Скачать книгу

sırada Eris başlarının üstünde dönüp duran saati gösterdi. Altın rengiydi ve kocaman bir köstekli saati andırıyordu. Hayretle, “Saat ne zaman beş oldu?” diye sordu.

      Kayla’nın ise gözleri, içindeki koyu renkli akışkanın sürekli karıştığı, camdan makineye kaymıştı. Çevresinde elinde fincanlarla bekleyenler vardı. Kız neşeli bir kahkaha savurdu. “O saat, günün her anı beşi gösteriyor olmalı! Beş çayı! Şuraya baksanıza! Asıl enerji küpü burada!”

      Rauf, “O sıvımsı şey çaya pek benzemiyor.” diye karşılık verdi.

      “Evet, aslında sıcak çikolatayı andırıyor!” Kayla gözlerini kapatıp havaya yayılan kokuyu içine çekti. “Evet, kesinlikle çikolata. Almadınız mı kokuyu? Nefis! Hadi biz de birer fincan kapalım.”

      Az sonra sıcak çikolatalarını alıp üstünü tepeleme kremayla doldurmuşlardı.

      Çağla, fincanından kocaman bir yudum alırken, “Acıkmışım.” diye kıkırdadı. Kayla, “Çikolata mükemmel bir öğün sayılır!” diyerek arkadaşına katıldı.

      Kafedeki yüksek taburelere oturmak yerine etrafı izlemek için saatin altına geri döndüler. Dükkân sanki gittikçe kalabalıklaşıyordu. Tam o sırada Kayla, keyfinin kaçtığını gizlemeyerek, “Milo da burada!” dedi. Yanındakilerle birlikte kafeye yönelmiş olan grubu başıyla işaret etti.

      Rauf’un dikkatini ise Milo’dan çok yanındakilerden biri çekmişti. “Bir kardeşi olduğunu bilmiyordum.” dedi.

      Bu defa hepsinin gözleri Milo ve hologramı arasında gidip geldi.

      İrene’yle Yasemin bakıştılar. Her ikisi de ağzını sıkı tutmaya kararlı görünüyordu. Arkadaşları bu durumu kendi kendilerine çözebilirlerdi.

      Sonunda Rauf, “Milo’nun bir hologramı mı var yani?” diye sordu. Sesinde kıskançlıktan çok, şaşkınlık vardı.

      Eris, “Öyle görünüyor.” diye onayladı. “Ama sence de bir tuhaflık yok mu?”

      Sessiz kalmak İrene’ye göre değildi. Sanki uzun zamandır ağzını bıçak açmamış da, birden dili çözülmüş gibi nefes almadan, Milo’yla karşılaşmalarını anlatmaya koyuldu. Yasemin’in de araya sıkıştırdığı birkaç onaylayıcı cümleyle tüm detayları aktardı. Bitirirken, “Hurdacı burada olsaydı…” diye hayıflanmayı da ihmal etmedi. Yalnızca Milo’nun siyah duvarın ardında kaybolmasından söz etmeye gerek duymamıştı. Yasemin’in de söylemesini engellemek için kızın koluna hafifçe bir çimdik attı. Kız İrene’ye delici bir bakış fırlattı. Ama mesajı almıştı, sustu.

      O sırada ellerinde sıcak çikolata fincanlarıyla Milo ve diğerleri yanlarından geçti. İçerken kremaları burunlarına bulaştırıp birbirlerine aptalca şakalar yapıyorlardı. Sadece hologramın eli boştu ve bu yüzden diğerlerine göre daha ciddi bir havası vardı. Milo Rauflara bakıp haince sırıtmayı da ihmal etmedi.

      Kayla ellerinden bir şey gelmemesinin verdiği sıkıntıyla yüzünü buruşturdu. Aslında bu durum Milo’nun yaz kampını sabote etmesinden daha rahatsız ediciydi.

      Eris, düşünceli bir tavırla kaşlarını çattı. “Kendi hologramını kendin yarat! Milo’ya özgü bir teknolojik gelişme mi bu?”

      Bir süre sessizce ellerindekini içerek oyalandılar. Keyifleri kaçmıştı. Rauf, “Ben eve gidiyorum.” dedi. Enerji Küpü artık ilgisini çekmiyordu.

