Скачать книгу

çatmış bakıyor. Söylesene, hiçbir insanoğlunun yazamayacağı bir şiir ve yalnızca Yaradan’ın besteleyebileceği bir senfoni değil midir bu?”

      “Hakikaten öyle,” diye cevap verdi Wenzel. “Siz de ona bakarak bir şair oldunuz!”

      “Ne demeli, dostum, öyle olmak gerekiyor,” diye karşılık verdi Orkestra Şefi Muavini. “İnsanın, aşınmış yollarını günbegün ağır ağır yürüdüğü dünyada bütünüyle kuruyup solmaması için, onu ara sıra meşguliyetin pençelerinden kapıp götürecek bir şeye ihtiyacı vardır. Tıpkı büyüleyici manzarasıyla bu küçük bahçenin beni alıp götürdüğü gibi.”

      “Bunun için ülkedeki en güzel yeri seçmişsin,” dedi Schlachtner.

      “Epey de paraya mal oldu,” diye iç çekti Baba Mozart kulağını okşayarak.

      “Seni pinti herif,” diye bağırdı Lipp gülerek. “O kadar büyük bir servet etmiş olamaz!”

      “Siz bekâr adamlar bu konuda hiçbir şey bilmiyorsunuz,” diye karşılık verdi Orkestra Şefi Muavini. “Yine de insan hayatına kanatlar eklemeli yoksa çamura batar. Ama bu hoşbeş faslı beni bir soruyu sormaktan alıkoydu: Dostum Wenzel’i bugün yanımıza getiren şey nedir? Zira yalnızca manzarayı görmek veya bizi ziyaret etmek için gelmediğine eminim. Onu çok iyi tanıyorum! Galiba kolunun altında bir müzik rulosu görüyorum. Bizi yeni bir besteyle şaşırtmayacağına iddiaya var mısınız?”

      “Jüpiter aşkına, Herr Orkestra Şefi Muavini, tahmincilerin büyük prensi olarak taçlandırılsanız yeridir! Çünkü tam on ikiden vurdunuz hedefi,” diye cevap verdi genç kemancı biraz kızararak. Yuvarlak siyah gözlerindeyse keyifli bir ışıltı vardı. “Mütevazı yeteneğimin küçük bir çalışmasını getirdim size. Onunla uğraşmak bana en azından zevk verdi ve siz Viyana’dayken boş zamanımı doldurdu.”

      “Peki ne yazdın?” diye sordu Baba Mozart ve Adlgasser tek nefeste.

      “Altı trio,” diye cevap verdi Wenzel. “Maestromun eserim hakkındaki görüşünü dinlemeyi çok isterim. Tahmin ettiğim üzere enstrümanlarınız yanınızdaysa parçayı birlikte gözden geçirebiliriz.”

      “Tam aradığım şey,” diye haykırdı Baba Mozart, enstrümanlarını almak için hep birlikte ayağa kalktıklarında. “Wenzel birinci kemanı, Schlachter ise ikinci kemanı çalacak. Ben de viyolamla bası alacağım.”

      O anda Baba Mozart birinin hafifçe dirseğine dokunduğunu hissetti. Şöyle bir bakınca küçük Wolfgang’ı gördü. Elinde, ona Viyana’da hediye edilmiş olan keman vardı.

      “Baba,” diye fısıldadı çocuk yalvaran bir sesle. “İkinci kemanı benim çalmama izin ver!”

      “Ah, tabii!” diye cevap verdi babası gülerek. “Hayalinde ikinci kemanı çalabilirsin. Belki bir gün bunu gerçekten yapabilirsin!”

      “Gerçekten yapabilirim!” diye bağırdı Wolfgang. Gözleri, doğuştan gelen yeteneğinin bilinciyle ışıl ışıl parlıyordu.

      “Rüyanda mı öğrendin keman çalmayı?” diye sordu babası şakayla.

      “Hayır babacığım. Bir kere denememe izin ver, göreceksin!”

      “Evde deneyebilirsin Wolferl!” dedi Baba Mozart teselli edici bir sesle. “Eve gidince yazdığın ilk menueti çalacaksın bana.”

      “Ah, menuet!” diye bağırdı çocuk gururla gülerek. “Hangi menuet? İzin ver de Herr Wenzel’in triosunu sizinle çalayım. Adamakıllı bir şey olsun!”

      Fakat çocuğun ısrarı babasını kızdırmaya başlamıştı. Dudaklarından nadiren duyulan sert bir sesle dedi ki: “Yeter! Sus artık! Böyle bir şeyi düşünecek kadar aptal bir çocuksun! Sırf iyi piyano çalıyor olman, daha enstrümanı öğrenmeden ikinci kemanı alabileceğin anlamına gelmez. Bizi rahat bırak ve bundan sonra daha mütevazı olmayı öğren!”

