Аннотация

"Döneminin çarpıtılmış tüm toplumsal ön yargılarına ve hurafelerine karşı farklı bir bakış açısı getirerek her fırsatta halkını hümanist bir yaklaşımla aydınlatma çabası içinde olan Ahmet Mithat Efendi, 'Çingene' isimli bu eserinde yine nahoş fakat dikkat çekilmesi gereken bir noktaya parmak basıyor: Irk ayrımcılığı. Toplumsal ayrışımın önüne sadece entelektüalizm ile geçilebileceğini mantıksal akıl yürütmelerle ispat ettiği bu eserinde Ahmet Mithat Efendi, eşitlik kavramının ırk temeli üzerine kurulmasına isyan ediyor; insan denilen mahlûkun yaradılışça birbirine denk olduğunu, medeni olmanın ise eğitim ve görgü ile mümkün olabileceğini, dolayısıyla fertler arasında eşitliğin değil ama farklılığın ancak bu açıdan gözetilebileceğini ortaya koyuyor. Çingene, tam 122 yıl önce Ahmet Mithat Efendi tarafından büyük bir ustalıkla kaleme alındıktan sonra ilk defa günümüz okuyucusuna kazandırılan ve ibretle okunması gereken bir yapıt."

Аннотация

"Tanzimat edebiyatının öncü ve üretken kalemi Ahmet Mithat Efendi'nin henüz 28 yaşındayken kaleme aldığı Felsefe-i Zenan (Kadınların Felsefesi), Letaif-i Rivayat adlı hikâye koleksiyonunun en kıymetli cüzlerinden biri olmakla beraber kadın sorununu doğrudan konu eden ilk yerli eserdir. Bu yapıtında, Tanzimat'tan sonra en çok değişime uğrayan kurumlardan biri olan ailenin mevcut geleneksel yapısının, kadınların hayatını ne denli yıkıcı bir dönüşüme uğrattığına odaklanan yazar Akile, Fazıla ve Zekiye gibi sembolik anlamlar yüklediği üç sıradışı kadının yaşamını anlatır. Evliliğin bekâsı uğruna kendilerini feda etmemiş; eğitimin, üretimin ve ekonomik özgürlüğün değerini özümsemiş bu kadınlar dönemin toplumsal yaşantısının gereklerine karşı da birer zırh kuşanmışlardır. Aile kurumuna atfedilen önemi sarsmasının yanı sıra mektup-roman tarzının Türkçedeki ilk örneği olan bu eseri, Osmanlıca orijinaliyle birlikte sunuyoruz."

Аннотация

Bir cellat olmak mı, yoksa bir celladın oğlu olmak mı dayanılmaz olan? Gerçekten günahkâr saydıklarımız ya da onların soyundan gelenler sevmeyi, âşık olmayı ve mutluluğu hak etmiyor mu? Sandığımız kadar kötü ve gaddarlar mı? Ahmet Mithat “Cellat” adlı romanında tüm bu soruların cevabını ve Napolyon’un Fransa’da yaptıklarını tarihî bir çerçeve içinde veriyor. Sanki bir Fransız romanından çeviri gibi görünen “Cellat” tam tersine “telif” bir roman; “Hace-i evvel” Ahmet Mithat, bütün ustalığı ve öğreticiliğiyle Fransız topraklarında geçen, kişileri de Fransız olan bir hikâye anlatıyor. Yazarın üslubuna sadık kalınarak, romanın dili günümüz Türkçesine yaklaştırılmıştır. Ahmet Mithat’la bir Fransa gezisine çıkmak hiç de yabana atılmayacak bir teklif…

