığın ve gerçekçiliğin en önemli kilometre taşlarından biri olan Hüseyin Rahmi Gürpınar, sanatı, halkı yüceltmek için bir araç olarak görmüş bu nedenle üzerine gitmediği, eleştirip alay etmediği hiçbir toplumsal kurum bırakmamış, sanat yaşamı boyunca hep aklın ve mantığın yanında olmuş, eserleriyle toplumun çağdaşlaşması yolunda yobazlığa, gericiliğe, bağnazlığa, sömürücülüğe karşı savaşmıştır; bunu yaparken mizah ögesini ustaca kullanmış, İstanbul’un kenar semtlerinde, mezarlıklarında, Çingene mahallelerinde, köşklerinde, Şirket-i Hayriye vapurlarında, gazinolarında, sayfiyelerinde dolaşmış, okurlarını da dolaştırmıştır. Eserlerinde yapmacıksız bir yerlilik vardır; konak hanımefendisinden gündelikçiye, mirasyedilerden iç güveyilere, dilencilerden dadılara, kalfalara, Çingenelerden Rumlara, Ermenilere, Yahudilere kadar kimi ve neyi konu almışsa onu yerli renkleriyle betimlemesini bilmiştir.

Аннотация

Kral Süleyman’dan beri Yahudilerin kutsal emaneti olan yedi kollu Şamdan Menora, Vandalların Roma’yı istilası sırasında ele geçirilir. Bu acı duruma henüz 7 yaşındayken tanık olan Benjamin Marnefesch, ömrünü, şamdanı ait olduğu yere geri getirmeye adar. Şamdanın neredeyse 90 yıllık göçü, Yahudilerin kutsalına bağlılığıyla diyar diyar gezmesine ve bu süreçte Benjamin’in de 88 yaşında son nefesine kadar mücadelesine konu olur. «Gömülü Şamdan», hangi inanışa, hangi dine ve hangi etnik sınıfa ait olursa olsun insanın değer verdiği, kutsal gördüğü emanetler için nasıl malını, canını ortaya koyduğunu, yaşayışlarını o emanetlere göre şekillendirdiğini ve tüm sevinçlerinin ve kederlerinin kaynağının yine o emanetler olduğunu ortaya koyuyor. «Bizim bütün çilemizin kaynağı, elle tutulur olana tutunmamamız, daima arayanlar olarak kalmış olmamız ve sonsuza kadar görünmeyenin peşinden gitmemizdir. Ancak görünmez olana bağlanan, elle tutulur olana düşkün olandan daha güçlüdür, çünkü öteki geçici, bizimki kalıcıdır.»

Аннотация

Ahmet Mithat Efendi’nin Oscar Mişon’un “Aşk ve Galvanoplasti” isimli makalesinden etkilenerek kaleme aldığı «Fennî Bir Roman yahut Amerika Doktorları»nda, Amerika’nın Farrest isimli eyaletinde bir doktor olan Gribling, kendisini tıp tahsilinden sonra kimya ve fizik alanlarında da ilerletir. Doktor Gribling’in en önemli özelliği galvanoplasti sanatıyla ilgilenmesi ve buna yenilikler getirmesidir. Giribling’in komşusu olan Doktor Bovlay da hasta muayene ederek mesleğini icra etmek yerine deneylerini ve deney boyunca gözlemlediklerini kitaplaştırarak bilime hizmet etmek isteyen bir karakterdir. Bu doktorlar bedenleri üzerlerinde deneyler gerçekleştirerek yaşamla âdeta oyun oynarlar. «…Açlıktan vefat edecek olan bir adamın neler yaşadığını, neler hissettiğini tetkik için Doktor Efendi birkaç arkadaşıyla işi müzakere ettikten ve kararını verdikten sonra yemek yemekten nefsini meneder. Bir gün, iki gün, üç gün aç kalarak her ne hissederse yazdığı gibi; ondan sonra ölüm gerçekten yaklaşmaya başlayınca da tetkikin ehemmiyeti artmış olur ve daha ziyade ihtimam ile yazmaya başlar. Yazar, yazar… Ne zamana kadar? Ta ki birkaç defa bayılıp ayılarak nihayet tümüyle kendisinden geçtikten, yani ölüm anı geldikten sonra arkadaşları evvelce karar verilmiş olan surette kendisini ayıltacak tedbirlere başvururlar ve onu yavaş yavaş tekrar hayata davet ederler.»

