Аннотация

Masallar; bir milletin kültürüne, tarihine, zaman içinde var olan maddi ve manevi değerlerine tanık olmamızı sağlayan yegâne hazinelerdir. Türk masalları; taşıdığı evrensel değerleri, sunduğu tarihsel ögeleri, aşıladığı iyi ahlak unsurları ile bu hazineler içerisinde zenginliği ile göze çarpmaktadır. Okurunu ayrı bir dünyanın içerisine çekerken; bu eğlenceli yolculuğu birçok olumlu öğreti ile süslemektedir. Billur Köşk Masalları; eğlenirken öğrenmek isteyen çocuklarımıza hitap etmesinin yanı sıra, çocukluğuna özlem duyan ve göz ardı ettiği değerleri hatırlamak isteyen yetişkin okurlarımızın da elinden bırakamayacağı niteliktedir.

Аннотация

Türkiye’nin ağır sanayi mimarlarından Sedat Çelikdoğan, tüm yaşamı boyunca millî ve yerli kalkınma hedefini gütmüş ve bu hedef için birçok sanayi kuruluşunun kurulmasında önayak olmuştur. 1960’lı yıllarda, ağır sanayi hamlesinin başlatıcısı Necmettin Erbakan ile üniversite yıllarından başlayan kader ve yol arkadaşlığı uzun yıllar devam etmiş ve Çelikdoğan, Erbakan’ın hükûmet ortağı olduğu dönemlerde onun başdanışmanlığını yapmıştır. Siyaset sahnesinde veya ekranlarda yüzü görünmese de Türkiye’nin ekonomik kalkınmasında çok büyük katkılar sağlamıştır. Dolayısıyla onun millî ve yerli kalkınma davasına adanmış ömrünün dönüm noktalarını; Türkiye’nin geçmişine ve geleceğine, siyasetine ve belediyeciliğine, kalkınmasına ve gelişmesine yönelik görüş ve önerilerini tarihe not düşmek büyük bir önem arz etmektedir.

Аннотация

Masallar; bir milletin kültürüne, tarihine, zaman içinde var olan maddi ve manevi değerlerine tanık olmamızı sağlayan yegâne hazinelerdir. Türk masalları; taşıdığı evrensel değerleri, sunduğu tarihsel ögeleri, aşıladığı iyi ahlak unsurları ile bu hazineler içerisinde zenginliği ile göze çarpmaktadır. Okurunu ayrı bir dünyanın içerisine çekerken; bu eğlenceli yolculuğu birçok olumlu öğreti ile süslemektedir. Billur Köşk Masalları; eğlenirken öğrenmek isteyen çocuklarımıza hitap etmesinin yanı sıra, çocukluğuna özlem duyan ve göz ardı ettiği değerleri hatırlamak isteyen yetişkin okurlarımızın da elinden bırakamayacağı niteliktedir.

Аннотация

Nobel ödüllü yazar François Mauriac’ın kaleme aldığı; aile içi çatışmalar, dostluk, kardeşlik gibi kavramların psikolojik ve dinsel değerlendirmeleriyle okuyucuya aktarıldığı bu romanda insanın nefsiyle mücadelesine tanık olurken ayrıca entrika ve ihtirasın sonsuz çekişmesine şahit olacak, sevginin ve vefanın da ne demek olduğunu Kara Melekler’de öğreneceksiniz. İnsan psikolojisi analizinin gerektirdiği bütün ögeleri başarıyla işlemiş, gözlemleri ve ayrıntılı betimlemeleriyle Fransız edebiyatının dönüm noktalarından biri olan Kara Melekler, bütün dönemlerde okunabilecek zengin bir eser. Ayaklarımın altında su birikintilerinin soğuğunu hissediyordum. Yolun beyazlığı önümü aydınlatıyordu. Fakat bazen onu kaybediyor ve çamlara çarpıyordum. Şüphesiz bu an, hayatımın kendimi öldürmeye en müsait anlarından biri oldu. Fakat içimden sabırsız bir ses, sanki beni orada görmeyi ümit etmeyen birinin sesi ‘Hayır, sen çok korkaksın!’ diye tekrarlıyordu. Çünkü benim alçak ve yüreksiz olduğum doğrudur ve bizim bütün kötülüklerimiz arasında özellikle bunun bizi kurtardığı vakidir. Gece ıslanmış, karnım aç, ellerim kanlı. Fakat kendim heyhat! Canlı… Pek canlı olarak döndüm.

