Скачать книгу

omuzlarını silkti. “Eşyalar aileme aitti. Şimdi de hepsi bana kaldı. İçeriye sokmak pek kolay olmadı. Dükkânın arka tarafındaki büyük kapıyı kullandım. Eşyaların çoğunu parçalarına ayırıp tekrar monte etmek zorunda kaldım. Örneğin, yatağı düzinelerce parçaya ayırdım. En çok da şilteyi içeri sokarken zorlandım. Neyse ki hurdaların arasında eşyaları taşımama yardımcı olacak tekerlekli küçük bir araba vardı…”

      İrene dayanamayıp hırçın bir tavırla, “Taşınmanın detaylarını dinlemek istediğimizi de kim söyledi?” dedi. “Burası özel bir mülk. Şimdi de mülkün sahipleri geldi, yani biz! Hemen çık buradan!”

      Yasemin gözlerini iyice kıstı. Şimdi birer çizgiye dönüşmüşlerdi. “Dükkânın tapusunu göremiyorum.” diye tısladı. “Beni korkutup kaçıracağınızı ve sonra da eşyalarıma sahip olacağınızı sanıyorsanız, çok yanılıyorsunuz. Kalabalıksınız diye kendinize güvenmeyin! Ben sizin gibilerle nasıl başa çıkılacağını iyi bilirim.”

      İrene kollarını iki yana sarkıtmış, yumruklarını sıkmıştı.

      İşlerin iyice içinden çıkılmaz bir hâle geleceğini fark eden Kayla, arkadaşlarının önüne geçti. Hurdacı’nın mektubunda yazdıklarını hatırlayarak, “Hologramın davetsiz bir misafire engel olamadığı ortada.” dedi. “Hem belki de işlevini çok önceden yitirmişti. Gereksiz yere durumu olduğundan zor bir hâle sokmayalım.”

      Ardından Yasemin’e döndü. Kararlı bir sesle, “Eşyalarını sahiplenmek ya da gecenin bu saatinde seni sokağa atmak gibi bir niyetimiz yok.” diye devam etti. “Ama içeride biriyle karşılaşmayı beklemiyorduk. Bu yüzden çok şaşırdık. O taşıdığın eşyaların arasından almamız gereken bir şey var ve şimdi onu alıp buradan gideceğiz. Yine de sana ait olmayan bir yere izinsiz girip yerleşmen kesinlikle yanlış. Kendine yaşayacak daha uygun bir yer bulup kısa sürede buradan gitmen en doğrusu olacak.”

      Kayla’nın sözleri etkisini göstermiş olacak ki, Yasemin sakinleşmiş görünüyordu. Omuzları çöktü, kolları iki yana sarktı. Zor duyulur bir sesle, “Gidecek başka bir yerim yok…” diye mırıldandı. “Ailemi bir süre önce kaybettim ve artık yalnızım. Burayı gözüme kestirmiştim. Boş olduğunu görünce de yerleşmekte bir sakınca görmedim.”

      O ana kadar sessiz kalmış ve portakallı kek sayesinde az da olsa gücünü yeniden kazanmış olan Jak hafifçe öksürerek dikkati üstüne topladı. “Hurdacı’nın bu konuyu dert edeceğini sanmıyorum.” dedi. “İstediği şeyi alıp buradan gitmeliyiz. Boş yere vakit kaybediyoruz.”

      Kayla, “Jak haklı!” diye atıldı. “Gidip şu not defterini bulalım.”

      İrene bu duruma biraz bozulmuştu. “Defteri hep birlikte aramamız gerekecek.” dedi. “Artık bu kızın onu nereye tıktığını bile bilmiyoruz.”

      Rauf, “O hâlde elimizi çabuk tutalım.” diye atıldı. Ardından Yasemin’e döndü. “Bu karışıklığı yaratan sen olduğuna göre, bize yardım etmek zorundasın. Kahverengi kapaklı küçük bir not defteri arıyoruz ve fazla zamanımız yok.”