Аннотация

Türk edebiyatının bağımsız sanatçılarından Ahmet Rasim; başarılı gözlemlerini, çocukluğundan İstanbul şehir hayatına, mahalle esnaflarından vapur memurlarına, toplumsal sorunlardan aile içi konularına kadar geniş bir yelpazede kendisine özgü anlatımıyla «Eşkal-i Zaman»da bir araya getiriyor. “Herkesin varlığından emin olduğu hâlde ele geçiremediğinden dolayı acındığı ve bezginlik getirdiği bir ‘lafzı murat’ varsa o da mutlaka bahtiyarlıktır.”

Аннотация

Hiç ahirete gidip gelmişliğiniz oldu mu?.. Elinden her iş gelir Mesut Ağa, bu işi iki genç âşığın -Osman Bey ile Nergiz Hanım- başına getirdi. Kollarından tuttuğu gibi onları ahirete yolladı. Nergiz ile Osman ilk zamanlar ahiretlerinde mutlu mesut yaşarlarken sonradan dünya gözlerinde tütmeye başladı. Ama nafile! Ne cennet ne cehennem olan bu yerden çıkmak isterler çıkamazlar, seslerini duyurmak isterler duyuramazlardı. İki gönül, artık kaderlerine razı olmuş, olacakları bekliyordu… Onlar böyle can cana ve baş başa karanlıklar içinde yaşayadursun, İstanbul bu sırada çalkalandı durdu. Padişah III. Selim askerî düzenlemelere hız verdi. Düzenlemelere taraftar olanlar ile karşıt olanlar birbirlerine diş biledi. Casuslar ortalığı fesada verdi. Yeniçeri ayaklandı… Artık Osman ile Nergiz’in can attığı dünya, gerilerinde bıraktığı dünya değildi… Demek oluyor idi ki evvelleri yeniçeri taraftarları başka ve Nizam-ı Cedid taraftarları başka iken şimdi onlardan birtakımı ve bunlardan birtakımı onlara karışmakla eski dostlardan birtakımı birbirine düşman ve eski düşmanlardan birtakımı birbirine dost olmuş idiler. Bu hâl ne kadar büyük bir karışıklık demektir düşünülür ya?Ortalık kaynayıp karıştıkça casusa ihtiyaç artar ve hâlbuki casusluk dahi günden güne güçleşirdi. Zira bir hizmet görmek isteyen yadigârlardan pek çoğu işlerini yüzlerine gözlerine bulaştırıp aralıkta kendi başlarından da olurlar.

Аннотация

Аннотация

Tanzimat döneminin önemli temsilcilerinden biri olan Ahmet Mithat Efendi, Diplomalı Kız eserini, Dik May adındaki bir yazarın Levant Herald gazetesindeki bir fıkrasını okumuş ve ondan hareketle yazmıştır. Depres ailesinin biricik kızları Julei’nin eğitimi için yoksulluğa kadar varan çabalarının sonucunda ellerinde, bir öğretmenlik diploması ve sonraları onu da bulamayacakları bir kuru ekmek kalmıştır. Yalnız diploma sahibi olmanın karın doyuramadığı Fransa yaşantısında, bir moda türedi mi ondan istifade etmek pek kârlı olmuştur ki Julie’nin de kaderini bu değiştirmiştir. Aşağı bir meslek addedilen çiçekçiliğin Julie’de farklı bir kıyafet gibi durmasını sağlayan, diploması olmuştur. “Çiçekçilik dahi olacak olsa, kızları yine muallime diplomasına nail etmelidir.”

Аннотация

Ahmet Mithat Efendi, Fransa’da askerlik yapan Salpetre ile eşi Josephine’in hikâyesini anlatıyor “Cinli Han” kitabında. Josephine’e âşık olan Laroche, onu kaçırır ve Salpetre ise eşini aramak için yollara düşer. Onu ararken girdiği bir yerde cinler olduğu ve bu yerden herkesin korkup kaçtığı rivayet edilir. Salpetre “Cinli Han”da işin aslını ortaya çıkarır ve burasının adı artık “Uğurlu Han” olur. «Artık cin ve şeytan hükmü kalmadı. Onların tılsımını buldunuz. Hepsini bozdunuz.»