Аннотация

Ahmet Mithat Efendi, okuyucularını fikrî bir seyahate çıkardığı romanı Rikalda yahut Amerika’da Vahşet Âlemi’nde Amerika’nın kuzeyindeki Missouri Nehri kıyılarında yaşayan Aztek adındaki vahşi bir kabilenin üzerinden ilkel hayattan azim ve çalışma sayesinde medeniyete geçişin öyküsünü anlatır. Dönem romanlarında Mezopotamya, Kafkaslar, Akdeniz gibi pek çok memleketin işlenmesi ve tanıtılmasına rağmen yeni bir dünya olarak tanımladığı Amerika’nın konu olmamasından hareketle okurunun düşünce dünyasını ve bilgi dağarcığını genişletmeyi amaçlayan Ahmet Mithat, eserinde; medeniyet anlayışını, vahşi ve medeni hayatın farkını kıyaslar. “… Eğer dediğiniz kurallar medenilerin memleketinde, sizin de memnun olabileceğiniz bir şekilde kabul edilmiş olsaydı; mahkemelere, hapishanelere, cellatlara filanlara bile lüzum kalır mıydı? İnsan evladı kendi vazifesine uyma mecburiyetinden kurtulmakla beraber başkalarının hukukuna saldırma hevesine o kadar yeniktir ki onu bu taarruzdan devamlı olarak menedebilmek için büyük ve daimî bir baskıya ihtiyaç vardır.”

Аннотация

"Mesail-i Muğlaka", Hukuk Fakültesinde öğrenim görmek için Paris’e giden Abdullah Nahifi adındaki bir Osmanlı Türkü’nün, Fransız toplumu içindeki yaşamından kesitler sunar. Abdullah Nahifi, Rosette adında, terzilik yapan bir kıza tecavüze kalkışan bir Fransız serserisini engeller. Ancak bundan sonra yenilgiye uğramış olan Fransız genci intikam almak istese de Nahifi’nin karşısında kendisini ispatlayamaz. Böylelikle basının da etkisiyle Türk genci Abdullah, Paris’in meşhurlarından olur. Ahmet Mithat Efendi, Nahifi’nin hayatını, maceralarını anlatırken aynı zamanda da karakterinin üzerinden Avrupa’daki gözlemlerini okuyucuya aktarır. Eserde, sınıf farklarının yoğun olduğu Fransa yaşantısı hicvedilir. Yazar, Doğu ve Batı’yı karşılaştırarak boşanmalar, aile kurumu ve çoklu evlilik gibi konular üzerine fikirlerini yansıtır. «Yüzlerce şairin binlerce şiirlerinde tasvir ettikleri gibi, bir Şarklı gönlünün sevgilisi olan kadını öyle mübalağalı kelimelerle tasvir eder ki kendisi için mümkün olmayan bu 'kavuşma' da ancak hayalde kalır. Ona varmak, onun bir lütfuna mazhar olmak, onun bir tebessümü için âdeta bin canını feda edeceğini ifade eder.»

Аннотация

Türk edebiyatı roman ve hikâyeciliğinin demirbaşlarından olan ve Hâce-i Evvel unvanıyla edebiyatımıza nam salan Ahmet Mithat Efendi’nin bu unvanına yakışır bir eser olan «Gürcü Kızı yahut İntikam», Gürcistan ile ilgili bir seyahatnamenin romanlaştırıldığı izlenimi taşıyan, okuyucuyu sürükleyip âdeta Tiflis’e kadar götüren canlı bir anlatım ve üsluba sahip nitelikli bir eserdir. Mösyö Gilliom Sanc ile tercümanı Mihran Baron’un Gürcistan macerasına tanık olacağımız bu eserde, Gürcistan’ın pek çok milletle mücadelesine şahitlik edeceğiz. Ayrıca bu yörenin coğrafyasıyla, kültürel ve siyasi hayatıyla ilgili birçok bilgiye de keyifle vâkıf olacağız. «Efendiler! Size nakledeceğim şey hayalî masallardan ibaret değildir. Gerçi garabeti, ehemmiyeti en geniş hayal erbabından olan romancıları bile hayrette bırakacak derecede ise de bizzat yaşanmış tarihî bir vakadır.»

