Скачать книгу

vivat!” nidası yankılandı. Sohbetin konusunu anlamamış olmasına ve sofradaki güzel şeyler bütün dikkatini alıkoymasına karşın küçük Wolfgang da onlara katıldı. Ancak babası, mutluluk ve şefkatle ona ve ablasına bakıyordu.

      “Siz ikiniz,” dedi neredeyse üzüntüyle. “Tanrı’nın yedi çocuğumdan bana geriye bıraktıklarısınız. Acaba benim müzik zevkimden size tek damla ulaşacak mı?”

      “Neden olmasın?” diye cevap verdi anneleri. “Nannerl şimdiden müziğe büyük ilgi duyuyor. Hemen sınayabiliriz bunu. Uzun zaman önce onunla piyano derslerine başlayacağına söz vermiştin.”

      “Ah, evet babacığım,” dedi çocuk yalvaran bir sesle. “Artık ben de piyano çalmayı öğreneyim. Yedi yaşındayım ve çok çalışacağıma söz veriyorum.”

      “Peki o zaman!” dedi babası. “Bugün bana gösterdiğiniz sevgiye minnettar olduğumu göreceksiniz zira Nannerl’in derslerine hemen bu gece başlayacağım.”

      “Ya ben?” diye haykırdı Wolfgang. “Ben de müzik öğrenemez miyim?”

      Herkes güldü. Babası dedi ki: “Küçük adam, tuşlara yetişebilmen için biraz daha uzaman gerek. Gerçekten müzisyen olmak istiyor musun?”

      “Evet!” diye bağırdı ufaklık. “Hem şimdi biraz çalabilirim!”

      “Hakikaten yapabilirsin bunu,” dedi annesi. “Andreas ile takla atarak tabii!”

      “Hayır!” diye bağırdı Wolfgang hiddetle çünkü hassas gururu incinmişti. “Bu sabah ona bir marş çaldım!”

      Bu çocuksu açıklamayı büyük bir kahkaha takip etti. Ardından misafirler masadan kalkıp ayrıldı. Müzisyenlerin akşama kadar şehre gitmesi gerekiyordu. Nannerl ve annesi ev işleriyle uğraşacak, küçük Mozart ise pencere kenarındaki favori koltuğuna oturup kocaman hüzünlü gözleriyle bulutları izleyecekti ta ki tabakların takırtısı üzerine kanarya şakımaya başlayana dek. Bu ses Wolfgang’ı çocuksu rüyalardan yapılmış bir şal gibi saracaktı.

      O gün karanlık bir aralık günüydü. Mozart ailesi çay masasında toplandığında gece çoktan çökmüştü. Rüzgâr dışarıda tuhaf müziğini icra ederken şöminede sıcacık ateş yanıyordu. Çaydan sonra sandalyelerini şöminenin etrafına çektiler. Mutlu bir sessizlik içinde ateşin ışığında oturmuş, bacadaki rüzgârı dinliyorlardı. Rüzgâr sanki üzerine görünmez kanatlar konuyormuş gibi pırpır ediyor, ardından koca boğazlı bir org borusunun bas sesleri gibi uğuldayıp gümbürdüyordu. Nannerl kızıl kömürlerden gözünü ayırmıyordu. Sonra ufalanan kaleler inşa etti. Alevlerin yükselen desenlerinde geleceğini görüyor gibiydi. Büyükler ise duvarlara çarpıp geçen gölgeleri seyrediyor ve yanıp sönen o ışıltılı taslaklarda yalnızca geçmişin resimlerini görüyorlardı. Fakat küçük Wolfgang’ın sessiz mavi gözleri bütün sahneyi yani ışığı ve gölgeleri, yaşlı ve genç kalpleri kaydederek çocuksu ruhunun derinliklerinde bunların hepsini sevgiyle eritip konuşulmamış ve konuşulamayan bir müzik haline getirmişti.

      Mumlar getirilince Baba Mozart sözüne sadık kalarak piyanoyu açtı ve ilk dersine başlaması için Nannerl’i çağırdı.

      Küçük kız en baştan sabırlı bir kararlılık ve berrak bir kavrayış gösterdi. Bu durum ilerleyeceğini vaat ediyordu. Wolfgang ise ellerini arkasında kavuşturup ablasının hemen yanına dikildi. Bir heykel gibi kıpırdamadan duruyor, ablasının parmaklarının her hareketini izliyordu. Piyanodaki mumların ışığı kumral saçları ile küçücük güzel suretine vuruyordu. Oracıkta dikilirken pek sevimliydi. Fularının beyaz kıvrımlarının ancak yarısını gizlediği açık göğsü, ders boyunca giderek aydınlanan nazik hatlara sahip şefkatli yüzü sevimli mi sevimli bir görüntü oluşturuyordu. Annesi sessiz bir mest halinde onu izliyordu.

