Скачать книгу

özelliği olmayan dikdörtgen bir kutunun içine oturtulmuş, yapıldığı ilk günden beri eski, şimdi ise çürümüş gibi duran ucuz ve mavi renkli bir dış kaplamayla süslenmiş olan tipik bir dağ evi. Ucuz plastikten yapılmış olan, az sayıdaki pencereleri küçük ve araları açık. Daha çok karavan parklarında rastlanabilecek cinsten bir yere benziyordu. Yedi metrelik bir genişliğe sahip bu ev aslında tek bir yatak odasına sahip olmalıyken, yapanın aklına nereden estiyse, iki küçük yatak odası ve bunlardan daha bile küçük bir salona sahip.

      Savaştan önce, dünya halen normal bir yerken burayı ziyaret ettiğimi hatırlıyorum. Babam evde olduğu zamanlar şehirden uzaklaşabilmek için bizi buraya getirirdi. Nankörlük yapıyormuş gibi gözükmek istemediğim için mutluymuş gibi davranır ama içten içe bu evden nefret ederdim; bana her zaman karanlık ve boğucu geldiği gibi, içerde hep bir küf kokusu da olmuştur. Çocukken, buradan bir an önce gitmek için hafta sonlarının bitmesini sabırsızlıkla beklerdim. Kendime sessizce yeminler eder, büyüdüğüm zaman buraya asla adımımı atmayacağımı söylerdim.

      İşin komik tarafı ise şu an buraya minnettarım. Burası hem benim, hem de Bree'nin hayatını kurtardı. Savaş başladığı zaman şehirden kaçmaktan başka bir seçeneğimiz yoktu. Burası olmasaydı ne yapardık bilemiyorum. Eğer bu ev bu kadar yukarlarda ve uzaklarda olmasaydı, çoktan köle avcıları tarafından kaçırılmıştık. Küçükken nefret ettiğiniz şeyleri, büyüdüğünüzde takdir edebiliyor oluşunuz ne kadar da komik. Kısmen büyüdüğünüzde yani. On yedi yaşındayım ama kendimi yine de büyümüş görüyorum. En azından son birkaç yıl içinde birçoğundan daha hızlı büyüdüm.

      Evimiz yolun kenarında, bu kadar açıkta kalmıyor olsa ve birazcık daha küçük, korunaklı ve ağaçların arasında bulunsa, şimdi olduğum kadar endişeli olmazdım. Gerçi, kağıt inceliğinde duvarlara, akıtan bir çatıya ve rüzgarı engellemeyen pencerelere, her halükarda sahip olacaktık. Burası asla konforlu ve sıcak bir ev olmayacaktı. Fakat en azından güvende olacaktık. Şimdi buraya ve ardındaki geniş açıklığa bakınca, evimizin bir boy hedefi gibi durduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum.

      Karları ezerek ön kapımıza doğru ilerlerken, içerden havlama sesleri yükseliyor. Köpeğimiz Sasha, ona öğrettiğim şeyi

      yapıyor: Bree'yi korumak. Ondan o kadar memnunum ki. Bree'yi o kadar dikkatle izliyor ki en ufak seste dahi havlıyor; böylece ne zaman avlanmaya gitsem, içim biraz da olsa rahat oluyor. Gerçi havlaması aynı zamanda yerimizi belli edebilir diye endişeleniyorum; ne de olsa havlayan bir köpek, insanların varlığına işarettir. Tam da köle avcılarının kulak kabartacağı cinsten bir ses.

      Hızla içeri girerek, Sasha'yı susturuyorum. Elimdeki odunları tutmaya çalışarak, kapıyı kapatıyorum ve karanlık odaya giriyorum. Sessizleşen Sasha kuyruğunu sallayarak, üstüme doğru zıplıyor. Altı yaşındaki çikolata renkli bu Labrador, hayal edebileceğim en sadık köpek ve dostlardan biri. Eğer o olmasaydı, Bree çok uzun bir süre önce bunalıma girebilirdi. Hatta ben bile girebilirdim.

      Suratımı yalayarak, iniltiler çıkaran Sasha, her zaman olduğundan daha da heyecanlı görünüyor; belimin çevresini ve paketlerini koklayarak eve özel bir şeyler getirmiş olduğumun çoktan farkına vardı bile. Onu sevebilmek için odunları yere bırakıyorum. O kadar zayıf ki vücuduna değen ellerim, kaburgalarını sayabiliyor. İçime bir suçluluk dalgası yayılıyor. Fakat Bree ve benim durumumuz daha farklı değil. Yediğimiz her şeyi onunla paylaşıyoruz, yani bu konuda eşitiz. Gene de ona daha fazlasını verebilmek isterdim.

      Burnuyla dokunduğu balık elimden fırlayarak, yere düşüyor. Anında saldırdığı balık, yerde kaymaya başlıyor. Balığın üzerine tekrar zıplayarak, dişlerini geçiriyor. Fakat tadını sevmemiş olmalı ki, dişlerini çekiyor. Bunun yerine, onunla oynayarak, yerde bir o yana, bir bu yana sürüklemeye devam ediyor.

