Скачать книгу

düşünüyor musun?”

      “Esrarengiz olmasa bile, ilginç bir tesadüf!

      “İlginç ne kelime! Tevfik Fikret’in eskiden yaşadığı evin posta kodu 34342’ymiş. Sence kitap mesaj mı veriyor?

      “Bilmem.

      “Bunu bilmenin tek bir yolu var.”

      “Neymiş o?

      “Gidip şairin müzeye dönüşen evini görmek.”

      “Aşiyan’a mı gideceğiz?

      “Neden olmasın!

      “Nasıl gidildiğini bile bilmiyorum.

      “Öğrenmek için birkaç tuşa basman yetecektir. Yarın saat 8.00’de kütüphanenin önünde buluşalım.

      “Yarın cumartesi, uyumayı planlıyordum.

      İdil, Mert’in cevabını görmezden gelmişti.

      “Kitabı getirmeyi unutayım deme sakın!

      Ertesi sabah Mert tam vaktinde kütüphanenin önündeydi. Ancak İdil ortalarda görünmüyordu. Bir süre öylece ayakta dikildikten sonra, üşümeye başlayınca içeri girdi. Yine girişi görebileceği masalardan birine oturdu. Beklemekten başka çaresi yoktu. Sık sık saatini kontrol ediyordu. İdil yarım saat gecikmişti bile. Onu pek iyi tanımıyordu, ama en azından dakik olduğunu anlamıştı. Gelmekten vazgeçmiş ya da uyuya kalmış olabilir miydi? Biraz daha bekler, sonra eve dönerim, diye aklından geçirdi.

      Bu arada oyalanmak için sırt çantasından kitabı çıkarttı. Hem kütüphanede etrafa bakınarak öylece oturmak garip bir durumdu. Kitabı gelişigüzel karıştırmaya koyuldu. Tam arkasını çevirip son sayfasını açmıştı ki, kulağının dibinde bir ses duydu. “Öyle hemen kitabın sonunu okumak olmaz!”

      Mert ister istemez irkildi. Kafasını kaldırıp Sarp’la göz göze gelince, yüzünü buruşturdu. Görmek isteyeceği en son kişiydi. Çocuk ise merakla Mert’in elindeki kitaba bakıyordu. Mert kitabı hızla kapatıp kolunu üstüne koydu. “Sonunu okuduğum yok!” diye karşılık verdi.

      Sarp, Mert’i sinir etmeye kararlıydı. “Kütüphanedeki en ince kitabı mı aldın? Senden beklenen de budur! Bir de benim seçtiğim kitaba bak, adı Üç Silahşörler ve senin elindekinin en az dört katı kalınlığında…” Bir yandan gerçekten oldukça kalın olan kitabı, iki eliyle tutup salladı.

      Mert bu ukalaya haddini bildirmek için dayanılmaz bir istek duydu. En azından Bilge Öğretmen’in sözlerini hatırlatabilirdi. Ancak o sırada İdil nefes nefese kapıdan içeri girdi. Mert’in yanına gelir gelmez, “Ne yapıyorsun burada? Hemen gidiyoruz.” diye azarlarcasına konuştu, sanki geç kalan kendisi değilmiş gibi… Sarp’ın varlığını fark etmemişti bile. Mert kitapla çantasını alıp ayağa kalkınca, “Bu taraftan…” diyerek, çocuğu neredeyse çekiştirdi. “Arka kapıdan çıkıyoruz.”

      Mert, Sarp’tan kurtulduğu için memnundu. Sarp yüzünde sersem bir ifadeyle arkalarından bakakalmıştı. Diğer yandan İdil’e neler olup bittiğini sormak için de sabırsızlanıyordu.

      Otobüs durağına varana dek, İdil sürekli etrafını kontrol ederek koşturdu. Duraktaki otobüse, numarasına bile bakmadan atladı. Mert de peşinden…

      Yer bulup oturduklarında Mert, “Neler oluyor?” diye sordu. “Nereye gidiyoruz?”

      Soluk alışı düzene giren İdil, “Aşiyan’a…” diye karşılık verdi.

      “Ama bu otobüs o tarafa gitmiyor.”

      “Biliyorum, birkaç durak sonra değiştiririz. İzimi kaybettirdiğimden emin olmam lazım. Evden çıktığımdan beri peşimde… Niye geciktiğimi sanıyorsun?”

      “Kim peşinde?”

      “Kim olacak! Tabii ki taklitçi kuzinim!”

