Скачать книгу

haklıydı da. Tüm bunlar olmadan önce babam, Piyadelerden yıllar önce emekli olmuştu; fakat ilk silahın ateşlendiği gün, gönüllü olarak birliğine geri döndü. Henüz geniş çapta bir savaş ihtimalinden bahseden bile yoktu. Daha başlamayan bir savaş için gönüllü olarak ilk kişi babamdı belki de.

      Bu yüzden ona karşı hala öfkeliyim. Neden bunu yapmak zorundaydı ki? Neden öldürme işini başkalarına bırakmıyordu? Niçin evinde kalarak, bizi korumamıştı? Neden ülkesi, ailesinden daha önemliydi?

      Bizi terk ettiği günü tüm canlılığıyla hatırlıyorum. Okuldan yeni dönmüştüm ki henüz kapıyı bile açmadan evden gelen bağrışma seslerini işittim. Kendime hakim olmaya çalıştım. Annem ile babamın devamlı ettiği kavgalardan nefret ederdim. Bunu da sıradan tartışmalarından biri sandım.

      Kapıyı açtığım an, bu kavganın daha farklı bir yanı olduğunu anlamıştım. Bir şeyler çok ama çok tersti. Babam üniformasını giymiş bir halde dikiliyordu. Hiçbir şey anlamamıştım. Bu kıyafeti giymeyeli yıllar olmuştu. Şimdi neden giyiyordu ki?

      Annem, "Sen erkek değilsin!" diye bağırıyordu. "Aileni terk ettiğin için korkağın tekisin! Hem de hangi amaçla? Gidip, masum insanları öldürmek için mi?"

      Babamın suratı kırmızı bir renk aldı, her sinirlendiğinde olduğu gibi.

      "Neden bahsettiğinin farkında değilsin!" diye bağırarak karşılık verdi. "Ülkeme karşı olan vazifemi yerine getiriyorum. Yapılması gereken en doğru şey bu."

      "Kimin için en doğrusu?" diye bağıran annem, "Ne için savaştığını bile bilmiyorsun. Bir avuç aptal politikacı için mi?" şeklinde devam etti.

      "Ne için savaştığımı gayet iyi biliyorum: ulusumuzu bir arada tutmak için."

      "Ah, çok pardon, Bay Amerika! Kafanda bu durumu istediğin gibi aklayabilirsin, fakat gerçek şu ki sen bana tahammül edemediğin için ayrılıyorsun. Çünkü sivil hayatla nasıl başa çıkacağını bilemiyorsun. Çünkü Piyadelerden sonra hayatında anlamlı bir şeyler yapamayacak kadar aptalsın. O yüzden eline geçen ilk fırsat sayesinde bizi-"

      Babam, annemin suratına sert bir tokat savurdu. Sesi bugün bile halen kulaklarımda çınlar.

      Şoke olmuştum; o güne kadar anneme bir kez olsun bile vurduğunu hatırlamıyorum. Tokadı yiyen sanki benmişim gibi hissettim. Ona bomboş, tanımayan gözlerle bakakaldım. Bu adam gerçekten de benim babam mıydı? O kadar afallamıştım ki kitaplarım elimden kayarak, büyük bir gürültüyle yere düştüler.

      İkisi de dönerek, bana baktılar. Utanmış bir halde koridor boyunca koşarak, kendimi odama kapattım. Nasıl davranacağımı bilmediğim için, onlardan bir an önce uzaklaşmalıydım.

      Birkaç dakika sonra kapım hafifçe vuruluyordu.

      "Brooke, benim." diyordu babam, pişmanlık dolu bir sesle. "Bunu gördüğün için üzgünüm. Lütfen, izin ver de gireyim."

      "Defol!" diye bağırdım.

      Bunu uzun bir sessizlik takip etti. Fakat babam hala kapımın önündeydi.

      "Brooke, şimdi gitmem gerekiyor. Gitmeden önce seni bir kere görmek istiyorum. Lütfen. Dışarı çık ve vedalaşalım."

      Ağlamaya başlamıştım.

      Tekrar, "Defol!" diye bağırdım. Şaşkına dönmüştüm, anneme vurduğu için öfkeli, bizi terk ettiği için ise daha da öfkeliydim. Ve asla geri dönmeyebileceği için içten içte korkuyordum da.

      "Gidiyorum, Brooke" dedi. "Kapıyı açman gerekmiyor. Ama seni ne kadar çok sevdiğimi bilmeni istiyorum. Ve her zaman seninle olacağımı da. Unutma, Brooke, bu ailede en güçlü olan sensin. Onlara göz kulak ol. Sana güveniyorum. Aileni koru."

