Аннотация

Edebiyatımızın eskimeyen ismi Ömer Seyfettin; Osmanlı Devleti’nden Cumhuriyet’e geçiş sürecini birebir tecrübe etmiş ve yaşayan bir varlık olarak benimsediği dili, toplumsal gelişmeler bağlamından ayrı düşünmemiştir. Bu açıdan Ömer Seyfettin, tema ve dil yönünden çeşitlilik arz eden hikâyeleriyle hemen hemen her kuşağa seslenebilen usta bir hikâyeci olarak ön plana çıkmıştır. Ele aldığı konuları belli bir dönem içerisinde tasvir etmekle beraber, insana ait evrensel gerçeklerden ve kendi milletinin konuştuğu dilden kopmamıştır. Bu noktada hikâyelerini modern Türkçenin zengin ve duru kaynağına taşımayı başaran yazar, çağdaş Türk edebiyatının yolunu açmıştır. Yazarın hikâyeleri; medeniyetler arasındaki geleneksel Doğu-Batı çatışması, Türk ve dünya insanının kimlik bunalımları, siyasal ve kültürel çekişmeler, Türk modernleşmesi, Batı taklitçiliği, toplum ve birey ikilemi, savaş psikolojisi, toplumsal adalet, özgürlük ve insanlığın tarihsel evrimi gibi kavramları derinlemesine irdelemektedir. Ömer Seyfettin’in yazınsal tavrı; Batı taklitçiliğinin sahte modernizmi ile gerçek aydınlanmacı fikirlerin ayrımı neticesinde ortaya çıkmaktadır.

Аннотация

Kendisinden yardım isteyen kadını soğuk ve kibirli bulduğu için reddeden bir doktorun, anlamsız hırsı ve öfkesinden dolayı pişman olmasıyla yaşadığı duygu savaşının anlatıldığı bir kitaptır “Amok Koşucusu”. “Amok?.. Hatırlıyor gibiyim… Malezyalılarda bir çeşit sarhoşluk…” “Sarhoşluktan fazlası… Bir çılgınlık… Bir çeşit köpek kuduzunun insani biçimi… Karşılaştırılması başka hiçbir alkolik zehirlenmeyle mümkün olmayan bir çeşit delice, anlamsız saplantı…” “Amok! Amok!” ve her şey kaçar… ancak o koşar, duymadan koşar, görmeden rastladığı her şeyi indirir… kuduz bir köpek gibi.

Аннотация

“Bu tip insanlarla konuşurken önemli olan şey…” dedi Holmes kayığa yerleşirken “Onların verecekleri bilginin, senin için çok önemli olduğunu hissettirmemen. Eğer böyle yapmazsan bir istiridye gibi anında kapanırlar ve konuşmazlar. Eğer onlarla, söylediklerine itiraz eder gibi konuşursan istediğin her bilgiyi alabilirsin.” Ne Sherlock Holmes’u “tanıtmaya” ne de 1886 ile 1927 yılları arasında Arthur Conan Doyle’un onun hakkında yazdığı altmış hikâyeyi anlatmaya gerek var. Daha sonraki yıllarda Holmes karakteri ile arkadaşı ve tarihçi Dr. John H. Watson, âdeta gerçek kişiliklere bürünmüş ve bilim kurgu dünyasının en ünlü karakterleri olmuşlardır. Kaldı ki hikâyelerini hiç okumayanlar bile onları tanımaktadırlar. Holmes’un ünü o derece yaygınlaşmıştı ki yanında taşıdığı malzemeler dahi polislik, dedektiflik ve suçluları bulma konusuyla bütünleşmiştir; örneğin, kıvrımlı piposu, uzun şapkası ve büyüteci Sherlock Holmes’un görüntüsünü canlandırmaya yetmektedir. İlk baskılarda kullanılmamasına karşın “Çok basit sevgili Watson.” cümlesi bir özdeyiş olarak dilimize girmiştir. Bu cümle, okuyucuyu şaşırtmakla beraber aslında her şeyin çok açık seçik olduğunu belirtmek amacıyla kullanılmıştır. Londra’ya giden ziyaretçiler hâlâ akın akın Sherlock Holmes’un yaşadığı Baker Caddesi’ne gitmekte ve uzun yıllardır bu muhteşem dedektifin yaşadığı 221 B numaralı eve, Sherlock Holmes’un kendi problemlerine çözüm bulacağını ümit ederek dünyanın her bir tarafından mektuplar yağdırmayı sürdürmektedirler. Onun gerçek bir insan olduğunu ve yardım edeceğini düşünmektedirler hatta 2008 yılında UKTV GOLD tarafından yapılan bir ankette, İngilizlerin yüzde elli sekizinin Sherlock Holmes’un gerçek bir insan olduğuna inandığı ortaya çıkmıştır (Bunun aksine ankette Winston Churchill’in bir bilim kurgu karakteri olduğuna inananlar ise yüzde yirmi üçtü.).

