Скачать книгу

verdiği çakıyı çıkarıyorum; adının baş harflerinin ve Deniz Piyadeleri logosuyla süslenmiş paslı sapını, buraya geldiğimiz her geceden beri yaptığım gibi ovuyorum. Kendi kendime, onun halen hayatta olduğunu söylüyorum. Bunca yıldan sonra onu görme şansımın sıfıra yakın olduğunu bilsem bile, bu ihtimali kafamdan çıkarıp atamıyorum.

      Her gece, babam keşke gitmeseydi, savaşa gönüllü olarak katılmasaydı diye düşünürüm. En başından beri aptalca bir savaştı. Nasıl başladığını asla tam olarak anlamamıştım ve halen de bilmiyorum. Babamın bana defalarca anlatmış olmasına rağmen, gene de anlamamıştım. Belki yaşımla alakalıdır. Belki de yetişkinlerin birbirlerine ne kadar düşüncesizce şeyler yapabildiğini anlayamayacak kadar gençtim.

      Babamın anlattığına göre, bu ikinci Amerikan Sivil Savaşı'ydı. Fakat bu seferki Kuzey ve Güney arasında değil de, politik partiler arasında gerçekleşiyordu. Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında. Bunun uzun zamandan beri beklenen bir savaş olduğunu söylemişti. "Son yüz yıldır." demişti, "Amerika iki farklı ulus olarak kutuplaşmakta; aşırı sağ ve aşırı sol." Zaman içinde bu farklılıklar öylesine derinleşmiş ki, Amerika, birbirine zıt fikirlerin ikiye böldüğü bir ulus haline dönüşmüştü.

      Babamın dediğine göre, solda yer alan insanlar, yani Demokratlar, devletin sürekli büyümesini istiyor ve vergileri yüzde 70'e kadar çıkararak, insanların hayatlarının her safhasına müdahale edebilmek istiyorlarmış. Öte yandan, Cumhuriyetçiler ise tüm vergileri kaldırmayı, insanları rahat bırakıp, kendi geçimlerini istedikleri gibi sağlayabilme hakkını onlara tanımak niyetindelermiş. Zaman içinde bu iki farklı ideoloji, uzlaşmak yerine birbirlerinden iyice ayrı düşmeye başlamışlar. İşleri o kadar ileri bir noktaya götürmüşler ki artık iki taraf da sağlıklı düşünemez olmuş.

      Durumu daha kötü hale getiren şey ise Amerika'nın artan nüfusu olmuş. Politikacılar için ulusal çapta ilgi çekmek o kadar zor bir hale gelmiş ki iki tarafın politikacıları, ulusal televizyon kanallarına çıkabilmek için söylemlerini iyice uç noktalara taşımışlar. Hem böylece kendi hırsları için gereken ilgiyi de toplayabiliyorlarmış.

      Sonuç olarak ise iki partinin de en çok gelecek vaat eden kişileri, birbirlerine üstün gelebilmek için kendilerinin de

      inanmadıkları şeyleri radikal bir şekilde savunan ve başarılı olmak için bunu yapmaktan başka şansları olmayan politikacılar olmuş. Haliyle, iki parti tartışmaya başladığı zaman, yapabilecekleri tek şey, sürekli daha da sertleşen bir üslup takınarak, birbirleriyle ters düşmek olmuş. En başlarda bu sözlü saldırılar ve kişisel hakaretlerden ibaretmiş. Ancak zaman içinde sözlü saldırıların dozu iyice artarak, geri dönmesi imkansız bir noktaya ulaşmış.

      En sonunda, günlerden bir gün, yaklaşık on yıl önce, bardağı taşırması kesin olan o can alıcı kelime, politikacılardan birinin ağzından tehdit olarak savruldu: bölünme. Eğer demokratlar vergileri bir kere daha arttırmaya çalışırlarsa, Cumhuriyetçi Parti, Birleşik Devletlerden ayrılacak ve her kasaba, şehir ve de eyalet ikiye bölünecekti. Toprak olarak değil, ideolojik olarak.

      Zamanlaması daha kötü olamazdı; çünkü ülke, uzun zamandır ekonomik bir bunalım yaşıyordu ve bu politikacıyı desteklemeye hazır, işsizlikten yaka silkmiş birçok insan vardı. Bu adamın popülaritesini seven medya, onu daha fazla ekran karşısına çıkartmaya başladı. Kısa süre içinde popülaritesi arttı. Onu durduracak kimsenin olmayışı, Demokratların taviz vermemekte kararlı oluşu ve görüşlerinin destek görmesi sonucunda fikirleri iyice sertleşti. Partisi, kuracakları ulus için yeni bir bayrak ve hatta yeni bir para birim teklifi sundu.

      Bardağı taşıran son damla bu oldu. Eğer birisi öne çıkarak, onu durdurmuş olsaydı, tüm olacakların önü kesilebilirdi. Fakat kimse bunu yapmadı. O da bundan cesaret alarak, daha da ileri gitti.

      Bundan cesaret bularak, yeni birliğin kendine ait bir polis gücü, mahkemeleri, eyalet polisleri ve tabii ki ordusunun olması teklifinde bulundu. Bu da, işleri geri dönülemez bir noktaya getirdi.

