ТОП просматриваемых книг сайта:
RAUF VE 2125'LILER KULÜBÜ – ZAMANIN TUTSAKLARI. AYDIN ALMILA
Читать онлайн.Название RAUF VE 2125'LILER KULÜBÜ – ZAMANIN TUTSAKLARI
Год выпуска 0
isbn 9789752117471
Автор произведения AYDIN ALMILA
Издательство Автор
GEZGİN DEDEKTİFLER DİZİSİ
• Eski Evin Kiracıları
• Palmiye Sokak No. 5
• Macera Peşinde
• Safir Taşlı Maske
• Tapınaktaki Sır
HUYSUZ, SAKAR VE YALNIZ BAY KUŞ’UN ANILARI DİZİSİ
• Pigretto’daki Anıları
• Letargo’daki Anıları
• Monello İlkokulundaki Anıları
• Isola’daki Anıları
• Korsan Kapkara Bay Kuş
RAUF VE 2125’LİLER KULÜBÜ DİZİSİ
• Geleceğin Anahtarı
• Geçmişten Gelen Şövalye
ORMAN EVİNDEKİ SIRLAR DİZİSİ
• Elmas Broş
• Saklı Hazine
Yazar Hakkında
1970 yılında İstanbul’da doğdu. 1992 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünden mezun oldu. 1992 ve 1996 yıllarında kısa bir süreliğine Amerika’da bulundu. Aynı yıllar içinde Kaliforniya Üniversitesinde İngilizce öğrenimi gördü.
1997 yılından bu yana eşi ve kızıyla birlikte İtalya’da yaşamını sürdürmektedir.
Yazara;
www.almilaaydin.com
adresinden ulaşabilirsiniz.
Alara'ya…
1. BÖLÜM
TUTSAK
(Belirsiz bir zaman…)
Sonu olmayan karanlığın içindeydi. Nerede olduğunu bilmiyordu. Anlamasını sağlayacak hiçbir veri yoktu. Sanki tüm görüntülerle birlikte sesler ve kokular da emilmiş, yok olmuştu. Oysa karanlık, sesleri ve kokuları örtemezdi. Onun gücü sadece görüntülere yeterdi. Birden kendini yapayalnız hissetti. Bu his hızla güçlenerek korkuya dönüştü. Korkusunu yenmek için var gücüyle bağırmak istedi. Herhangi bir ses duymalıydı. Bu kendi sesi bile olsa onu rahatlatacaktı. Ağzını sonuna kadar açtı, ama sesi çıkmadı. Korkusu artarak önüne geçemediği bir paniğe dönüştü.
Sonra birden uzaklardan boğuk bir ses çarptı kulağına. Kelimelere dönüşmüyor, uğultu olarak büyüyerek yaklaşıyordu; oldukça hızlıydı. Artık tam dibindeydi, kulaklarını sağır edecekmişçesine yükselmişti. Ancak buna rağmen sesin sahibini göremediği gibi varlığını da hissedemiyordu. Beyni çatlayacakmış gibiydi.
İşte tam o anda ses ona dokundu; kelimelere dönüştü: “Uyan!” Hatta omuzlarından sarsmaya başladı. “Uyansana!” Ardından etrafa titrek bir mum ışığı yayıldı. Bir çift soluk mavi gözle karşılaşınca derin bir uykudan, korkunç bir kâbustan uyandı. Ter içindeydi, oksijene ihtiyacı vardı. Bulunduğu yerdeki tüm havayı içine çekmek istedi. Ancak o zaman ufacık odanın keskin, pis kokusuyla sarsıldı. Beyni onu kokuları ayırt etmeye zorluyordu, ama bundan kaçındı.
Onun yerine gözleri, eşyasız ve bir hücreden farksız odanın duvarları ile demir kapının üzerinden kayıp yeniden o mavi gözlerle buluştu. Sapsarı, darmadağın saçlarla çevrelenmiş; kirden kararmış, incecik soluk surattaki tek yaşam belirtisiydi bu gözler. Her ne kadar öyle görünmese de, gözler gencecik bir kıza aitti ve içinde tanımlayamadığı bir ışıltı barındırıyordu.
Soluk suratta birer çizgiye dönüşmüş dudaklar, “Nerede kaldın?” diye sorduğunda, artık iyice kendine geldiğini hissetti. Buz gibi soğuk taşın üstünde dirseklerinin yardımıyla yavaşça doğruldu. Hep aynısı oluyor, diye düşündü. Bu yolculuklara asla alışamayacaktı. Karanlığın içindeyken, orada ne aradığını asla hatırlayamayacaktı. Her defasında gözlerini açana dek, aynı korkuyu yaşamak zorundaydı.
Uzandığı yerden iyice doğruldu. Güçlü ve sağlıklı yapısı, temiz görüntüsü ve yeni sayılabilecek giysileri, bulunduğu ortama nasıl da aykırıydı. Genç adam alnına düşen siyah saçlarını geriye itip kızın gözlerinin içine baktı.