      Mert, İdil’in abarttığını düşünüyordu. “Taklitçi mi?” diye sordu. “Baş belası olduğunu sanıyordum!”

      “Hem baş belası hem de taklitçi! Ben ne yaparsam o da aynısı yapmak ister. Benim blog’um olduğunu öğrenir öğrenmez, o da blog açtı. Ve bil bakalım ne yazıyor?”

      “Kitaplarla ilgili yazılar mı?”

      “Hem de ben hangi kitapla ilgili yazarsam, o da aynı kitabı yazıyor. Düpedüz taklit ediyor! Dün bizi kütüphanenin kafesinde elimizde kitapla gördü ya… Adını öğrenmek için yanıp tutuştuğuna eminim. Bütün derdi aynısını bulup okumak ve benden hızlı davranıp blog’una yazmak. Daha önce de denedi. Neredeyse başaracaktı da… Ben yokken eve gelip odamı karıştırmış, hangi kitabı okuduğumu öğrenmiş. Neyse ki durumu zamanında fark ettim. Saatlerce gözümü kırpmadan, o kitabı okuyup makalemi tamamladım.”

      Mert sıkkın bir ifadeyle, “İşin zor görünüyor.” dedi. Gerçi hâlâ İdil’in abarttığını düşünüyordu. Sırt çantasına hafifçe vurdu. “Kitap emin ellerde… Hem adını öğrenmesi imkânsız, çünkü yok.”

      İdil sesine gizemli bir hava verdi. “Belki bir eşi de yoktur.” Ardından, “Ama kuzinim bunu bilmiyor.” diye ekledi.

      O sırada otobüs durağa yanaşmak üzereydi. İdil, “Burada inelim.” diyerek ayağa fırladı.

      Doğru otobüse bindiklerinde artık sakinleşmişti. Yine de Aşiyan Müzesine varana dek, her taşıt değiştirdiklerinde etrafına şüpheli bakışlar atmaktan geri kalmadı.

      Mert bu çılgın kuzinin dış görünüşünün neye benzediğini bilmiyordu. İdil kafeden apar topar çekip gittiği için, kim olduğunu göstermesini isteyememişti. Yoksa o da izlenip izlenmediklerini kontrol edebilirdi.

      Müzeye giden yokuşu çıkmaya başlayınca, İdil sanki ne kuzinini ne de niye oraya geldiklerini hatırlıyordu. Hatta hiç konuşmadan, Mert’le birlikte hızlı adımlarla yürüyordu. Beyaz badanalı, kimi yerleri taşla örülü evin önüne vardıklarında, ikisinin de nefesi kesilmişti. Hem yorgunluktan hem de karşılarında uzanan Boğaz manzarasının güzelliğinden…

      İdil, “Olağanüstü!” diye mırıldandı. Hava soğuktu soğuk olmasına ama gökyüzü bulutsuz ve pırıl pırıldı.

      Mert sabırsızlandığını hissediyordu. “Sonra seyredersin.” dedi. “Manzara için gelmedik.”

      “Evet, haklısın. Kitabın bizi niye buraya gönderdiğini öğrenmek için geldik.”

      “Neden kitaptan canlı bir varlıkmış gibi söz ediyorsun? Altı çizili birkaç cümleyle birtakım sayıların, birbiriyle bağlantısı olduğunu düşünerek kendimiz geldik buraya, kitap göndermedi.”

      İdil zaten zor bir sabah geçirmişti. Kuzinini atlatmak yeterince yorucu olmuştu. Bir de şimdi Mert’e laf anlatmakla uğraşacaktı. Yüzünde bezgin bir ifadeyle, “Cümle değil, dize!” dedi. “Hem bağlantıyı ortaya çıkaran da sendin! Ayrıca kitaptan canlı bir varlıkmış gibi söz etmiyorum. Ama yol göstermek konusunda kitapların üstüne yoktur. Kimi zaman beyaz badanalı bir evin yolunu gösterirler, kimi zaman ise hayatınla ilgili arayıp da bulamadığın yolu…”

      Mert, İdil’in konuşurken ne kadar ciddi olduğunu fark etti. Ve nedense ufacık kız gözüne olduğundan daha büyük göründü. Konuştukça boyu uzayacak değildi ya!

      “Affedersin! Kurduğum bağlantı birden gözüme çok saçma göründü.”

      İdil omuzlarını silkti. “Saçma olsa ne fark eder? Güzel bir müzeyi ziyaret etmiş oluruz, fena mı?”

      Tevfik

Скачать книгу