Скачать книгу

aklına daha etkileyicisi gelmemişti. Kuzinini taklit etmiş sayılır mıydı? Bakışlarını İdil’e çevirdi, bu durumu umursamış gibi görünmüyordu.

      Mert sağ elini hafifçe havaya kaldırdı. “Adım Mert, bateri çalmayı öğrenmek için buradayım.”

      Sarı saçları, atkuyruğu gibi toplandığı hâlde, neredeyse beline kadar inen kız, “Adım Narin, müzik bölümüne kabul edildim, gerçek olamayacak kadar harikuladeee!” dedi. “Uzun zamandır şan dersleri alıyorum.” Ağzının içinde kelimeleri yutuyormuş gibi konuşuyordu. Harikulade derken kelimeyi yuvarlayıp uzatmıştı. Öyle ki, diğerleri ne dediğini anlamak için kulak kesilmişlerdi. Şan dersi alan birine pek de uyan bir konuşma şekli değildi. Diğer yandan kızın ismi ufak tefek yapısıyla uyum içindeydi. Hatta kocaman kahverengi gözleri küçücük yüzünde olduğundan daha iri duruyor, narinliğini iyice vurguluyordu.

      Geriye kendini tanıtmayan tek bir çocuk kalmıştı. Sanki bir soru sorulmuş da söz almak istiyormuş gibi elini kaldırdı. Dikkatleri üstüne toplamak için hafifçe öksürdü ama zaten Bilge Öğretmen de dâhil hepsinin bakışları çocuğa çevriliydi. Sıcak havaya rağmen, sırtına inen mavi çizgili beyaz kazağının kollarını boynuna dolamıştı. Kazağıyla takım bermudası ve bembeyaz spor ayakkabılarını gören, okulu dolaştıktan sonra tenis oynamaya gideceğini sanabilirdi.

      “Adım Feridun.” dedi. Ardından yandan ayırdığı, kahverengi düz saçlarını eliyle düzeltip tekrar hafifçe öksürdü. “Büyükbabamla aynı adı, ismi taşıyorum; köklü ailemde bir gelenektir bu. Yeteneği, kabiliyeti küçük yaşta keşfedilmiş bir ressamım. Yurt dışında, ünü sınırları aşan birkaç okulda eğitim gördüm; çok zor kimi yetenek, istidat sınavlarını büyük başarılarla aşarak…”

      Nesli, bir şey söyleyecekmiş gibi ağzını açtı ama sonra vazgeçti. Çocuğun kendini övmek için diyeceklerine dair duyduğu merak ağır basmıştı. Bir de aynı anlama gelen kelimeleri art arda mı söylüyordu yoksa Nesli’ye mi öyle gelmişti?

      Feridun, Nesli’nin bu merakını boşa çıkartmak istemiyormuş gibi devam etti. “Dünyaca ünlü resim öğretmenlerinden aldığım özel, hususi dersler bir yana…”

      Tabii Feridun, Bilge Öğretmen’in lafın gereksiz yere uzatılmasına dayanamadığını henüz bilmiyordu. Bunu en iyi Mert’le Sarp bilirdi. Özellikle Sarp! Kadın, tam da o ikisinin tahmin ettiği gibi gözlerini kocaman açıp, “Okulumuzda da kendini geliştirme fırsatı bulacağına eminim, Feridun.” dedi.

      Ardından hepsine hitap ederek, “Okul büyük, zamanımızı iyi değerlendirip hızlı hareket etsek hiç fena olmaz.” diye devam etti. “Üstelik içeri dolan uğultuya bakılırsa rüzgâr şiddetini gittikçe arttırıyor. Okuldan vakitlice çıksanız iyi olur. Hazırsanız tura başlayalım. Çantalarınızı burada bırakabilirsiniz, sırt çantalarının taşıdıkça neden ağırlaştığı, cevabı henüz açıklanamamış bir soru!” Bu sırada topukları üzerinde dönüp yürümeye başlamıştı bile.

      Sarp, “Öğretmenim, yorulduğumuz için…” diye ağzında geveledi. Sırt çantalarının ağırlığına dair dâhiyane bir şey söylemek istiyordu, ancak cümlenin sonunu getiremedi. Hemen ardından, “Hazırız!” demesi ise Bilge Öğretmen’in ayak sesleri arasında kaybolup gitti.

      Büyük bir hızla çantalarını bir kenara bırakıp öğretmenin peşi sıra yürümeye koyuldular.

      2. Bölüm

      Biraz Hızlı Bir Okul Turu

      Onca zamandır hevesle bekledikleri okul turu başlamıştı. Mert tüm dikkatini etrafına vermek istese de, Sarp’ın her zamanki gibi konuşası vardı. Mert’e doğru eğildi ve gözleriyle Feridun’u işaret edip, “Benden daha ukala biriyle karşılaşmak ilginç oldu.” dedi. “Kendini yere göğe koyamamak böyle bir şey olsa gerek!” Fısıldamasına rağmen, sesi koridorda beklediğinden yüksek çıkmıştı. Sözlerini yalnızca Mert değil, yanlarında yürüyen Nesli’yle İdil de duymuştu.