      6. BÖLÜM

      HURDACI’NIN DÖNÜŞÜ

      Hurdacı, yanında Cesur’la eski dükkânının karşısındaydı. Burası bir süreliğine hem laboratuvarı hem de evi olmuştu. Her ne kadar yeniden o hurdacı dükkânına yerleşmek, o eski düzenine kavuşmak istese de, bunun aslında iyi bir fikir olmayacağını biliyordu. Üflesen yıkılacakmış gibi duran yapıya baktı. Üzerinden pek nadir çıkardığı yağ içindeki tulumunu düşündü. Gözleri o hiç iç açıcı olmayan sokakta gezindi. Yüzüne alay dolu bir gülümseme yayıldı. Kendine yerleşecek başka bir yer bulmalıydı. Belki biraz daha temiz, biraz daha güvenli bir yer seçmek akıllıca olacak, diye geçirdi içinden. Şehrin bu kısmı gözlerden uzaktı, ama diğer yandan çocuklardan da uzaktı. Onlara yakın olmak istiyordu. Hem zaten 2140 yılına sadece Santini’yi bulmak için değil; çocuklara yakın olmak için, yalnız kalmamak için de gelmemiş miydi?

      Eğilip köpeğin başını okşadı. “Hadi Cesur, önce şu birkaç gündür sığındığımız pansiyondan ayrılıp kendimize uzun süre kalabileceğimiz bir yer bulalım. Sonra da bizimkileri… Onları nerede bulabileceğimizi tahmin ediyorum. Karşılarına dikildiğimizde yüzlerinin alacağı ifadeyi çok merak ediyorum. Ya sen?”

      Köpek başını kaldırıp heyecanla havlarken siyah tüyleri havalandı. Ardından şehir merkezine doğru yola koyuldular.

      Rauf, Beyin Geliştirme dersiyle ilgili egzersizleri yapmayı deniyordu. Ama aklı başka yerde olduğu için bir türlü dikkatini toplayamıyordu. Sonunda Eris’i aramaya karar verdi. Arkadaşının, “Bağlantı!” demesiyle karşısında belirmesi bir olmuştu.

      Rauf sözü uzatmadan doğrudan konuya girdi. “Sence Milo bunu nasıl başardı?”

      Eris, Rauf’un neyi kastettiğini hemen anlamıştı. “Bilmiyorum.” dedi. “Belki de yeni bir teknolojidir, henüz duyulmamış…”

      “Hem zaten bir hologramının olması yeterince sinir bozucu değilmiş gibi, üstünde değişiklik yapmış olması… Ağabeyin bir şey biliyor mudur?”

      Eris’in yüzünü umutsuzluk dolu bir ifade kapladı. “Sedna mı? Bilse de bana söylemez ki!..” Sustu, söyleyip söylememek arasında kısa bir süre kararsız kaldı. Son zamanlarda, ajan olan ağabeyi Sedna’dan bilgi aşırmak imkânsızlaşmıştı. Diğer yandan arkadaşına beceriksiz görünmek de istemiyordu. “Odasına göz atmayı denedim. Ama eşyalarını sık sık karıştırdığımın farkına vardığından kuşkulanıyorum. Çünkü odasına bir tür ‘görüntü alarmı’ takmış. Neye elimi atsam düzenek harekete geçiyor.”

      “Ne oluyor peki?”

      “Birbirinden korkunç lağım fareleri ortaya çıkıyor! Çok iğrençler!”

      Rauf hayretle bakakaldı. “Lağım fareleri mi? Şakacı bir ağabeyin var!”

      “Ya ne demezsin!”

      Rauf’un yüzündeki şaşkınlık ifadesi bu defa yerini çaresizliğe bıraktı. “Ben derse dönüyorum. Toplantıda görüşürüz.” dedi. Derse dönmek yerine, kum saatini evirip çevirmeye koyuldu.

      Çiseleyen yağmur ve yoğun sis o sabahı oldukça sevimsiz kılıyordu. Koru yolunda bir metre ilerisini görmek neredeyse imkânsızdı. Sanki kuşlar da bu havadan etkilenmiş, dalların arasına çekilmişlerdi. Yağmur damlalarının, yapraklara ve toprağa düştüklerinde çıkardıkları cılız ses dışında çıt çıkmıyordu.

      Kayla ve Çağla’nın bisikletleri yolun başından beri havada temkinle süzülüyordu. Çağla, “Bugün pek gelen olacağını sanmam.” dedi. “Bu havada…”

      “O hâlde biz bize kalırız!” Arkalarından gelen sesle iki kız korkuyla aniden irkildi. Bu sırada Kayla yere inmeden bisikletini zınk diye durdurdu. Onun durmasıyla, sisin arasından sıyrılıp gelen diğer bisikletin arkadan çarpması bir oldu. Kayla bisikletiyle birlikte yolun dışına, kelimenin tam anlamıyla uçtu. Kendini çalı ve yaprak yığınının üstünde buluverdi.

      Kızcağız üstünü başını silkeleyip yerden kalkarken, Çağla endişe içinde, “İyi misin?” diye sordu. Kayla ona cevap vermek yerine, kendisine çarpanı görüp

Скачать книгу