      Küçük adamın kalbi bu kadarını kaldıramayacaktı. Genellikle çok kibar bir adam olan babasından geldiği için bilhassa ağırlaşan o sert sözler, yeteneğinden şüphe duyulması ve aynı zamanda da planladığı küçük sürprizi gerçekleştirememiş olmanın getirdiği hayal kırıklığı çocuğun yüreğini öyle derinden yaralamıştı ki acı acı ağlamaya başladı. Sonra kemanını kolunun altına sıkıca bastırıp hıçkıra hıçkıra sırtını döndü.

      Fakat iyi kalpli babası sert sözleri yüzünden çoktan pişman olmuştu. Schlachtner, çocuğun en azından onunla birlikte keman çalması için izin isteyince, Orkestra Şefi Muavini nazikçe şöyle dedi:

      “Haydi! İnlemeyi bırak artık! Hem öyle çıtkırıldım da olma! Bana kalırsa, Herr Schlachter’in yanında çalabilirsin ama unutma, öyle usulca çalacaksın ki kimse seni duyamayacak!”

      Wolfgang, çiye vuran güneş ışığı gibi parlayan ıslak gözlerini koluyla çabucak sildi ve diğerlerinin yanındaki yerini aldı. Sonra notaları önlerine koyup ölçüyü esas alarak başladılar.

      Trio mükemmel bir besteydi fakat son derece zordu. İlk başta Schlachtner kendini müziğe kaptırıp birinci sayfayı küçük Mozart’ın da ona eşlik ettiğini tamamen unutarak çaldı. Fakat kısa süre sonra çok şaşıracaktı. Ne güzel ve berrak bir sesti bu! Küçük keman, notaları nasıl da temiz şekilde çıkarıyordu! Çocuğun yüzü, kendini tamamen işine verdiğini nasıl da gösteriyordu! Schlachtner giderek daha yavaş çalıyordu ta ki hayretten donakalıp kemanı ve yayı yavaşça yanına bırakana dek.

      Peki ya Baba Mozart? Şaşkınlıktan dili tutulan Schlachtner çalmayı bırakmış, babaysa ona baktığında gülsün mü ağlasın mı bilememişti. Baba Mozart yayı tuttuğu kolunu bir an dahi gevşetmeden ve notalardan gözünü ayırmadan oracıkta dikilmişti. Şefkat ve sevinçten akan gözyaşları yanaklarından süzülüyordu.

      Wolfgang’a gelince, etrafında olup bitenleri ne görüyor ne de işitiyordu. Varlığı sadece ve sadece müzikten ibaretti. Tüm kalbi ve ruhuyla çalmaya devam ederken, yüzü coşkunlukla parlıyordu. Sonunda altı trio tamamlandı.

      Baba Mozart sevinç dolu bir gururla oğlunun yanaklarına öpücükler kondururken ne büyük bir şenlik yaşanıyordu!

      “Ne zaman… Ne zaman öğrendin, küçük Yıldız Işığı?” diye haykırdı.

      “Sen kilisedeyken ya da ders verdiğin zamanlarda!” diye cevap verdi çocuk muzaffer bir tavırla. “Şimdi de birinci kemanı deneyeyim hemen!”

      Genç maestronun bu cesaretine hep birlikte güldüler ama sırf eğlencesine denemesi için izin verdiler. Bir kez daha şaşkına dönmüşlerdi. Çünkü bazen yanlış ve tuhaf dokunuşlar yapsa da bu bölümdeki oldukça güç kısımların üstesinden gelmeyi de başarmıştı.

      Bu mutlu gün yavaşça sona eriyordu. Batmakta olan güneş, kızıl ışıklarını küçük grubun üzerine yolluyor ve onların müzik dalgalarına altın renkli bir medcezirle karşılık veriyordu. Köpüklü şaraptan yanakları al al olmuş halde yeni maestronun şerefine kadehlerini kaldırırken, günün son ışıkları dostane yüzlerini yumuşatıyordu. Ötedeki çıplak dağ sanki onlara uyup daha gül yüzlü olmuştu. Bütün o sessiz ve güzel topraklar, tıpkı kutsanmışların gözü önündeki cennet gibi önlerinde uzanıyordu.

      Altıncı Bölüm

      Versay Sarayı’nda Bir Akşam

      Kraliçe’nin Versay Sarayı’ndaki daireleri açıktı. On beş odalık birer süitten oluşan bu dairelerin her biri kraliyet ailesinden sakinlere layık bir salondu. O akşamüzeri salonlar, altın ve kristallerle bezenmiş saymakla bitmeyecek avizelerdeki yedi yüzden

Скачать книгу