      Nesli, “Çok önemli bir tespitte bulundun.” derken kendini tutamayıp güldü. “Yaptığın ukalalıkların farkında olduğunu bilmiyordum.”

      İdil, “Birbirinize laf yetiştirmeyi bırakın da hızlanın.” diye araya girdi. “Bilge Öğretmen, Narin ve Feridun arayı açtılar bile. Hem bilmem farkında mısınız ama Hayallerinizdeki Okul’u keşfetmek üzeresiniz!” Nedense o gün her zamankinden daha ciddiydi.

      Sarp sessiz kalıp adımlarını hızlandırdı. Yüzü belli belirsiz kızarmıştı. Söylediğinin öğretmeni ve o iki çocuk tarafından da duyulmamış olmasını umdu.

      O sırada Bilge Öğretmen’in sesi duyuldu. Bir yandan yürüyor, bir yandan da kolunu yana doğru uzatmış anlatıyordu. “Oyun salonunu gezdirmeme gerek yok, diye düşünüyorum. Yaz boyu, orada vakit geçirmek için her fırsatı değerlendireceğinize şüphem yok.”

      Yine de hepsi birden adımlarını yavaşlatarak sonuna kadar açık kapıdan içeri göz atmadan edemediler. Eski yüzlü koltukları, aşınmış ahşap sehpaları ve sehpaların üzerindeki masa oyunlarıyla ferah ve insanı kucaklayan bir havası vardı.

      Mert’in aklı birkaç ay öncesine, arkadaşları ve Oğuz Öğretmen’le birlikte, bir satranç oyununun çevresindeki koltuklarda oturdukları güne gitti. Hayallerinizdeki Okul’a kabul edildiğini duyduğu o anı hayatı boyunca unutmayacaktı. Öylesine şaşkın ve heyecanlıydı ki! Aslında aynı heyecan tarafından yine ele geçirilmişti.

      Bilge Öğretmen’in sesiyle düşüncelerinden sıyrıldı. Kadın, “Öğle yemeklerini oyun salonunun hemen dışındaki çardağın altında yiyebilirsiniz.” diye ekledi. “Sağ taraftaki basamaklardan tiyatro salonuna çıkılıyor.” derken ise salona yönelmişti. “Aranızda oyunculuk derslerine katılacak kimse yok ama yine de arada uğramanızı öneririm. Provaları izlemek eğlenceli olduğu kadar besleyicidir! Hem Oğuz Öğretmen’i de görürsünüz.”

      Nesli, “Oğuz Öğretmen tanıdığım en gaddar antikacı!” diye atıldı. Sarp’ın ya da İdil’in cevap yapıştırabileceklerini düşünüp hemen ardından, “Tabii aslında tanıdığım tek antikacı!” diye eklemeyi de ihmal etmedi. “Ama kabul etmeliyiz ki, gaddardı!”

      Kuzini ve arkadaşları da aynı fikirdeydi, ancak konuyu uzatmamak için sustular. Oğuz Öğretmen’in ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu, nasıl da kılıktan kılığa girerek çocukların karşısına çıktığını öğrendiklerinde anlamışlardı. Gaddar antikacı olarak da oldukça inandırıcıydı.

      Hep birlikte tiyatro salonuna girdiler. Boş olduğunda nedense biraz hüzünlü ve aynı zamanda ürkütücü görünüyordu. Sahnenin yere kadar uzanan bordo perdeleri iki yana çekilmişti. Sahneyi kaplayan panodaki oldukça büyük şamdanlar ve yerden yükselen sis görüntüsü, üzerinde çalışılacak oyuna dair ipucu vermek istiyordu sanki. Salonu çevreleyen birkaç kişilik balkonlar ise gizemli bir hava yaratıyordu. İdil, “Operadaki Hayalet sahnelenecek olmalı!” dedi. “Geçen sefer izleyememiştim ama dekorunu hatırlıyorum.”

      Narin’le Feridun, İdil’e baktılar. Kızın daha önce okula geldiği belliydi. Yine de o grubun arasında ne işi olduğunu sormadılar.

      Nesli, “Tiyatro uyarlamasını izlemeden önce kitabını okumalıyım.” diye atıldı. Kuzininden geri kalmadığını göstermek için her fırsatı değerlendiriyordu.

      Sarp ise Operadaki Hayalet’in ne kitabını okumuş ne de oyununu izlemişti. Yine de konuya dâhil olmak için “Balkonlara bakabilir miyiz?” diye sordu. “Tabii hayaletle karşılaşmayacaksak!..” Diğerlerinin

Скачать книгу