      Ve ardından babamın uzaklaşan ayak seslerini işittim. Gittikçe uzaklaşıyorlardı. Birkaç saniye sonra da ön kapının açılıp, kapanma sesi geldi.

      Ardından ise sessizlik.

      Günler gibi gelen birkaç dakikanın ardından kapımı yavaşça açtım. Hemen hissedebildim. Gitmişti. Onunla vedalaşmadığım için çoktan pişmanlık duymaya başlamıştım bile. Çünkü içten içe biliyordum ki babam asla geri dönmeyecekti.

      Mutfakta oturan annem kafasını ellerinin arasına almış, ağlıyordu. Her şeyin sonsuza dek değiştiğini, hiçbir şeyin ve özellikle annemin asla aynı olmayacağını o an anladım. Tabii bu benim için de geçerliydi.

      Haklı da çıktım. Şimdi oturmuş, baygın gözlerle sönmekte olan ateşin közlerine bakarken, o günden sonra hiçbir şeyin aynısı gibi olmadığını daha iyi anlıyorum.

* * *

      Manhattan'da eski bir apartman dairesindeyim. Burada ne yaptığımı veya buraya nasıl geldiğimi bilmiyorum. Etrafımdaki he şey manasız geliyor, çünkü apartmanın onu hatırladığım haliyle hiçbir alakası yok. Evin içinde tek bir mobilya bile yok, sanki burada hiç yaşamamışız gibi. İçerdeki tek kişi benim.

      Kapı aniden vuruluyor ve babam, üzerinde üniforması, elinde çantasıyla içeri giriyor. Gözlerindeki boş bakış, sanki az önce cehennemden dönen birine aitmiş gibi.

      "Baba!" ,diye bağırmaya çalışıyorum. Ancak kelimeler ağzımdan çıkmıyor. Gözlerimi aşağı çevirdiğim zaman, bir duvarın arkasında, zemine yapışmış bir halde olduğumu anlıyorum. Kendimi kurtarmak, ona doğru koşabilmek ve seslenebilmek için ne kadar çabalarsa çabalayayım, bunu başaramıyorum. Boş dairenin içine girip, etrafa bakınmasını hiçbir şey yapamadan izlemeye zorlanıyorum.

      "Brooke?" diye bağırıyor. "Burada mısın? Ev de kimse var mı?"

      Tekrar cevap verebilmek için çabalıyorum, ama sesim çıkmıyor. Tüm odaları aramaya başlıyor.

      "Geri döneceğimi söylemiştim. Neden kimse beni beklemedi?"

      Bunun üzerine, ağlamaya başlıyor.

      Kalbim kırılıyor ve tüm gücümle ona seslenmeye çalışıyorum. Fakat ne kadar mücadele etsem de hiçbir şey olmuyor.

      Sonunda, kapıyı ardından nazikçe kapatarak, apartmanı terk ediyor. Kapının kilidinin çıkardığı ses, boşlukta yankılanıyor.

      En sonunda sesim çıkıyor ve bağırarak, "BABA!", demeyi başarıyorum.

      Ancak bunun için çok geç. Artık o sonsuza dek gitti ve bu bir şekilde benim suçum sayılır.

      Gözlerimi kırpıyorum ve kendimi bir anda dağlarda, babamın evinde, onun en sevdiği koltukta, ateşe karşı oturur buluyorum. Babam kanepede kafası önde, eğilerek oturmuş, Deniz Piyadeleri bıçağıyla oynuyor. Suratının yarısının kemiklerine kadar erimiş olduğunu dehşetle fark ediyorum; Kafatasının yarısını açıkça görebiliyorum.

      Bana baktığında, ürperiyorum.

      "Sonsuza kadar burada saklanamazsınız, Brooke." diyor ağır bir ses tonuyla. "Burada güvende olduğunuzu sanıyorsun. Fakat sizin için gelecekler. Bree'yi al ve saklan."

      Ayakları üzerinde doğrularak, bana doğru yaklaşıyor ve omuzlarımdan tuttuğu gibi beni sarsmaya başlıyor. Gözlerinden alevler saçarak, "BENİ DUYDUN MU ASKER!?" diye bağırıyor.

      Ortadan kaybolmasıyla beraber, çarparak açılan kapı ve pencereleri, kırılan camların ahenksiz sesi takip ediyor.

      Evimizin içine silahları çekilmiş bir halde, bir düzine köle avcısı doluşuyor. Üstlerinde herkesçe bilinen siyah üniformaları, kafalarında simsiyah maskeleri ile evin her bir köşesine dağılıyorlar. İçlerinden biri çığlıklar atan Bree'yi koltuktan çekerek, götürmeye başlıyor. Koşarak bana yaklaşan başka bir tanesi ise parmaklarını koluma geçirerek, silahını suratıma

Скачать книгу