Аннотация

Goethe “Genç Werther’in Acıları”nı yazdığında daha 25 yaşındaydı. Roman, yayımlandıktan sonra intihar vakalarına yol açmıştı. Ayrıca Almanya’da bir de “Werther salgını” baş göstermişti; gençler artık mavi ceket, sarı yelek giyiyor, kendilerini kolayca duygularına kaptırıyorlardı… Bu denli etkileyici bir güce sahip, yazarının hayatından esintiler taşıyan bu roman, dünya edebiyatına, coşkulu, türlü ızdıraplar içinde bir delikanlı âşığı hediye etti: Hukuk stajyeri genç Werther! Karşılıksız sevme talihsizliğinde bulunan bu tutkulu delikanlı, günden güne daha çok duygularının hükmü altına girerken, yaşadıklarını, içinden geçenleri, hissettiklerini arkadaşına mektuplar yazarak bildiriyordu. Bu mektuplar birikti, birikti, en sonunda genç Werther’in acılarını ve hazin sonunu tüm dünyaya anlattı…

Аннотация

“Ahbar, ağır usta işi kıyak bir şarkın yoktur?”“He vardır.”“Senin içinde olan bir şeyden ben ne zevk duyarım ki! Bırak dışarı çıksın… Keyflenelim… Haydi oku!..”Bu öneri karşısında Agop’un göğsü kabardı. Elinde, artık parmaklarını yakacak kadar küçülmüş cıgarasını yutacak gibi son bir iştahla sıkı sıkıya birkaç kez daha çektikten sonra:“Okuyacağım lakin bedava olmaz…”“Bu akşam Sandıkburnu’nda altık bir tek düz ikram ederim…”“Kulakların da ikramın kadar büyük olsun.”“Zo, haydi biçimsizleşme… Zırlayacaksan zırla!”“Sen babanı zırlat ahbar!”“İrahmet olsun canıma… Babam senin kadar muziki bilmez idi ki…”“Hangi baban? Uzun kulaklı… Semerli…”“Be haydi oku! Bütün geçmişine okurum şimdi!..”“Dün akşam bulamaç yedin? Ne yedin? Ağzın çok tatlılaşmış…”“Ağzının tadını veririm şimdi…”“He ağzından bal damlar, şeker akor…” Edebiyatımızda doğalcılığın ve gerçekçiliğin en önemli kilometre taşlarından biri olan Hüseyin Rahmi Gürpınar, sanatı, halkı yüceltmek için bir araç olarak görmüş, bu nedenle üzerine gitmediği, eleştirip alay etmediği hiçbir toplumsal kurum bırakmamış, sanat yaşamı boyunca hep aklın ve mantığın yanında olmuş, eserleriyle toplumun çağdaşlaşması yolunda yobazlığa, gericiliğe, bağnazlığa, sömürücülüğe karşı savaşmıştır; bunu yaparken mizah ögesini ustaca kullanmış, İstanbul’un kenar semtlerinde, mezarlıklarında, Çingene mahallerinde köşklerinde, Şirket-i Hayriye vapurlarında, gazinolarında, sayfiyelerinde dolaşmış, okurlarını da dolaştırmıştır. Eserlerinde yapmacıksız bir yerlilik vardı; konak hanımefendisinden gündelikçiye, mirasyedilerden iç güveyilere, dilencilerden dadılara, kalfalara, Çingenelerden Rumlara, Ermenilere, Yahudilere kadar kimi ve neyi konu almışsa onu yerli renkleriyle betimlemesini bilmiştir.