      Böylece bir saat geçti. Genellikle pek huzursuz ve çocukça oyunlar oynamaya meyilli oğlan, bu süre zarfında yerinden bir an dahi kımıldamamıştı. Hassas zihnine yepyeni fikirler hücum ediyordu. Babasının o pırıltılı tuşlardan en hoş müzikleri çıkardığını çok defa işitmişti ama bu daha önce dikkatini oyundan ayırmasına neden olmamıştı. Fakat şimdi ablasının o tuşları ilk defa olarak kavraması, çocuğu sihirli bir güçle bağlayıvermişti. Babasının hünerli icrası çocuğun kavrayışının çok ötesindeydi. Karmaşık armoniler aklında kalmıyordu. Ama şimdi ilk kez şu düşünce aklından geçiyordu: “Sen de bunu yapabilirsin!”

      Bu yüzden gözlerini, Nannerl’in siyah beyaz tuşlar arasında tereddütle gezinen parmaklarından hiç ayırmadı. Kulağı farklı tonların basit ilişkilerini kolayca kavrayabiliyordu. Babası dersi bitirince ve Nannerl piyanoyu bırakınca, Wolfgang usulca ablasının yerine geçip küçük elleriyle üçlü aralıkları aramaya başladı. Uyum oluşturan notaları bulunca yüzü sevinçle nasıl da aydınlanmıştı! O “soğuk tuşlar”a ilk dokunuşunda ne kadar önemli bir kehanetin gizli olduğundan habersizdi. Soylu çocuğun krallığını sahiplenmek için sınıra attığı ilk adımdı bu.

      Baba Mozart piposunu yakıp eline gazeteyi almış, küçük oğlunun bu ilk tecrübeleriyle hiç ilgilenmiyordu. Derken, karısı kolundan çekiştirip Wolfgang’ı gösterdi. Gazeteyi ve ardından piposunu yavaşça elinden bıraktı. Bakışları giderek neşeyle doluyor ve yüzündeki şaşkınlık her an artıyordu. Ama Wolfgang, yani üç yaşındaki o küçük çocuk, ablasının öğrendiği basit alıştırmayı minicik parmaklarıyla kusursuz biçimde tekrarladığında, babası gözlerine ve kulaklarına inanamamıştı. Gazete yere düşmüş, pipo ise sönmüştü. Şaşkınlığı nedeniyle fark etmeden alnından geriye ittirdiği uzun başlığı muhterem başının arkasında asılı kaldı. Mutluluktan gözleri dolmuştu. Sonunda yerinden kıpırdayıp konuşabildi. Hızla piyanoya giderek küçük oğlunu heyecanla kucakladı ve tarifi imkânsız bir sevinçle haykırdı:

      “Wolferl! Küçük yıldız ışığı! Evet, sen de bir müzisyen olacaksın!”

      Anne babası şaşkın çocuğu öptü. Baba Mozart gözlerindeki yaşları silerek usulca ve ağırbaşlı bir tavırla yukarı baktı ve şöyle dedi: “Tanrım, bu armağan için sana şükürler olsun! İhsanınla bana harikulade bir filiz bağışladın. Minnettarlığımı göstermek için tüm yaşamımı ve varlığımı ebediyen sana hizmete adayacağım!”

      Sonra çocuğu elinden tuttu. Her akşam yatmadan önce âdeti olduğu üzere karşısına çektiği bir tabureye oturtup küçük ellerini birleştirerek sade akşam duasını yineledi:

      “Sevgili Göksel Baba’mız, ihsanların için sana şükrediyorum…”

      Küçük Wolfgang çocuksu sesiyle babasının sözlerini tekrar etti:

      “Sevgili Göksel Baba’mız, ihsanların için sana şükrediyorum:

      Sen bana kıymetli bir armağan bahşettin,

      Sen bana kıymetli bir armağan bahşettin,

      Bana yardım et ki armağanını doğru kullanabileyim,

      Bana yardım et ki armağanını doğru kullanabileyim.

      Senin şanın ve benim hayrım için,

      Senin şanın ve benim hayrım için,

      Amin!

      Amin!”

      Fakat bu son sözler usulca ve yorgunlukla tekrar edildi zira çocuğun iyice uykusu gelmişti. Annesi onu yatması için hazırladığında yavrucak çoktan derin uykudaydı.

      Şimdi ruhunun çevresinde beyaz kanatlı bir rüyalar sürüsü pırpır ediyor, havada dönerek yaklaşıyordu. Nihayet çocuk bir yaz çayırında duruyordu. Ayaklarının dibinde binlerce çiçek yığılmış, yosunlu

Скачать книгу