Siyah saçlı genç adam sefil odada yoktan var olurcasına belirdiği hâlde, soluk mavi gözler bu duruma hiç şaşırmamış gibi bakıyorlardı. Kız, “Nerede kaldın?” diye tekrarladı. Nereden çıktın ya da buraya nasıl geldin, değil de, nerede kaldın?
Ardından yüzüne hafif bir gülümseme yayıldı. Cevap beklemeden, “Beni unuttuğunuzu düşünmeye başlamıştım.” dedi. “Bu hücrede bir tutsak olarak ölüp gideceğimi… Her şeyimi elimden aldılar… Geri dönemedim…” Konuşurken kızın gözlerinde hafif bir parıltı belirdi. Ağlamamak için çaba sarf ettiği belliydi.
Genç adam daha fazla zaman kaybetmeden, yavaş hareketlerle ayağa kalktı. Kafası neredeyse odanın tavanına değiyordu. Kızın beline sarıldı. İkisi de odanın berbat kokusunun ciğerlerine dolmasına aldırmadan derin bir nefes aldılar. Genç adam cebindeki altıgeni kavrarken, pis hücrenin görüntüsü geride kalmıştı bile. Yalnızca bir an sürdüğü hâlde, onlara hiç bitmeyecekmiş gibi gelen dönüş yolculuğu için karanlığın içine dalmışlardı.
2140
Şehir merkezinin canlılığı ardında kalarak gücünü kaybederken, Rauf bisikletinin üzerinde, ona oldukça tanıdık gelen sokağa daldı. Hurdacı, dükkânını terk ettiğinden beri sokakta değişen bir şey olmamıştı. Aynı soluk yüzlü eski binalar, aynı kırık sokak lambaları, gündüzleri bile hissedilen aynı kasvet… Rauf yerde uçuşan kâğıtların bile aynı olduğuna yemin edebilirdi.
Evden çıkmadan, bisikletinin enerji kapsülünün dolu olup omadığını kim bilir kaç kez kontrol etmişti. Çünkü o sokakta tek başına enerjisiz kalmak isteyeceği son şeydi. Hem dönüş yolunda yükü de olacaktı. Delturude teyzenin siparişleri!..
Daha birkaç saat önce, Delturude elinde koca bir tepsi portakallı kurabiye ile kız kardeşini ziyarete gelmişti. Fırından yeni çıkmış kurabiyelerin kokusunu ta odasından alan Rauf mutfağa dalmak için bir an bile tereddüt etmemişti. Ancak bu pek de Rauf’un yararına olmamıştı. Kurabiyeleri yemesine yemişti ama Delturude onu görür görmez küçük bir ricada bulunmaktan da geri kalmamıştı. Evdeki perdeler için yeni kornişlere ihtiyacı vardı; süpürgesinin sopası kırılmıştı; serpilen çiçekleri için ise iki büyük saksı gerekiyordu. Rauf şehrin diğer tarafına gidip bu “acil” ihtiyaçları bir çırpıda alabilir miydi?
Rauf, ağzındaki kurabiyeleri püskürtmemeye çalışarak, “İrene alamaz mı? O nalburun yerini benden daha iyi bilir.” diye karşılık vermişti.
Bunun üzerine Delturude neşeli kahkahalarından birini savurmuştu. “İlahî çocuk! Kuzinini tanımazmışsın gibi konuşuyorsun. Tam ihtiyacım olduğunda ortadan kaybolmakta üstüne yoktur onun!”
Rauf, içinden İrene’ye söylenerek teyzesinin elindeki listeyi alırken, Delturude saksıların rengi ve biçimi konusundaki tembihlerini sıralamayı ihmal etmemişti. Rauf üstünü değiştirmek üzere odasına giderken ise bu kez kız kardeşi Rita’ya, portakal kabuğundan tamamen doğal yollarla ürettiği esansı anlatmaya koyulmuştu. Yanında getirdiği küçük cam şişeyi açmasıyla keskin olmakla birlikte hoş bir koku etrafı sarmıştı. “Artık bütün giysilerimiz mis gibi portakal kabuğu kokacak.” diye şakımıştı. Rauf hiç vakit kaybetmeden, evi dolduran teyzesinin sesi ve o kokulu, uçucu sıvı arasından sıyrılarak kendini dışarı atmıştı.
Neyse ki nalburu bulması zannettiğinden kolay oldu. İçeri girip sırasını bekledi ve elindeki kâğıdı tezgâhtaki adama uzattı. Adam bir süre Delturude’nin yazısını okumaya çalışıyormuş gibi gözlerini kıstı. Ardından kahkahayı patlattı. Rauf, adamın neye güldüğünü anlamıştı. Teyzesinin basit bir kornişle ilgili yazdığı detaylar gülünmeyecek gibi değildi. Köşeli değil, yuvarlak korniş istiyordu. Krem rengine çalmamalıydı, buz beyazı olmalıydı. Raya oturan rulet ile perdenin takıldığı