Скачать книгу

dış cenahlarından birine bir av köşkü yaptırır. Bu köşk, daha sonraki devasa eklemelerin merkezi olarak kalır. XIV. Louis bu eklemeler aracılığıyla ve Mansard’ın planına göre Versay Sarayı’nı yaptırmıştır. Bu saray, Avrupa sanat ve siyaset tarihinin en dikkate şayan merkezlerinden biri olmuştur.

      Şimdi bu muhteşem eski sarayda tuhaf bir yaşam sürüyordu. “Harikulade ama kof ihtişamı”, gerçek bir insanlık çağından ziyade bir haşhaş müptelasının hummalı rüyasını andıran bir yaşamdı bu. Korkulu sloganı ise en mühim şahsiyeti Madam Pompadour’un şu meşhur sözleriydi: Après nous le déluge!9

      Cümbüş ve âlemlerle dolu bu çılgın yaşam bir uçurumun tepesinde sürüyordu. Oysa kısa süre sonra bu uçurum, XVI. Louis ile talihsiz Marie Antoinette’in ayakları dibinde genişleyecekti.

      Peki ama bu eğlenceli akşamda kim böyle bir felaket olasılığını hayal edebilirdi ki? Kraliyet dairelerinde bir araya gelen saray meclisi mücevherlerinin pırıltısını, binlerce mumdan yayılarak o müthiş altın süslere akın eden ışıltıyla karıştırdığında, yüksek pencerelerden meydan okurcasına gece gölgelerine akıp giden ihtişamla gözleri kamaşmış hangi göz, o gölgelerin giderek yoğunlaşarak daha kasvetli hale geldiğini ve önlenemez bir sonla bu görkemli topluluğu sardığını fark edebilirdi ki?

      Ana salonda bulunan kişilerin gruplara ayrılışı dikkat çekiciydi. Geç bir av partisinden yeni dönmüş olan Kral henüz gözükmemişti. Bütün topluluk, iki ayrı merkezin etrafında iki grup halinde toplanmıştı. Bu merkezlerden biri, Kraliçe’nin uzandığı ve onun en yakın dostlarının çevrelediği fauteuil10 idi. Ama Kraliçe ile prensesler Madam Adelaide ve Madam Victoire’ın etrafında toplanan grup nasıl da küçüktü! Kraliçe’nin kendisi ise ne kadar sade ve mütevazı gözüküyordu. Açık bir üzüntünün gölgelediği sessiz bir zarafetle sohbeti nasıl da sanat ve din konularına getiriyordu!

      Salonun neredeyse öteki ucunda Marquise de Pompadour’un çevresinde toplanmış olan ikinci grup bundan çok farklıydı. Markiz de bir divana uzanmıştı ve çevresini saran şaşaalı topluluk için uygun bir merkez teşkil etmekteydi. Üstü başı mücevherlerle ışıldıyordu. Koyu siyah kadife kıyafetinin üzerinde bu mücevherler iki kat ihtişamla yanıp sönüyor ve parlıyordu. Kaşının üzerine tacı andıran bir diadem oturtulmuştu. Kral’ın hediyesiydi bu. Ön kısmı bir elmas buketinden oluşuyordu. Tam ortasında ise iki yanı daha küçük yedi gülle sarılı muhteşem bir gül vardı. Kolyesi, bilezikleri ve broşu da bu diademle uyumluydu. Bütün bu mücevherler markize bir kraliçe görünümü veriyordu. Öyle ki bu amaçla tasarlanmış oldukları çok açıktı. Ayaklarının dibinde kat kat yığılmış pahalı bir beyaz kürk vardı. Bir taht gibi kullandığı divanda dikkatsiz ve kibirli bir şekilde duruyor, etrafındaki dedikoduyla meşgul küçük çevrelere kınayan ve umursamaz bir bakış atıyordu. Bu çevreler Choisent, Goutant, Aigauillon, Richelieu ve La Valette dükleri yanında St. Cyr Başrahibi, Chevalier de Montaigne, Soubise ve Guiche Prensleri, Campan Kontu ile Kontesi ve sarayın hemen hemen diğer tüm asilzadelerinden oluşmaktaydı.

      Markizin konumu, doyumsuz hırsı ve sınırsız hauteur’üyle11 öyle uyumlu ve şaşaalıydı ki arada sırada asil rakibinin bulunduğu tarafa kibirli ve muzaffer bir bakış atmaktan kendini alamıyordu. Ne var ki Kraliçe, zorlama bir tevazuya fazla hüzünlü bir şekilde alışmıştı ve hevesi de çok uzun zaman önce kırılmıştı. Bu yüzden Kral’ın kibirli gözdesinin meydan okumasına karşılık verecek gücü yoktu. Köleler bile sonunda zincirlere alışır. İşte Fransa Kraliçesi Maria da epeydir coşkulu bir mutaassıp, aziz ve şehit olarak gözlerden uzaklaşmıştı. Gerçekten de uysal ve dindardı fakat bir zamanların o şahane ruhu şimdi su gibi kuvvetsizdi.

