Скачать книгу

Bölüm

      Akşam Alacası ve Sabah Kızılı

      1770 senesinin Mart ayında ışıl ışıl bir gündü. Altın güneş ışığı ünlü Bologna kentine akın ediyordu. İtalya gökleri o koyu mavi gözleriyle sanki bir sevgiliye gülümser gibi gülümsüyordu kente. Fakat semanın bu sevgi dolu bakışına, aynı şefkatle karşılık verilmiş değildi. Zira Bologna bu gökyüzünün altında uzanıyordu. Bütün o sarayları, manastırları ve kiliselerinin arasında, karanlık ve amansızdı. Çoktan geride kalmış yüzyıllara dair kasvetli düşüncelere dalıp gitmişti. Sanki ortaçağın taşa dönmüş imgesi gibiydi.

      Yüksek binaların hepsi gösterişsiz ortaçağ mimarisini sergiliyordu. Her evin ağır bir verandası vardı. Bu verandaların her sütunu yoğun bir gölgeyle destekleniyordu. Bu yüzden sokakların neredeyse kasvetli bir ifadesi vardı.

      İnsanların tüm davranışları ve yaşamlarını da ortaçağdan kalma bir hava istila etmiş gibiydi. Cüppeli keşişler ve mağrur rahiplerden oluşan grupların sokaklar ve meydanlardan sık sık ve sessizce geçişiyle kuvvetlenen bir görüntüydü bu.

      Sözünü ettiğimiz dönemde İtalya’da hâkim olan gerçek yaşam ve kültüre dair en iyi kanıt, Bologna çevresinde yaşayan zenginlerin köşklerinde görülüyordu. Şehirden çok uzakta olmayan böyle köşklerden birinin giriş kapısında asil ve görkemli bir adam, içeri girmeden önce bir süre bekledi. Çünkü öğle güneşinin bütün ışığını Bologna’nın mermer çatıları ve çan kulelerinin, şehir surları çevresindeki gür koruların ve yeşilliklerin üzerine döküşünü seyredecekti. Kır saçları ile hâlâ görkemli ve saygın görünümündeki bir şey, yaşlılık çağının yaklaştığını ele veriyordu. Kıyafeti zengin fakat son derece sadeydi. Koyu gözlerindeki derin ve düşünceli sessizlik, güzel ağzının çizgilerindeki sonsuz iyilik ve sıcaklık ile onu bütünüyle sarmış olan sanat terbiyesi havası, girmek üzere olduğu evin görüntüsünün yarattığı izlenimle tamamen uyumlu bir etki oluşturuyordu üzerinizde.

      Köşk çok büyük değildi ama tasarımında asil ve zarif bir zevkin hâkim olduğu açıktı. Hafifçe yükselen bir yamacın kenarında neşeli, havai ve kaygısız bir şekilde âdeta bir taç gibi yükseliyordu, çiçek köklerini andıran ince sütunları revakları taşıyordu. Zeytin, kestane ve nar ağaçları ile çam, servi ve defne ağaçlarının koyu gölgeleri resmedilmeye değer bir güzellikle kaynaşmıştı. Bu yoğun yeşillik ve geniş çiçek yatakları arasında paha biçilmez heykeller duruyordu: Meşhur Donatello’nun Perseus’u elinde korkunç Medusa’nın başıyla muzafferdi; vecit halindeki Sabine’i yarı şiddetli yarı müşfik bir şekilde, adaleli kolunda destekleyen cüretkâr bir Romalı Giambologna’nın eseriydi. Bunların yanında İtalyan sanatçıların diğer müthiş eserleri vardı.

      Nadir güzellikte bir yerdi. İnsan burada olağanüstü bir zenginlik ve zevk inceliğinin kendilerine seçkin bir tapınak inşa ettiğini anlıyordu. Aynı zamanda sükûnet ve huzurun burada yaşadığını görebiliyordu. Ah! Derler ki sükûnet ve huzur insanlık arasında pek ender bulunur. Hatta bunların dış görünüşleri bile bir tılsım gibi hissedilir. Kendi ruhlarımızın tüm vahşi arzularını ve bütün tutkulu çatışmalarını bu tılsımın korumasına bırakmayı isteriz.

      Şimdi bahçenin asma yapraklarıyla kaplı kapısını açmakta olan bu görkemli kişi, Farinelli soyadlı Signor Carlo Broschi idi. O yüzyılın en meşhur adamlarından biriydi. Kendi çağının ve önceki zamanların en büyük şarkıcısıydı. Tabiatın bahşettiği olağanüstü bir sese ve müzik dehasına sahipti, paranın ve İtalya’nın sağlayabileceği tüm eğitimi edinmiş ve yıllarca rakipsiz kalmıştı. İspanya sarayında kaldığı uzun süre boyunca kraliyet ailesi tarafından onurlandırılıp sevilmişti. Zira bahtsız V. Philip ile aynı derecede korkunç bir felaketin yaşamına musallat olduğu halefi VI. Ferdinand dönemleri boyunca Farinelli, dertli Saul için Davut’tan fazlası olmuştu.14 Onun müziği, günün kısa bir bölümü boyunca İspanya hükümdarı olarak görevlerini yerine getirmesi için yatalak kralı uyandırabilen hemen hemen tek güçtü.