Аннотация

Yaşlı bir ressam ve genç Esther’in dostluğuyla başlayan hikâye aynı zamanda dönemin karmaşıklıklarını da gözler önüne seriyor. Kiliseye Meryem Ana tablosu yapması istenen ressam model olarak Esther’i seçer ve çizimde ona bir çocuk verir. Başlarda çocuğa dokunamayan bu genç kız zamanla âdeta tabloyla özdeşleşir ve sonu da tıpkı tablonun başına gelenle aynı olur… Mezhep farklılıklarından doğan çatışmalara ve genç bir kızın içine kapanık dünyasından nasıl annelik içgüdüleriyle dolup taştığına Zweig’ın anlatımıyla şahit oluyoruz. Ve o anda büyü bozulmuştu. Aşağılanmış topluluk utanç ve öfke içinde yukarıya hücum etti. Sert bir yumrukla yana savrulan Esther sendeledi. Ama toparlandı; sanki söz konusu olan kendi gerçek hayatıymış gibi resim için savaştı. Kör bir öfkeyle ve eski inadıyla ağır bir gümüş şamdan ile vurdu; içlerinden birisi küfrederek yere düştü ama bir başkası öfkeyle öne fırladı. Bir hançer kırmızı bir şimşek gibi parladı ve Esther yere kapaklandı. Aynı anda sunaktan kırılan sivri parçalar artık acı hissetmeyen bedeninin üzerine yağmaya başladı. Meryem Ana’nın çocukla ve kalbi kanayan Meryem Ana resmi, ikisi birden tek bir öfkeli balta darbesiyle düştü. *** Duyduğu aşk ve kavuşmanın imkânsızlığı karşısında eli kolu bağlı olan bir adam… Gerçekliğin yüzüne çarpan derin acısı ve soğuk tren rayları… Aşkın en saf hâli ve kalpleri sızlatan bir hikâye…O zaman gözlerini bir kere daha açtı. Üstünde sessiz, lacivert siyah gökyüzünü ve birkaç ağacın sallanan tepesini gördü. Ve ormanın üzerinde parlayan beyaz bir yıldız. Ormanın üzerinde yalnız bir yıldız… Şimdi raylar başının altında hafifçe titremeye ve inlemeye başlamıştı. Ama düşüncesi kalbinde ve aşkının tüm coşkusunu, çaresizliğini içeren gözlerinde ateş gibi yanıyordu. Tüm özlemi ve acı veren bu son soru, yukarıdan ona merhametle bakan o beyaz, parlak yıldıza doğru yükseldi. Tren yaklaşıyor, yaklaşıyordu. Ve ölecek olan adam, tarif edilemeyecek son bir bakışla o pırıldayan yıldızı, ormanın üzerindeki o yıldızı bir kere daha sarmaladı. Sonra gözlerini kapattı… *** Eski bir yapının muhteşem benzerlikteki iki kulesinin hikâyesinin anlatıldığı kitapta babalarının hırsını ve annelerinin güzelliğini kendilerinde toplayan kıskanç ikiz kardeş Sophia ve Helena, tamamen zıt bir karaktere sahiptirler fakat tek ortak yönleri birbirlerini delicesine kıskanmalarıdır. Yaşadıkları fakir hayattan bıkan kız kardeşlerden Helena bir gün evden kaçar ve erkekleri para karşılığı evinde ağırlayan bir kadına dönüşür. Fakat tüm ülkeye ünü yayılan kardeşini delicesine kıskanan ve hâlâ fakir hayatı yaşayan Sophia da intikam almak ister ve kardeşinden tamamıyla zıt bir hayat yaşayarak, yani dünyevi zevklerden uzak bir hayat yaşayarak kendinden bahsettirmek ister. İsteği gerçekleşir fakat bu sırada kardeşinin hain planından bihaberdir… Böylece yalancı dünyamızda ve ilk defa olmamak üzere Helena Sophia’yı yenmiş, güzellik bilgeliğe karşı, kötülük erdeme karşı, her zaman istekli olan beden de bocalayan ve başına buyruk ruha karşı galip gelmişti ve zamanında Hz. Eyüp’ün o önemli konuşmasında yakındığı gibi, yeryüzünde kötülerin hayatı iyi giderken, dindarlar zarar görmeye ve iyilerin alay konusu olmaya devam ediyorlardı.