Аннотация

“Beni anlamak istemiyorsunuz. Off! Niçin, niçin bana böyleişkenceler etmekten tat alıyorsunuz? Ben size sevgiden, dostçasevgiden bahsetmiyorum. Ben size ‘aşk’ diyorum, Miss Lydia,aşk, aşk! ‘Beni aşkla sevmiyorsunuz!’ diyorum; evet beni sevmiyorsunuz,beni sevmiyorsunuz, Lydia!” Üzüntüyle başını salladı; elini saçlarına götürüp ensesindekifirizeleri okşadıktan sonra: “Farz ediniz ki…” dedi. “Sizi sevmiyorum. Sevmemden ne fayda olacak? Söyleyiniz, ne fayda olacak?” Üzüntüyle haykırmak istedim. “Ya bu ızdırap, beni helak eden bu tereddüt… Bunların sizceönemi yok mudur? İşte beni bunlardan, bu elemlerden, bu ateşlihummadan, bu tereddütten kurtarmış olacaksınız…” Tebessüm etti; iki eliyle masaya dayanarak doğruldu, bir kenara bıraktığı eldivenlerini, dans defterini, menekşe demetini alıp bırakmakla meşgul görünerek dedi ki: “Biraz da muzdarip olunuz, biraz da tereddüt ve şüphe içinde kalınız… Güven ve aşk hiçbir zaman beraber yaşayamaz… Hem sevilmek yahut sevilmemek; bana öyle geliyor ki bunun sevmekte bir payı, bir tesiri olmayacak; doğru değil mi?” 1900’lü yılların başında, eski İstanbul’da, yabancı aileler arasındaki bir Türk’ün yaşayışını, onlarla kendi milleti arasındaki uyuşmazlıkları, yer yer onlara öykünüp yer yer kendi özüne dönüşünü bir sevda öyküsüyle harmanlayarak anlatan Salon Köşelerinde, edebiyatımızdaki önemli eserler arasında yerini almıştır.

Аннотация

“Sevgili Watson…” dedi. “Alçak gönüllülüğü erdem ile aynı kefeye koyanlara katılamayacağım. Alçak gönüllülüğü meziyet sayanları anlayamıyorum. Bir mantıkçı için her şey, tam olarak ne ise öyle görünmelidir. Kendini küçük görmek de yeteneklerini abartmak da gerçeklerden kaçmaktır. Onun için Mycroft’un benden daha iyi bir gözlemci olduğunu söylediğimde, bunun kesinlikle doğru olduğunu bilmelisin.” Ne Sherlock Holmes’u “tanıtmaya” ne de 1886 ile 1927 yılları arasında Arthur Conan Doyle’un onun hakkında yazdığı altmış hikâyeyi anlatmaya gerek var. Daha sonraki yıllarda Holmes karakteri ile arkadaşı ve tarihçi Dr. John H. Watson, âdeta gerçek kişiliklere bürünmüş ve bilim kurgu dünyasının en ünlü karakterleri olmuşlardır. Kaldı ki hikâyelerini hiç okumayanlar bile onları tanımaktadırlar. Holmes’un ünü o derece yaygınlaşmıştı ki yanında taşıdığı malzemeler dahi polislik, dedektiflik ve suçluları bulma konusuyla bütünleşmiştir; örneğin, kıvrımlı piposu, uzun şapkası ve büyüteci Sherlock Holmes’un görüntüsünü canlandırmaya yetmektedir. İlk baskılarda kullanılmamasına karşın “Çok basit sevgili Watson.” cümlesi bir özdeyiş olarak dilimize girmiştir. Bu cümle, okuyucuyu şaşırtmakla beraber aslında her şeyin çok açık seçik olduğunu belirtmek amacıyla kullanılmıştır. Londra’ya giden ziyaretçiler hâlâ akın akın Sherlock Holmes’un yaşadığı Baker Caddesi’ne gitmekte ve uzun yıllardır bu muhteşem dedektifin yaşadığı 221 B numaralı eve, Sherlock Holmes’un kendi problemlerine çözüm bulacağını ümit ederek dünyanın her bir tarafından mektuplar yağdırmayı sürdürmektedirler. Onun gerçek bir insan olduğunu ve yardım edeceğini düşünmektedirler hatta 2008 yılında UKTV GOLD tarafından yapılan bir ankette, İngilizlerin yüzde elli sekizinin Sherlock Holmes’un gerçek bir insan olduğuna inandığı ortaya çıkmıştır (Bunun aksine ankette Winston Churchill’in bir bilim kurgu karakteri olduğuna inananlar ise yüzde yirmi üçtü.).