      Farinelli çeşitli payeler ve servetle donatılmış olarak son yıllarını sanat ve felsefeyle geçirmek üzere İtalya’ya geri döndü. Başarılarla dolu muhteşem bir yaşamın huzurlu sonu için sessiz bir sığınak olarak bu köşkü yaptırdı.

      Bu yeni Tusculum’un15 iç bölümü, dışıyla ahenk içindeydi. Eve geniş bir verandadan giriliyordu. Verandanın ince sütunları, şimdiden asma sarmaşıklarının taze yapraklarıyla sarılmıştı. Hoş ve rahat koltuklar ile antik tarzda oyulmuş masa, burasının saygıdeğer filozof ve müzisyenin en sevdiği köşe olduğunu ele veriyordu.

      Bu verandadan ferah bir salona giriliyordu. Odanın iki yanında da Roma dünyasının en büyük adamlarının beyaz mermer büstleri vardı. Bütün zemin kat antika mobilyalarla döşenmişti. Bunların güçlü sadeliği ve binanın mimarisiyle uyumu, bir Roma imparatorunun evine şeref kazandırmış olurdu.

      Köşkün üst katı ise çok farklıydı. Alt kattaki odalar aristokrasiden veya kraliyet ailesinden misafirleri ağırlamak için döşenmişken, üstteki odaların gerçek bir sanatçı ve filozofa uygun olarak geçmişten soylu çağrışımlarla dolu sessiz ve rahat bir yuva olarak tasarlandığı açıktı.

      Yoğun süslemeli salonun iki tarafındaki geniş ön odalardan doğuya bakanında Farinelli’nin dünyaca ünlü müzik kütüphanesi yani İspanya Kraliçesi’nden kalan o paha biçilmez miras bulunuyordu. Batıdaki odada ise yine aynı soylu elin iki kralın velinimetine duyduğu minnettarlık ve hürmetin simgesi olarak armağan ettiği piyanolar ve diğer enstrümanlar vardı. Her enstrüman, büyük İtalyan ressamlarından birinin adını taşımaktaydı: Raphael, Coreggio, Ttitan, Guido vs. Bunların yanında ise enstrümanların en nadir ve kıymetlisi yani Farinelli’nin viola d’amour adını verdiği biricik gözbebeği olan o ünlü keman vardı. On altıncı yüzyılda Cremona’da, Amati’nin elinden çıkmıştı.

      Heybetli ihtiyar müzisyen şık köşkünde tamamen yalnız değildi. Onun için bir eşten ya da kardeşten daha kıymetli olan bir dostu vardı. Bu kişi bilge Fransisken, Giovanni Battista Martini idi. İtalya’nın en büyük müzik âlimi ve meşhur Bologna Filarmoni Akademisi’nin başkanıydı. Ayrıca Laggio Fondamentale Prattico di Contrapunto adlı harika bir eser kaleme almıştı. Bu eser ve sanat dünyasına yaptığı hizmetlerden dolayı Büyük Friedrich, ona tebriklerini ilettiği imzalı bir mektupla birlikte mücevherlerle donatılmış bir portresini yollamıştı.

      O sıralarda iki arkadaş son derece kapsamlı ve felsefi bir eser olacak olan Müzik Tarihi ile derinden meşguldü. Bu, Martini’nin özel bir girişimiydi ama arkadaşı da muazzam kütüphanesini ve yaşamı boyunca sürdürdüğü kendi çalışmalarının sonuçlarını kullanımına sunarak katkıda bulunuyordu.

      Farinelli (yukarıdaki uzun betimleme nedeniyle biz geciksek de o hiç zaman kaybetmeyecekti) kütüphanesine girdiğinde Peder Martini’yi yazı masasına eğilmiş olarak buldu. Büyük odanın tam ortasındaki masa, kocaman kitaplar ve parşömen ruloları altında yarı yarıya gömülü haldeydi.

      Fakat her nedense saygıdeğer Fransisken her zamanki neşesiyle çalışmıyordu. Farinelli onu içtenlikle karşıladıktan hemen sonra bu durumu fark etmişti. Hareketlerindeki bir şey, onda hiç de alışıldık olmayan bir huzursuzluğu ele veriyordu. Nihayet mürekkep lekeli dolmakalemi bırakıp ayağa kalktı.

      “Bugün hiç çalışamıyorum!” dedi, sanki tembelliği yüzünden vicdanı onu biraz rahatsız ediyor gibiydi. “Çok tedirgin ve endişeliyim.”

      “Öyle

Скачать книгу


<p>14</p>

Eski Ahit’e göre Saul, İsrail Krallığı’nın ilk kralıdır. Düşmanlarıyla mücadelede zorluklar yaşayan Kral Saul ayrıca “kötücül bir ruh” yüzünden eziyet çekmektedir. O sıralarda Peygamber Samuel, genç bir çoban ve yetenekli bir müzisyen olan Davut’u saraya getirmiştir. Davut muhteşem arp icrası sayesinde Kral’ın ferahlık bulmasına yardımcı olur. Daha sonraları ise Kral’ın damadı olacaktır. (ç.n.)

<p>15</p>

Tusculum: İtalya’da antik bir Roma kenti. (ç.n.)