Аннотация

"Milliyet, bu esasa (göre), yani hakiki Cemiyet-i Milel husule gelmesiyle olabilir. İngilizler, kendi halklarına nasyonalist; fakat harice karşı emperyalisttir. Bütün Avrupa devletleri böyledir. Binaenaleyh, hakiki nasyonalizm, bütün milletleri kendi milleti gibi müsavi görmektir. O zaman, beynelmilel hukuk, kanun ve mahkeme yapılabilir. Fakat bugün, zamanı henüz gelmemiştir. Yapılan, onun yalancı (şekli)dir." Toplumsal sorunları açıklamak ve bu sorunlara çözümler getirmek iddiasıyla Batı’da gelişen bir bilim olarak sosyolojiye, o dönem türlü sorunlarla karşı karşıya kalan Osmanlı Devleti içerisindeki problemlere çözüm arayışı içinde olan aydınların rağbet göstermesi kaçınılmaz bir durumdu. Bu aydınların başında gelen Ziya Gökalp, Türkiye’de sosyolojiyi -o zamanki adıyla içtimaiyat- kurmuş, Comte-Durkheim çizgisinde kalarak pozitivist sosyolojinin temsilcisi olmuş bir mütefekkir idi. Gökalp, bu çözüm arayışı içinde, Türk toplumunun kendine özgü ahlaki ve kültürel değerleriyle, Batı’dan aldığı bazı değerleri kaynaştırarak bir senteze ulaşma çabasına girdi. Düşüncesinin temelinde, “Türkleşmek, İslamlaşmak, muasırlaşmak” gayesi yatıyordu. Gökalp, bu gaye uğruna konferanslar vermiş, değişik edebî türlerde eserler kaleme almış, farklı gazetelerde birçok konuda makaleler yazmış, ilmî araştırmalar yapmış, Türkiye’de bilimin gelişmesi için büyük bir gayret sarf etmiştir. Millî edebiyatın kurulması ve gelişmesinde de önemli bir rol oynayan, siyasi ve toplumsal konularda sayısız makale kaleme alan, bir dönem Diyarbakır milletvekilliği yapmış Ziya Gökalp’ın sosyoloji anlayışı, Türkiye’de 1940’lara kadar, neredeyse tek egemen sosyoloji ekolü olmuştu. Gökalp benimsediği sosyoloji anlayışı ile Türk tarihi, millî edebiyat, şiir, roman, bilim, felsefe, içtimai hayat, toplumsal yapının bilimsel yöntemlerle incelenmesi, iş bölümü gibi konulara eğilmiş ve görüşleri ile Türk sosyal biliminde ve edebiyatında bugünlere kadar etkisini göstermiştir.

Аннотация

"Kut kelimesinin, Anadolu’da hâlâ “ruh” manasında kullanıldığı vardır. Mesela kut kurdu denilir. Kut kelimesi hem isim hem sıfat gibi kullanılır. Kut Dağ, Kutlu Maral kelimelerinde, sıfat gibi istimal edilmiştir. Hokand, Kut Kent demektir. Kotasın kut uz demek olduğunu evvelce görmüştük. Bazen, kutun hangi ilahın kutsiyeti olduğu da gösterilir. Oğuz dininde göreceğimiz veçhile, hakana Tanrı Kutu yahut İdi Kut denilir. Demek ki hakandaki kutsiyet ve velayet-i amme, ona ilahi bir hak olarak, Tanrı tarafından verilmiştir. Şamanda tecelli eden kendi İye Kila’sının yahut amagatının kuvvetidir. Eski Türklerde bütün hakan sülaleleri, neseplerini bir ilaha yahut toteme kadar çıkarırlardı. Sebebi, bu ilaha yahut toteme ait olan kuta vâris olmaktır." Toplumsal sorunları açıklamak ve bu sorunlara çözümler getirmek iddiasıyla Batı’da gelişen bir bilim olarak sosyolojiye, o dönem türlü sorunlarla karşı karşıya kalan Osmanlı Devleti içerisindeki problemlere çözüm arayışı içinde olan aydınların rağbet göstermesi kaçınılmaz bir durumdu. Bu aydınların başında gelen Ziya Gökalp, Türkiye’de sosyolojiyi -o zamanki adıyla içtimaiyat- kurmuş, Comte-Durkheim çizgisinde kalarak pozitivist sosyolojinin temsilcisi olmuş bir mütefekkir idi. Gökalp, bu çözüm arayışı içinde, Türk toplumunun kendine özgü ahlaki ve kültürel değerleriyle, Batı’dan aldığı bazı değerleri kaynaştırarak bir senteze ulaşma çabasına girdi. Düşüncesinin temelinde, “Türkleşmek, İslamlaşmak, muasırlaşmak” gayesi yatıyordu. Gökalp, bu gaye uğruna konferanslar vermiş, değişik edebî türlerde eserler kaleme almış, farklı gazetelerde birçok konuda makaleler yazmış, ilmî araştırmalar yapmış, Türkiye’de bilimin gelişmesi için büyük bir gayret sarf etmiştir. Millî edebiyatın kurulması ve gelişmesinde de önemli bir rol oynayan, siyasi ve toplumsal konularda sayısız makale kaleme alan, bir dönem Diyarbakır milletvekilliği yapmış Ziya Gökalp’ın sosyoloji anlayışı, Türkiye’de 1940’lara kadar, neredeyse tek egemen sosyoloji ekolü olmuştu. Gökalp benimsediği sosyoloji anlayışı ile Türk tarihi, millî edebiyat, şiir, roman, bilim, felsefe, içtimai hayat, toplumsal yapının bilimsel yöntemlerle incelenmesi, iş bölümü gibi konulara eğilmiş ve görüşleri ile Türk sosyal biliminde ve edebiyatında bugünlere kadar etkisini göstermiştir.