Аннотация

Beethoven’ın Kroyçer Sonatı’nın, ruhunda tarif olunmaz bir hissi filizlendirdiğini düşünürken, karısının hayat verdiği bu nağmelerin bir evliliğin sonu olacağını nereden bilebilirdi? Bu evlilik neden olmamış mıydı sevgiyi, aşkı, kadını, kadınlığı anlamaya çalışmasına? Karmaşık hisler ve düşünceler yumağının arasında içinde yaşadığı toplumun ahlak yapısını sorgulamasına? “Yalnız, erkeğin kadın hakkında, kadının da kendi hakkında edindiği fikir bu işte bir değişiklik yapabilir.” diyen Pozniçev, karmaşık ve duygu yüklü dünyasında gerçek aşkı ve sevdayı meçhul bir zamana bırakacaktır. Pozniçev’le kendini ifade eden Lev Tolstoy’un, kadın erkek ilişkilerini farklı bir bakış açısıyla ele aldığı bu eserinin ardından, farklı bir hikâyesi olan “Niçin”de, iki gencin yaralı yüreklerinde büyüttükleri aşka şahitlik ediyoruz. Sevginin yalnızca bedende yaşanmadığını gösteren, düşüncelerdeki güzelliği, yüreklerdeki umudu ve tutkuyu görerek sevmenin kuvvetini hisseden iki genç: Albin ve Migurski. Polonya’nın bağımsızlık mücadelesi içerisinde yeşeren bir sevda… Gözyaşıyla, ölümle, yoksullukla ve zulümle yoğrulan bir yaşam… Bu yaşam, yüreklerinde taşıdıkları bu ağır yük, onların gelecek günlere olan inancını kaybettiremeyecektir.

Аннотация

Dönemin eleştirmenleri tarafından 19. yüzyıl büyük Rus edebiyatının son temsilci ve son büyük romancısı olarak görülen Anton Çehov, 16 Ocak 1860’ta Rusya’da doğdu. Tıp fakültesinde okurken mizah dergilerinde ve gazetelerde ilk hikâyelerini yayımlamaya başladı. Bu dönemdeki öyküleri daha çok mizahiydi; onun için pek itibar görmüyordu. Modern tiyatro yazınının ve kısa öykünün en büyük ustalarından olan Çehov, 1890’lardan itibaren ise en önemli tiyatro eserlerini verdi. Tiyatro eserleriyle olduğu kadar kısa öyküleriyle de Rus ve dünya edebiyatında kendine önemli bir yer edindi. Günlük hayatta rastlanabilecek her olayı ve karakteri öykülerine taşıdı. Bu öykülerde tabiatın, insanların ve mekânın ince tasvirlerini yaptı. Bu ince tasvirler içinde beliren “küçük insanlar”ın dünyasını ise gereceğe en yakın şekliyle gözler önüne serdi. Bu seçkideki öyküler: İşler Tıkırında Gidiyor, Kader, Evet, Haklı Odur!, Kötü Kişi!, Günün Filozofu

Аннотация

Edebiyatımızın eskimeyen ismi Ömer Seyfettin; Osmanlı Devleti’nden Cumhuriyet’e geçiş sürecini birebir tecrübe etmiş ve yaşayan bir varlık olarak benimsediği dili, toplumsal gelişmeler bağlamından ayrı düşünmemiştir. Bu açıdan Ömer Seyfettin, tema ve dil yönünden çeşitlilik arz eden hikâyeleriyle hemen hemen her kuşağa seslenebilen usta bir hikâyeci olarak ön plana çıkmıştır. Ele aldığı konuları belli bir dönem içerisinde tasvir etmekle beraber, insana ait evrensel gerçeklerden ve kendi milletinin konuştuğu dilden kopmamıştır. Bu noktada hikâyelerini modern Türkçenin zengin ve duru kaynağına taşımayı başaran yazar, çağdaş Türk edebiyatının yolunu açmıştır. Yazarın hikâyeleri; medeniyetler arasındaki geleneksel Doğu-Batı çatışması, Türk ve dünya insanının kimlik bunalımları, siyasal ve kültürel çekişmeler, Türk modernleşmesi, Batı taklitçiliği, toplum ve birey ikilemi, savaş psikolojisi, toplumsal adalet, özgürlük ve insanlığın tarihsel evrimi gibi kavramları derinlemesine irdelemektedir. Ömer Seyfettin’in yazınsal tavrı; Batı taklitçiliğinin sahte modernizmi ile gerçek aydınlanmacı fikirlerin ayrımı neticesinde ortaya çıkmaktadır.