Скачать книгу

sahip olduğunu fark ediyorum. İçerisi epey sessiz. Açık, küçük pencerelerden içeriye giren ışık oldu güçlü.

      Odayı bir de bu aydınlığın içinde tarayarak, önceden kaçırmış olabileceğim bir şey var mı diye bakıyorum. Eğilerek gizli kapının kolundan tutuyorum ve hızla açıyorum. Yerden kalkan tozlar, güneş ışığının içinde yüzmeye başlıyorlar.

      Merdiveni aşağı indiriyorum. Bu sefer etrafa vuran ışık sayesinde aşağıda nelerin olduğunu daha iyi seçebilirim. Burada yüzlerce kavanoz olmalı. Tespit ettiğim birkaç ahududu reçelinden iki tanesini kapıp, aynı cebe sıkıştırıyorum. Bree buna bayılacak. Sasha da.

      Üstünkörü incelediğim diğer kavanozlar arasında neredeyse her çeşit yiyecek var: turşular, domatesler, zeytinler, lahana turşuları. Ayrıca farklı malzemelerden yapılmış reçellerin her birinden, en az bir düzine kavanoz bulunuyor. Arka kısımlarda daha bile fazlası var, ancak bunları incelemek için vaktim yok. Bree ile ilgili düşünceler daha ağır basıyor.

      Merdiveni yukarı çekip, gizli kapıyı örttükten sonra hızla kulübeden çıkıyorum ve giriş kapısını sıkıca kapıyorum. Tekrar kapının önünde durarak, etrafı gözden geçiriyorum ve birinin izliyor olabileceği ihtimaline kendimi hazırlıyorum. Fakat gene izleyen kimse yok. Belki bu aralar ben fazla gerginimdir.

      Yaklaşık yirmi yedi metre ileride bulunan, geyiği ilk gördüğüm noktaya doğru ilerliyorum. Yaklaşmak üzereyken, babamın av bıçağını çekiyor ve yanımda tutuyorum. Geyiği tekrar görebilme ihtimalinin çok düşük olduğunu biliyorum, ancak belki bu hayvanda, tıpkı benim gibi, alışkanlıkları olan bir canlıdır. Ne onu takip edebilecek kadar süratliyim ne de üzerine atılacak kadar hızlıyım. Ayrıca ne tabancam ne de gerçek anlamda ava uygun bir silahım var. Ancak tek bir şansa sahibim, o da bıçağım. Her zaman uzun mesafelerden hedefi tam on ikiden vurabilme yeteneğimle gurur duymuşumdur. Bıçak fırlatmak, babamı etkilemeyi başarabildiğim, en azından beni asla düzeltmeye veya geliştirmeye ihtiyaç duymayacağı kadar sahip olduğum, tek yeteneğimdi. Bunun yerine yeteneğimi ondan aldığımı söyleyerek, durumdan kendine pay çıkarırdı. Fakat gerçek şu ki bu konuda benim yarım kadar bile yetenekli değildi.

      Daha önce de durmuş olduğum yerde, ağacın arkasına eğilerek saklanıyorum ve bıçağım elimde, düz araziyi izlemeye başlıyorum. Duyabildiğim tek ses rüzgarın uğultusu.

      Eğer geyiği görürsem ne yapacağımı kafamda canlandırıyorum: yavaşça ayağa kalkıp, nişan aldıktan sonra bıçağı fırlatacağım. Önce gözlerine nişan alırım diye düşünüyorum ama ardından boğazında karar kılıyorum: bu sayede birkaç santim ıskalasam bile, bıçağın başka bir yere saplanma şansı olacak. Eğer ellerim çok üşümemişse ve eğer atışım isabetli olursa, işte belki o zaman, küçük bir ihtimal dahi olsa, geyiği yaralayabilirim. Fakat bunların hepsinin ihtimallerden ibaret olduğunun farkındayım.

      Dakikalar geçiyor. On, yirmi, otuz....Dinmiş olan rüzgar, fırtına olarak geri dönüyor ve ağaçlardan süpürdüğü kar tanelerini sanki suratıma doğru üflüyor. Zaman ilerledikçe daha da üşüyor ve hissizleşiyorum. Acaba bu kötü bir fikir miydi, diye düşünmeye başlıyorum. Açlıktan karnıma tekrar bir ağrı saplanıyor fakat, her şeye rağmen bunu denemek zorunda olduğumun farkındayım. Taşınma işinin altından kalkabilmek için alabileceğim tüm proteini almalıyım, özellikle de eğer motosikleti tepeden yukarı çıkarmayı düşünüyorsam.

      Bir saatlik bekleyişin ardından neredeyse donmak üzereyim. Vazgeçip, dağdan insem mi, diye ciddi şekilde düşünmeye başlıyorum. Belki bunun yerine gidip balık tutmaya çalışmalıyım.