      Bree'yi uyandırmak istemediğim için, sessizce "Sasha, dur!" diyorum. Ayrıca onunla fazla oynar da, etini ziyan edebilir diye endişeleniyorum da. Sasha itaatkar bir şekilde duruyor. Fakat halen o kadar heyecanlı ki, ona bir şeyler vermek istiyorum. Cebimden çıkardığım kavanozun kapağını açarak, parmağımla aldığım reçeli ona doğru uzatıyorum.

      Uzun dilinin üç hamlesiyle parmağımda bir damla bile reçel bırakmıyor. Dudaklarını da yaladıktan sonra gözleri irice açarak, daha fazla istediğini belirtiyor

      Kafasını okşayıp, bir öpücük kondurduktan sonra ayaklarımın üzerine doğruluyorum. Ona bu kadarcık reçel vermenin cömert mi, yoksa acımasızca mı olduğu kafama takılıyor. Ev, her gece olduğu gibi karanlık halde. Ateşi çok nadir yakarım. Isınmaya ne kadar ihtiyacımız olsa da dikkat çekmek istemiyorum. Fakat bu gece durum farklı. Yakacağım bir ateş, Bree'nin hem ruhsal ve fiziksel tedavi sürecine yardımcı olacaktır. Hem zaten yarın buradan ayrılacağımız için biraz riski göze almaya hazırım.

      Büfeye doğru ilerleyerek, buradan bir adet çakmak ve mum alıyorum. Bu evin en iyi yanlarından biri, deniz piyadesi olan babamın, beklenmeyen durumlar için her zaman hazırlıklı olma takıntısının bir neticesi olan koca bir mum zulasına sahip oluşu. Hatırlıyorum da, tüm bu mumları ilk gördüğüm zaman onunla dalga geçmiş, ona istifçi diyerek, takılmıştım. Fakat

      şimdi elimizde o kadar az kaldı ki, keşke daha fazlasını istifleseydi diyorum.

      Kalan son çakmağımızı çok nadir kullanarak ve motosikletin deposundan birkaç haftada bir damlattığım birazcık benzin ile çalışır halde tutuyorum. Babamın motosikleti için her gün Tanrı'ya şükrediyorum ve babama da, onu son kez doldurduğu için minnettarım; Halen bir avantaja ve değerli bir şeye sahip olduğumuzu bana düşündüren bu alet, eğer her şey baş aşağı giderse, buradan kurtulmak için son şansımız olacak. Babamın her zaman garaja koyduğu bu aracı, savaştan sonra buraya ilk geldiğimiz zaman, derhal buradan çıkarıp, tepenin yukarısına, ağaçların arasına götürdüm ve kimsenin bulamayacağı şekilde üstünü çalılar ve dallarla örttüm. Çünkü birisi evimizi keşfedecek olsa, ilk bakacağı yer garajımız olur.

      Ayrıca annemin tüm itirazlarına rağmen, babamın bana bu aleti kullanmayı öğretmiş olmasına memnunum. Yanındaki sepeti yüzünden öğrenmesi diğer motosikletlerden daha zordu. Babamın sepette oturmuş, aracı her stop ettirişimde bana bağırarak emirler verişini hatırlıyorum. Motoru kullanmayı, bu yokuşlarla dolu, affı olmayan dağ yollarında, ölmekten korkarak öğrendim. Yamaçtan aşağı bakarak, yüksekliği hesapladığımı ve ağlayarak, direksiyona geçmesi için ona yalvardığım zamanları hatırlıyorum. Fakat o hep reddederdi. İnatla orada oturur, sızlanmayı kesip, tekrar denememi beklerdi. Ve böylece, kullanmayı öğrendim. Özetle, böyle şartlar altında büyüdüm.

      Sakladığım günden beri ona elimi sürmedim. Benzine ihtiyacım olmadığı sürece gidip de ona bakma riskini almıyorum. Bunu da zaten sadece geceleri yaparım. Bir gün başımız derde girer de, hızlıca tüymek zorunda kalırsak, Bree ve Sasha'yı sepete koyduğum gibi güvenli bir yere kaçacağız. Fakat doğruyu söylemek gerekirse, nereye gideriz hiç bilmiyorum. Duyduklarım ve gördüklerimden anladığım kadarıyla dünyanın geri kalanı bir çöle dönüşmüş halde ve her tarafta suçlular ve çetelerle kaynarken, çok az sayıda hayatta kalmayı başaran insan var. Hayatta kalmayı başarmış olan şiddet meraklısı tipler şehirlerde toplanmışlar ve kendi ihtiyaçları için ya da arenalarda ölümüne dövüştürmek üzere insanları kaçırıp, onları köle yapıyorlar. Eğer yanılmıyorsam Bree ve ben, şehrin dışında, özgürce yaşayabilen azınlıktanız. Ve tabii bir de, açlıktan ölmemiş olan azınlıktan.

      Mumu yakmış, Sasha ile beraber karanlık evin içinde sessizce yürüyorum. Bree sanırım uyuyor ve ben bunu biraz endişeyle karşılıyorum: çünkü normalde bu kadar uykucu değildir. Kapısının önünde durup, uyandırsam mı acaba, diye düşünüp

Скачать книгу