Скачать книгу

de seziyordu. Aralarında olmak hakkı değilmiş gibi… Mert, İdil’in sessizliğini işte buna yoruyordu. Gerçi Mert’e göre böyle hissetmesi gereksizdi; başka birinin yerini alıp aralarına katılmamıştı ki! Hem okulu tanıma turu İdil’siz yapılsaydı hiç aynı olur muydu? İdil’in varlığı Mert’e güven veriyordu. Bu yüzden Mert, arkadaşının her zamanki gibi konuşmaya başlamasına memnun olmuştu.

      Sarp vızıldamak için, İdil’in Operadaki Hayalet’le ilgili açıklamasını fırsat bildi. “Kitabın sonunu söylediğin iyi oldu! Aramızda okumayanlar olduğunu düşünmeden!..” Gözü Nesli’ye kaymıştı o sırada, kızın da kendisini destekleyeceğini sanıyordu. Oysa umduğu gibi olmadı. Nesli, Sarp’ın sözleriyle ilgilenmedi bile.

      İdil ise oldukça sakin bir sesle arkadaşına karşılık verdi. “Operadaki Hayalet’in insan olduğunu yazar kitabın en başında açıklıyor zaten. Kitabın sonunu söyler miyim hiç! Okuduğunda sen de göreceksin.”

      Sarp hafifçe kızardı. Kendi ağzıyla, kendini ele vermişti. Konuyu uzatmadı.

      Gerçi Bilge Öğretmen de oyalanmaya niyeti olmadığından buna fırsat vermezdi. İdil’le Sarp’ın arasında geçen son diyaloğu duymazlıktan gelip, “Tiyatro salonunu keşfetmek için zaman bulacağına eminim, Sarp.” dedi. “Ama şimdi değil. Devam edelim.”

      Oradan dans derslerine ayrılmış salona geçtiler. Oldukça büyüktü ve dört bir yanı aynalarla çevriliydi.

      Ardından girdikleri müzik odalarından birinde ise Mert’in gözleri heyecanla parladı. Tam karşısında pırıl pırıl parlayan bir bateri duruyordu. Bilge Öğretmen’le sessizce bakıştılar. Mert bunun kendisine verilmiş bir izin olduğunu düşünerek baterinin başına geçti. Sık sık dinlediği bateri sololarından birini zihninden geçirdi. Nasıl çalınacağına dair bir fikri yoktu. Yine de bagetleri eline aldı. Davullara ve zillere vurmak için inanılmaz bir istek duysa da vuruyormuş gibi yapmakla yetindi. Kulağa hoş gelecek bir ritim yerine, korkunç sesler çıkma olasılığı yüksekti. Sarp’ın dilinden kurtulamayacak olması bir yana, Narin ve Feridun da ne düşünürdü! Daha ilk andan, beceriksiz biri olduğu izlenimini bırakmak istemedi. Ne de olsa söylediklerine göre her ikisi de kendi alanlarında eğitimliydiler.

      Gerçi o sırada Narin, “Harikulade!” diye kendi kendine mırıldanarak diğer müzik aletlerini incelemekle meşguldü. Mert’in bagetlerinden çıkacak ritim ne kadar kötü olursa olsun, umursayacak gibi görünmüyordu.

      Hemen ardından hızla diğer müzik odalarını da dolaştılar. Bu odalar sadece Mert’le Narin’in değil, diğerlerinin de ilgisini çekmişti.

      Nesli, “Dokunduğum anda hepsini çalacakmışım gibi geliyor.” dedi.

      Mert anlayışla arkadaşını onayladı. “Bana da öyle geliyor ama sonra bir müzik aletinin başına geçince gerçekle yüz yüze geliyorsun!” Konuşurken gülümsemesine engel olamıyordu. Bateri çalmayı öğrenecek olmanın düşüncesi bile sevindiriyordu Mert’i.

      Narin yine kelimeleri yutarak, “Müziğin büyülü dünyası…” diye söze girdi. Ancak o sırada Sarp piyanonun başına geçip birbiriyle en uyumsuz notalara basmaya başlayınca hafifçe yüzünü buruşturarak sustu.

      Heykel atölyelerinde, yüksek, tabureyi andıran masalar sıralıydı. Duvar dipleri ise farklı boylarda ve renklerde heykellerle çevriliydi. Bilge Öğretmen, “Geleceğin heykeltıraşlarıyla dolu olduğunda görmenizi öneririm.” dedi. Oradan hemen resim atölyelerinden birine geçtiler.