      Uzuvlarımda kan dolaşımın sağlamak ve ellerimin çevikliğini kaybetmemesi için kalkıp, etrafta dolaşmaya karar veriyorum. Ellerimi şimdi kullanmaya kalksam, büyük ihtimalle hiçbir işe yaramazlar. Ayaklarımın üzerinde doğrulduğum vakit, sırtımın ve dizlerimin tutulduğunu anlıyorum. Küçük adımlar atarak, karda yürüyorum. Dizlerimi kaldırarak, büküyorum ve sırtımı, sağa ve sola çeviriyorum. Bıçağı kemerime geri taktıktan sonra, ellerimi ovuşturup, üzerlerine defalarca hohlayarak tekrar hissetmelerini sağlıyorum.

      Birden olduğum yerde donup kalıyorum. İlerlerde bir dal kırılıyor ve bir hareket sezinliyorum.

      Yavaşça dönüyorum. Orada, tepenin üstünde, bir geyik görüş alanıma giriyor. Yavaş, temkinli adımlarla, toynaklarını nazikçe kaldırarak ilerliyor. Kafasını eğerek, bir yaprağı çiğnemeye başlıyor, ardından ise dikkatlice ileri doğru bir adım daha atıyor.

      Kalbim heyecandan çarpıyor. Nadiren babam yanımdaymış gibi hissederim ama bugün kesinlikle öyle. Sesi, kafamın içinde yankılanıyor: Kıpırdama. Sessizce nefes al. Burada olduğunu anlamasına izin verme. Odaklan. Eğer bu hayvanı alaşağı edebilirsem, en az bir hafta boyunca ben, Bree ve Sasha'ya yetecek kadar yiyeceğimi olacak. Buna ihtiyacımız var.

      Açıklığa doğru birkaç adım attığında, onu daha net görebiliyorum: iri bir geyik, yaklaşık yirmi beş metre uzakta. Beş hatta on metre uzağımda olsaydı kendimi daha rahat hissederdim. Bu mesafeden fırlatabilir miyim bilmiyorum. Belki hava biraz daha sıcak ve geyik de hareket etmiyor olsaydı evet, o zaman fırlatırdım. Fakat geyik hareket halinde, aramızda bir sürü ağaç var ve ellerim de uyuşmuş bir halde. Sahiden de bilmiyorum. Ama eğer kaçırırsam, geyiğin buraya bir daha asla dönmeyeceğini biliyorum.

      Onu incelerken, ürkütmekten korkuyorum. Yakınlaşmasını bekliyorum ama buna niyeti yok gibi.

      Ne yapacağımı bulmaya çalışıyorum. Hızla koşmaya başlar, elimden geldiğince ona yaklaştıktan sonra bıçağı fırlatabilirim. Ama bu salakça olurdu: bir adım bile atmaya kalksam, yerinden fırladığı gibi kaybolacaktır. Sürünerek yaklaşmayı denesem mi, diye kafamdan geçiriyorum. Fakat bunun da işe yarayacağı şüpheli. Tek bir çıt sesi bile onu kaçırmaya yetecektir.

      Seçeneklerimi iyice tartıyorum. İleri doğru küçük bir adım atarak kendimi bıçağı fırlatmaya hazır bir hale getiriyorum. Fakat bu küçük adımın bir hata olduğu anlaşılıyor.

      Ayağımın altında kırılan bir dal parçasının çıkardığı ses, geyiğin kafasını hızla doğrultup, bana bakmasına neden oluyor. Gözlerimiz birbirine kilitleniyor. Beni gördüğünü ve kaçmaya hazırlandığını anlayabiliyorum. Bunun tek şansım olduğunu bildiğim için kalbim hızla atıyor. Zihnim, hiçbir şey düşünemez halde.

      Hızla hareket etmeye başlıyorum. Bıçağa uzanıp, onu kemerimden çekiyorum ve ileri doğru büyük bir adım atıyorum.

      Yeteneğimden sonuna kadar yararlanmaya çalışarak koluma ardıma doğru çekiyor ve bıçağı boğazına doğru fırlatıyorum.

      Babamın ağır Deniz Piyadeleri bıçağı havada dönerek ilerlerken, bir ağaca çarpmaması için dua ediyorum. Havada dönüp, üzerinden ışıklar saçan bu şey, bir güzellik abidesi. Tam o anda geyiğin arkasını dönerek, koşmaya başladığını fark ediyorum.

      Olan biteni görebilmek için fazla uzaktayım ancak yemin ederim ki daha saniyeler geçmeden hayvanın etine saplanan bıçağın sesini duyabiliyorum. Fakat halen kaçmaya devam eden geyiğin yaralanıp, yaralanmadığını anlayamıyorum.

      Bende onun ardından koşmaya başlıyorum. Demin durduğu yere ulaşıyorum ve karın içindeki parlak kırmızı kanı görünce, şaşırıyorum. Kalbim heyecan içinde atarken, cesaretleniyorum.

      Kan izlerini takip ederek koşuyorum, kayaların üzerinden atladıktan yaklaşık kırk metre sonra onu buluyorum; karlara saplanan gövdesinden uzanan bacakları, halen titriyordu. Bıçağın boğazına saplanmış olduğunu görüyorum. Tam da nişan aldığım yerden.

      Geyik halen yaşıyor ve ben çektiği acıyı nasıl dindirebileceğimi

Скачать книгу