Аннотация

Romanlarında mizah ögelerine sıklıkla yer veren Hüseyin Rahmi’nin bu eseri, daha çok dram barındırmasıyla diğer eserlerinden ayrılır. Yazar, “Cehennemlik”te akla kazınacak ibret vesikaları sunmaktadır. En küçük bir mikroptan dünyasını değiştireceği vehmine kapılan ihtiyar Ferruh Efendi, kendisine gençlik aşılasın diye genç bir kadınla -Cazibe Hanım- evlenmişti. Kardeşi Ferhunde Hanım ise kendinden oldukça yaşlı Sabri Bey ile evliydi. Bu iki ihtiyar adam, genç karılarından gençlik aşısı beklerken Cazibe ve Ferhunde hanımlar kanlarında kaynayan ateşin coşkunluğu ile cehennemin kapılarını aralıyorlardı. Ferruh Efendi ölümü uzaklaştırmak için mikroplardan köşe bucak kaçadursun tüm aile manevi mikropların etkisi altında, cehennemin yemesi hoş ama sonu acı meyveleriyle zehirlenerek yaşadıkları yere Azrail’i âdeta davet ediyorlardı… “Zuhur eder hemen sarılık Kalbe, nefese gelir darlık Yavaş yavaş söner sağlık Mesken olur sana mezarlık.” Edebiyatımızda doğalcılığın ve gerçekçiliğin en önemli kilometre taşlarından biri olan Hüseyin Rahmi Gürpınar, sanatı, halkı yüceltmek için bir araç olarak görmüş bu nedenle üzerine gitmediği, eleştirip alay etmediği hiçbir toplumsal kurum bırakmamış, sanat yaşamı boyunca hep aklın ve mantığın yanında olmuş, eserleriyle toplumun çağdaşlaşması yolunda yobazlığa, gericiliğe, bağnazlığa, sömürücülüğe karşı savaşmıştır; bunu yaparken mizah ögesini ustaca kullanmış, İstanbul’un kenar semtlerinde, mezarlıklarında, Çingene mahallelerinde, köşklerinde, Şirket-i Hayriye vapurlarında, gazinolarında, sayfiyelerinde dolaşmış, okurlarını da dolaştırmıştır. Eserlerinde yapmacıksız bir yerlilik vardır; konak hanımefendisinden gündelikçiye, mirasyedilerden iç güveyilere, dilencilerden dadılara, kalfalara, Çingenelerden Rumlara, Ermenilere, Yahudilere kadar kimi ve neyi konu almışsa onu yerli renkleriyle betimlemesini bilmiştir.

Аннотация

Hüseyin Rahmi, sert eleştirilerinde kalemini esirgemediği «Can Pazarı»nda, dönemin İstanbul’unda yozlaşmış toplumu gözler önüne seriyor. Gürpınar; hayatın bir kavga olduğu, güçlünün zayıfı ezdiği, adaletin bir türlü sağlanamadığı, bu yüzden aç kalmamak için çalmanın, aldatmanın, dolandırmanın meşru görülebileceğini savunan Yavuzlar Çetesi ile eşitsizliği irdelerken; Nasıh Bey-Nafia Hanım çifti ile İrfan Bey-Halâvet Hanım çifti arasında eşlerin değiştiği bir ilişki yaşantısıyla ahlak ve namus konusu üzerine dikkat çekiyor. “Bu işin bir ‘can pazarı’ olduğunu biliyorum. Size sadakat göstersem hükûmete hainlik etmiş olurum. Hükûmete sadakat göstersem sizi ele vermiş olurum. Hangi tarafa kımıldasam ceza var. Ölüm var. İnsan, kendini şeytana sattıktan sonra artık şeytan kalmalıdır.” Edebiyatımızda doğalcılığın ve gerçekçiliğin en önemli kilometre taşlarından biri olan Hüseyin Rahmi Gürpınar, sanatı, halkı yüceltmek için bir araç olarak görmüş bu nedenle üzerine gitmediği, eleştirip alay etmediği hiçbir toplumsal kurum bırakmamış, sanat yaşamı boyunca hep aklın ve mantığın yanında olmuş, eserleriyle toplumun çağdaşlaşması yolunda yobazlığa, gericiliğe, bağnazlığa, sömürücülüğe karşı savaşmıştır; bunu yaparken mizah ögesini ustaca kullanmış, İstanbul’un kenar semtlerinde, mezarlıklarında, Çingene mahallelerinde, köşklerinde, Şirket-i Hayriye vapurlarında, gazinolarında, sayfiyelerinde dolaşmış, okurlarını da dolaştırmıştır. Eserlerinde yapmacıksız bir yerlilik vardır; konak hanımefendisinden gündelikçiye, mirasyedilerden iç güveyilere, dilencilerden dadılara, kalfalara, Çingenelerden Rumlara, Ermenilere, Yahudilere kadar kimi ve neyi konu almışsa onu yerli renkleriyle betimlemesini bilmiştir.