      Prenseslerin durumu farklıydı. İkisi de bilhassa böyle zamanlarda damarlarında kaynayan soylu kanı hissediyordu fakat efendileri ve kralları olan XV. Louis’nin demir iradesine teslim olmak zorundaydılar.

      Majesteleri’nin gürültü ve şamatayla odaya girişi bütünüyle sevinçli bir olay değildi. Zira saray kuralları gereği Kral’ın Kraliçe ve çevresindekilerle sohbet etmesi gereken çeyrek saat boyunca bütün saray nahoş bir sükût halini sürdürmeye mecburdu. Bu zoraki sessizlik Madame Pompadour için dayanılmazdı çünkü mağrur ve zeki yüzü şimdi iyiden iyiye canlanmış olan Prenses Adelaide’ın, Kral’la konuşurken ara sıra onun tarafına gururlu ve küçümseyici bir bakış fırlattığını hissediyordu. Kral’ın ilgisinin geçici olarak elde edilişi dahi markizin yanaklarına ateş basmasına neden oluyordu. Bu yüzden saray kurallarını hiçe saydı ve yakınında duran Prens Soubise’e aniden dönerek sert bir şekilde konuştu: “Prens, bu gece her zamankinden sıkıcısınız!”

      Soubise ve bütün saray şaşkınlıkla irkilmişti çünkü Kral’ın ailesiyle görüştüğü sırada sessiz olunması kuralına ne kadar önem verdiğini biliyorlardı. Fakat Prens, siniri bozuk markizin meydan okumasını karşılıksız bırakmaya cüret edemedi. Markizin tek bir sözü onu Versay’dan kovdurabilirdi. Bu yüzden şöyle cevap verdi:

      “Sizin güzel dudaklarınız emretsin yeter, Madam. Soubise en küçük dileğinizi dahi yerine getirmeye hazırdır.”

      “Öyleyse, artık sıkıcı olmayı bırakıp bana hemen renkli bir hikâye anlatmanızı emrediyorum!”

      Yaşlı saray adamının daima anlatacak bir skandal hikâyesi olurdu. İşte şimdi bunlardan birini nakletmeye başlamıştı. Bu sırada buruşuk fakat kibar yüzü istihza, laubalilik ve şehvetli nüktelerin oluşturduğu bir tebessümle aydınlanmıştı. Son kralın dönemde yaşanmış tutkulu bir aşk hikâyesiydi bu. Çok geçmeden markizin çevresindeki grup, ahlaksız ihtiyarın heyecanla anlattığı hikâyenin şüpheli olaylarını dinlerken şamatalı bir neşeye kapılmıştı.

      Kral, başını soğuk bir şekilde sallayarak Kraliçe’yle sohbetini kesip salonun öbür ucundaki gruba yaklaştığında hikâyenin henüz yarısı bitmişti.

      “Madam Markiz, bu enerjik beylerle muhabbetinden son derece zevk alıyor gibi!” dedi Kral sert bir tonla.

      “Ennui bayrağındaki arma, bir çift esneyen çenedir. Fransa’nın zambaklarının yanına bu sancağı dikmeye kim cüret edebilir?” diye cevap verdi Pompadour, yumuşak sesine karıştırmayı çok iyi bildiği o büyüsünü neşeyle saçarak. Derin ve tutkulu gözlerini ise Kral’ın üzerinde gezdiriyordu. Bu bakışlar, Kral’ın ruhunun en gizli köşelerini zevkle titretiyordu.

      Kral’ın kutsal saray kurallarının ihlal edilmesi nedeniyle duyduğu öfke bir anda kayboluvermişti. XV. Louis şöyle cevap verdi:

      “Hakikaten dünyada şu ennui’den, o ruh sıkıntısından, insanlığın başına bela olan o musibetten daha kötü bir şey yoktur. Hayat, Cennet Limanı’na doğru yol alan bir karantina gemisidir ve o limana giderken içinde bulunduğumuz monoton hapis hayatından başka taraflara bakmamıza imkân verecek her şey bir lütuftur. Yaşasın eğlence! O halde, kartları hemen getirin! Madam Markiz, siz dağıtacaksınız!”

      Bu arada Kraliçe’nin grubu misafirleri kabul etmekteydi. Bu gelenler, dostumuz Orkestra Şefi Muavini ile “Harika çocuk” yani küçük Wolfgang Amadeus’tan başkası değildi. Madam Victoire yani prenseslerden küçük olanı misafirleri Kraliçe’ye takdim etti. Kraliçe, çocukla biraz muhabbet etti. Ardından ünlü Alman müzik dehasının gelişi Kral’a bildirildi.

      “Eh bien!” 12 dedi Majesteleri kartlarından başını kaldırıp bakarak. “Küçük virtüözün icrasını merakla bekliyoruz.”

      Bu sözler bir emirdi. Yoğun işlemeli

Скачать книгу


<p>9</p>

(Fransızca) Bizden sonrası tufan! (ç.n.)

<p>10</p>

(Fransızca) Koltuk. (ç.n.)

<p>11</p>

(Fransızca) Kibir. (ç.n.)

<p>12</p>

(Fransızca) Güzel! (ç.n.)