Аннотация

Ahmet Mithat Efendi, Gönüllü romanında Müslüman Osmanlı genci olan Recep Köso’nun, Hristiyan kızı Filomene’e olan aşkını anlatıyor. Bu aşka Filomene’in babası din farkı ve kızının onun tek vârisi olması nedeniyle engel oluyor. Uzun müddet kızını saklayan Sonkur Yankos, yaptıklarına rağmen kızının Recep’ten hamile olduğunu bilmez bir hâlde beyhude bir engele kalkıştığının farkında değildir. Yıllar boyu ayrı kaldıklarında Recep Köso o dönem Osmanlı ve Yunan arasından gerçekleşen savaşa gönüllü asker olarak katılır. İstila edilen köylerden birinde eski aşkı ve oğlunun annesi olan Filomene ile yeniden bir araya gelir. Çok önceden gerçekleşmesi gereken izdivaç ve mutlu son burada gerçekleşecek midir? İnsan kısmı bazı cihetlerden koyuna pek benzer. Sürüdeki koyunların yalnız birisi bir tarafa teveccüh ettiği hâlde diğer birkaçının ona uyması ve nihayet hepsinin o yola düzülmesi bu mübarek hayvanın tabiatında yerleştiği gibi bu istidat bir hayli derecelere kadar insanda da vardır. Aşk olsun demeli o adama ki irfan ve hikmetiyle medeniyet ve insaniyet âleminde seyir ve seferi selamet cihetine müteveccih olur. Bu yolda kendi türüne edeceği hizmet ne büyük ve güzel bir hizmettir.

Аннотация

Türk edebiyatının ilk polisiye romanını kaleme alan Ahmet Mithat Efendi, «Esrar-ı Cinayat»ta İstanbul Boğazı’nın Karadeniz çıkışında bulunan ve Öreke Taşı olarak adlandırılan küçük bir adacık üzerinde işlenmiş olan bir cinayeti anlatmaktadır. Savcı Osman Sabri bu konuyu araştırmaya başlar ve cinayetin arka planında gelişen olaylar, bir gazetecinin de yardımcı olmasıyla ilginç bir hâl alır. «Nefsim hakkındaki bu adaletimden dolayı husule gelen mutluluğumu size hakkıyla anlatmak için şunu derim ki: Dünyada intikam lezzeti kadar büyük hiçbir tat tanıyamıyorum.»

Аннотация

Toplum için sanat, anlayışını benimseyen ve pek çok türde eser veren Ahmet Mithat Efendi, «Eski Mektuplar»da zamanının içerisinden, yani Tanzimat Dönemi’nden bir hanenin keder ve acılara sürüklenip dağılışını, bedbaht hâllerinin bir evrakı olan mektuplarla hikâye etmiştir. Kuvvetli bir aşka mazhar olan Meliha ve Kenan’ın bu hazin öyküsü, yakarışlarının kâğıda dökülüp de birçok mektuptan vücuda gelen bu romana konu olması müellifin de dediği gibi okuyucu üzerinde teessüre sebep olacaktır. “Ey aşk, bildiğin gibi yak yık derunumu. Bir kimsesiz belâzedenin hanümanıdır!”

Аннотация

Ahmet Mithat Efendi, din değiştiren iki Fransız’dan Vikont Alphons Duran ve Polini Heyder’in Müslümanlığı kabul etmelerinin ve aşk yoluyla kesişen yollarının ilginç öyküsünü anlatıyor. Bu birliktelikle birlikte sır kalan Demir Bey’in hikâyesi de açığa kavuşurken kaderin hayatın akışını nasıl değiştirebildiğini de gözler önüne seriyor. «İnsan bir meselede ne kadar ümitsizliğe düçar olursa olsun, kesinlikle bir ümit köşeciği, az da olsa, yine ümide vesile olur. İdama mahkûm olan caninin cellat önünde baş eğmesiyle celladın satırı inmesi arasında da mutlaka bir ümit hüküm sürer ki Victor Hugo 'Bir İdam Mahkûmun Son Günü' adındaki eserinde bu ümidi pek hikmetli bir surette göstermiştir.»