Аннотация

Sun Tzu’nun 2500 yıl önce yazdığı doğru savunma taktikleri, iyi bir planlama ve manevralarla nasıl hayatta kalınabileceğinin anlatıldığı son derece kıymetli bir strateji kitabıdır “Savaş Sanatı”. Çinli filozof bugün bile geçerliliğini koruyan tavsiyelerle savaş alanındaki koşulların saptanmasında; değişmez önemli faktörleri ustaca sıralamış, yenilmezlik zırhını bürünmenin akıllıca taktiklerle sağlanabileceğini bizlere felsefi bir derinlikte sunmuştur. Sun Tzu der ki: Uyanık ol! Uyanık ol! Ver her işini her çeşit casusu kullanarak çöz.

Аннотация

"Sibo, Miço, Bibi, Çiro ve Tibi… Bu beş yavru ördek büyüme çağındaydılar ve büyüyen tüm yavrular gibi her şeyi merak ediyor, öğrenmek istiyorlardı. Yeterince büyüdüklerinde babaları onlara yüzme öğreteceğine dair söz vermişti. Nihayet zamanı geldi… Bu haylaz ama sevimli beş ördek yavrusu; Sibo, Miço, Bibi, Çiro ve Tibi babalarının arkasına takılarak dereye doğru yol aldılar… Acaba yüzmeyi öğrenebildiler mi? Ne dersiniz çocuklar?" Mehmet Bedri Topaloğlu 2000 yılında Ankara’da doğdu. 4 yaşında resim yapmaya başladı. Aradan geçen zamanda resimle uğraşmayı bıraktı. Bu kitap vesilesiyle yeniden resim yapmaya başlaması beklenmektedir. Bu kitabın, Mehmet Bedri’nin arkadaşlarına ve diğer çocuklara örnek olacağını umuyor; tüm çocukların bol bol resim yapmalarını ve bu zevki doyasıya yaşamalarını tavsiye ediyoruz.

Аннотация

İnsanın Macerası adlı bu değerli, şiirsel, insanın yüreğine dokunan kitap, doğum öncesinden çocukluğa, ilk gençlikten ebeveynliğe, olgunluktan yaşlılığa, ölüm ve sonrasına kadar hepimizin hikâyesini anlatıyor. Bu kitap her bir insanın şahsi biyografisi. İnsan psikolojisini ve maneviyatı anlatmanın yanı sıra okuyucunun elinden tutup onlara eşsiz bir incelikle kendi yaşam yollarını gösteriyor. Fizik Üzerine Yedi Kısa Ders kitabının yazarı Carlo Rovelli ve 21. Yüzyıl İçin 21 Ders, Homo Deus, ve Sapiens kitaplarının yazarı Yuval Noah Harari tarafından ilham kaynağı olarak gösterilen İsviçreli ünlü yazar Scanziani, okuyucularını günlük sorularla bir yolculuğa çıkarıyor: “Ben kimim?”, “Neden buradayım?” “Nereye gidiyorum?”, “Ölümlü olduğum hâlde neden sonsuzluğu hissediyorum?” Bir milyondan fazla satan bu kitap ilk defa Türkçede… «Bizler var olmaya yaşamın başladığı yerde başladık. Peki yaşam nerede başladı? On dokuzuncu yüzyıl, kolay bir yüzyıldı; bilim insanları atomlardan oluşan, asal bir maddenin varlığından emindi ve atom sağlam, yıkılmaz, son ve sonsuzdu. Yirminci yüzyıl nispeten daha zor bir yüzyıldı, bilim insanları atomu incelediler ve onun iki kutuplu bir enerjide çözüldüğünü gördüler: Protonu oluşturan pozitif elektrik, elektronu oluşturan negatif elektrik. Elektron ve protonlar dalga mı yoksa partikül mü? Bazen dalgalar hâlinde bazen partiküller hâlinde görünürler, belki tamamen farklıdırlar belki de fotonlardan yani ışık tanelerinden oluşurlar.»