      Atölyenin bir tarafı yere kadar boydan boya pencereydi. Malikânenin en ışık alan odalarından birinin özellikle seçilmiş olduğu belliydi. Nesli’yle Sarp’ın gözleri Feridun’a çevrildi. Aslında çocuğun kendini övmek için ne diyeceğini merak ediyorlardı ama hevesleri kursaklarında kaldı. Feridun, farklı boylardaki şövalelere, paletlere, fırçalara ve rengârenk boya tüplerine bakmak yerine, aralarından geçip duvarlara asılı tablolardan birinin önünde durdu. Bir eliyle çenesini tutup gözlerini hafifçe kıstı. Tabloya önce biraz geriden baktı, sonra dibine kadar yaklaştı. Ağzını bir tarafa doğru yamulttu. Yalnızca Nesli’yle Sarp değil, Bilge Öğretmen de dâhil hepsi gözlerini çocuğa dikmişti. Feridun sanki önceden ezberlediği hareketleri bir bir sıralıyordu. Bu hareketi Sarp yapmış olsaydı, Nesli hiç vakit kaybetmeden, antika tablo uzmanı, diye sataşırdı. Ancak uzman pozu veren Feridun’u henüz tanımıyordu, hem Bilge Öğretmen yanlarındaydı; laf çarpmanın ne yeri ne zamanıydı.

      Bilge Öğretmen’in, “Devam edelim.” diyen sesiyle hepsi dikkatini kadına yöneltti. Feridun ise artık ilgi odağı olmadığından poz vermeyi bıraktı. Sırtındaki kazağı düzeltip diğerlerinin peşine takıldı.

      Öğretmenin ardından ilerlediler. Bilge Öğretmen koridoru takip ediyordu. Koridorun kıvrıldığı yerin tam karşı tarafında ise içerlek bir boşluk vardı. Duvarların arasına gizlenmiş gibi duruyordu. Sarp merakına engel olamayıp bir anlığına gruptan ayrıldı, o loş alana girdi. Kendi kendine, “Boş!” diye omuzunu silkti. Gerçi doğru kelime “unutulmuş” olurdu belki ama o anda Sarp’ın aklına gelmedi. İçerlek alan her ne kadar dar olsa da göründüğünden daha uzundu.

      Sarp tedirgin adımlarla yürüdü. Evet, kesinlikle boştu. Sadece en dipte, boşluğun bittiği yerde bir kapı vardı.

      Bilge Öğretmen’in adını seslendiğini duyunca hemen diğerlerinin yanına döndü. “Gruptan ayrılmayalım.” diye uyardı öğretmeni.

      Sarp, “Ayrılmadım, öğretmenim.” diye kendini savunup geçerli bir açıklaması olduğunu göstermek istedi. “Şu içerlek boşluğa bakıyordum. Dip kısmında bir kapı var. Demir bir kapı! Acaba nereye açılıyor?”

      “Bodrum katına olmalı, Sarp!”

      Sarp sanki bodrumu hayatında ilk kez duyuyormuş gibi gözlerini açtı. “Yaa, bodrum katı mı? Mahzen gibi mi? Neye benziyordur acaba?”

      “Herhangi bir bodrum katı gibidir. Tabii malikânenin boyutlarını düşünürsek epey geniş olduğunu tahmin etmek zor değil.”

      “Orayı da turlayacak mıyız öğretmenim?”

      “Gerek olduğunu sanmıyorum, Sarp.”

      Bilge Öğretmen’in sabır seviyesi şaşılacak düzeydeydi. Ancak Nesli için aynısı söylenemezdi. “Bu kadar çok merak ediyorsan inip kendi gözlerinle görmende fayda var bence. Hatta tur bitene kadar, sen yer altındaki kısımda vakit geçir. Sonra bize de anlatırsın.”

      Sarp, Bilge Öğretmen’e ne kadar olgun olduğunu kanıtlamak için Nesli’ye karşılık vermedi. Onun yerine sözlerini onaylamadığını gösterircesine başını sallayıp hafifçe kaşlarını kaldırdı. Öğretmen kararlı adımlarla okuma salonuna yönelince konu zaten kapandı.

      Adam malikânenin girişindeki işini bitirmişti. Sarp’la öğretmenin arasında geçen konuşmayı da duymuştu. Çocuğun kapıyı görmesi iyi oldu, diye aklından geçirirken kurnazca gülümsedi.

      Bilge Öğretmen yaratacağı etkinin farkında olduğundan, yüzünde hafif bir gülümsemeyle okuma salonunun girişinde kısa bir süre durdu. Yanılmamıştı; İdil dışındakiler gözlerine inanamıyormuş gibi bakıyorlardı.

      Mert kendini tutamayarak hafif bir ıslık savurdu. Sarp, “Buraya okuma salonu dendiğine emin misiniz, öğretmenim?” diye sordu. Aklına, sosyal medyada gördüğü kimi kütüphane fotoğrafları gelmişti. “Sizce de dünyaca bilinen kütüphanelere benzemiyor mu?” Sorularına cevap beklemiyor, sırf konuşmuş olmak için soruyordu. Nesli’nin ise şaşkınlıktan kelimenin tam anlamıyla çenesi düşmüştü.

      Malikânenin bir kanadındaki bu kısım, iç içe geçen,

Скачать книгу