      Dönemin Demokrat Başkanı iyi bir lider olsaydı bu olanlar engelleyebilirdi. Fakat birbiri ardına kötü kararlar vererek durumu daha beter bir hale getirdi. Halkı sakinleştirmek, böyle huzursuz bir ortama neden olan temel sebeplere çözümler bulmak yerine, "Asiler" dediği bu insanları bastırmak için daha sert bir yöntemi tercih etti: Cumhuriyetçi Partinin tüm ileri gelenlerini halkı isyana teşvik etmekle suçladı. Sıkı yönetim ilan ettikten sonra bir gece yarısı, parti liderlerini tutuklattı.

      Süreci hızlandıran bu hareket, partiyi de ikiye böldü. Benzer bir gelişme orduda yaşandı. Halk, her evde, her kasabada, her askeri kışlada birbirinden ayrı düşmeye başladı; gerilim, yavaşça, sokaklarda tırmandı ve komşu, komşudan nefret eder hale geldi. Aileler bile kendi aralarında taraflaşmaya başladılar.

      Cumhuriyetçilere yakın olan bir grup ordu mensubu, aldıkları emirler doğrultusunda darbe girişiminde bulunarak, tutuklu parti liderlerini hapishaneden kaçırdılar. Burada bir çatışma gerçekleşti. Capitol Binasının basamaklarında, herkesin beklediği ilk kurşunlar, ateşlenmişti. Subaylardan birinin silahına uzanmakta olduğunu sanan genç bir asker, tetiğe basan ilk kişi oldu. Ölen ilk askerden sonra, artık geri dönüş yoktu. Son çizgi çekilmişti. Bir Amerikalı, başka bir Amerikalıyı öldürmüştü. Ardından yaşanan silahlı çatışmada bir düzine asker öldü. Cumhuriyetçi yöneticiler ise konumu bilinmeyen bir bölgeye kaçırılmışlardı. Ve bu noktadan sonra başta ordu ve devlet olmak üzere, kasabalar, köyler, ilçeler ve eyaletler, ikiye ayrıldılar. Bu olaya daha sonra, İkinci Dalga denildi.

      İlk birkaç gün boyunca, kriz yöneticileri ve devletin içindeki farklı gruplar, barış için uğraştılar. Ama bu yetersiz çabalar için artık çok geçti. Yaklaşan fırtınayı durdurmaya, kimsenin yetecek gücü yoktu. Hem ilk saldıran olmanın vereceği hız ve sürpriz üstünlüğünü, hem de kazanacakları şöhreti düşünen savaş yanlısı bir grup general, işleri kendi bildikleri gibi halletmeye karar verdiler. Düşmanı derhal ezmenin, bu savaşa son noktayı koymak için en iyi yol olduğunda mutabık olurlar.

      Savaş böylece başladı. Amerika topraklarında cepheler açıldı. Yeni Gettysburg3 haline gelen Pittsburgh'te bir haftada iki yüz bin kişi öldü. Tanklar tanklara, uçaklar uçaklara karşı seferber edildi. Şiddet her gün, her hafta daha da arttı. Taraflar kesin olarak belirlenmiş, polis ve askeri kuvvetler bölünerek, ülkenin her eyaletinde birbirleriyle çarpışmaya başlamışlardı. Herkes, her yerde, dost dosta, kardeş kardeşe karşı dövüşüyordu. Savaş öyle bir noktaya vardı ki artık insanlar, ne için savaştıklarını unutmuşlardı. Kimse tüm bir ulusu kan gölüne çeviren bu savaşı durdurabilecek güçte değildi.

      Şu noktaya kadar savaş her ne kadar şiddetli geçiyor olsa dahi, gene de alışılageldik yöntemlerle ilerliyordu. Fakat bundan sonra savaş olabilecek en kötü yola saptı, Üçüncü Dalga. Umutsuzluk içindeki Başkan, savaşı yönetmekte olduğu gizli sığınağından, bu "Asileri" durdurmak için tek bir yol olduğuna karar verdi. En deneyimli askeri danışmanlarını çağıran Başkan, onlardan direnişi sonlandırmak için elindeki en güçlü yönteme başvurması yönünde tavsiye aldı: belirli hedefleri vuracak nükleer füzeler. Başkan buna onayladı.

      Ertesi gün, Amerika'nın dört bir tarafındaki Cumhuriyetçilere ait üstlere nükleer füzeler yollandı. Nevada, Texas, Mississippi de milyonlarca insan anında can verdi.

      Cumhuriyetçiler buna karşılık verdiler. NORAD'a4 pusu kurarak, nükleer silahlara el koydular ve bunlarla Demokrat hedeflere karşı saldırıya geçtiler. Maine ve New Hampshire gibi eyaletler neredeyse tamamen yok oldu. Ertesi on gün içindeyse tüm Amerika'da ki tüm şehirler yıkıma uğradı. Ardı ardına gelen yıkım dalgalarında ölmeyenler, kısa bir süre sonra zehirli hava veya sudan öldüler.

Скачать книгу