      Yasemin’in gözlerinin içi güldü. Uzun zamandır yalnız yaşayan bu kızın arkadaşlara ihtiyacı olduğu belliydi. Tamam dercesine başını salladı.

      Hep birlikte dükkânın arka tarafındaki depo benzeri odaya daldıklarında, bu işin hiç de öyle kolay olmadığını anladılar.

      Yasemin laboratuvardaki eşyaları gelişigüzel yığmıştı. İrene, Hurdacı’ya ait eşyaların bir kısmını orada göremeyince adamın onları yanında götürmüş olmasını umut etti. Yasemin nasıl bir bilim adamının laboratuvarını dağıttığının farkında bile değildi.

      Rauf, “Hurdacı mektubunda, defterin bir çekmecede olduğunu yazmış.” dedi. “Önce çekmeceleri karıştıralım.”

      Eris, “Etrafta çekmece gören var mı?” diye sordu. Bir yandan da ne olduğunu kestiremediği bir yığının üstünden atlıyordu.

      O sırada Çağla’nın heyecan dolu sesi duyuldu. “Çocuklar şuraya bakın!” İrene hepsinden önce arkadaşının yanına gitti. Çağla sevinçle, “Çalışma masasının çekmecelerini karıştırmakla işe başlayabiliriz.” dedi. Büyük bir keşif yapmış gibiydi.

      Üstü ve çevresi tıklım tıklım dolu olan çalışma masası neredeyse görünmüyordu. İki kız hemen masanın çevresini boşaltmaya giriştiler. Diğerleri de onlara katıldı. Yasemin de kollarını sıvayıp işe koyuldu. Ama çekmeceleri boşalttıklarında hayal kırıklığına uğradılar. Defter benzeri bir şeye rastlamamışlardı.

      İrene oflayarak bir kitap yığınının üstüne oturdu. Oturmasıyla da yeri boylaması bir oldu. Üst üste karmakarışık dizilmiş kitaplar kızın altından kayıvermişlerdi.

      İrene kıpkırmızı kesilmiş bir hâlde söylenirken, diğerleri kendilerini tutamayıp güldüler. Kayla yerden kalkması için ona elini uzattı ama İrene doğrulmaya yeltenmedi bile. Gözlerini kocaman açmış ayağının altındaki şeye bakıyordu. Bu, kalınca bir lastik bağı olan, kahverengi deriyle kaplı eski tip bir not defteriydi. Defteri alıp üstündeki tozu koluyla sildi.

      Kayla da en az İrene kadar şaşkındı. “Harikasın İrene!” diye bağırdı. Diğerleri gülmeyi kesip ne olduğunu anlamak için yaklaştılar.

      İrene zafer kazanmış bir tavırla elindeki defteri havaya kaldırdı. “Buldum!” diye haykırdı. “Buldum, ben buldum!” Hurdacı’nın ona verdiği görevi başarmanın sevincini yaşıyordu.

      Hepsi derin bir nefes aldı. Rauf, kuzininin elindeki defteri alıp lastiğini çıkardı. Tam da Hurdacı’nın dediği gibi sayfalar formüllerle doluydu. Rahatlamış bir sesle, “Doğru defter!” dedi.

      İrene, Kayla’nın yardımıyla yerinden doğruldu. Bir yandan da kendi kendine, “Buldum!” diye tekrarlamayı sürdürüyordu.

      Eris, “İkinci adım, Geleceğin Anahtarı!” dedi. “Elimizi çabuk tutalım. Her zaman bu kadar şanslı olamayız.”

      Hep birlikte kapıya yönelmişlerdi ki, Yasemin onları durdurdu. Umutla, “Sizinle gelebilir miyim?” diye sordu.

      Kayla, “Nereye gittiğimizi bile bilmiyorsun ki!” diye karşılık verdi. Yasemin bunun bir önemi olmadığını anlatmak için omuzlarını silkti.

      Kayla, “Bizimle gelemezsin, ama yakında başka birinin kapını çalacağına emin olabilirsin.” dedi. Arkadaşları sorarcasına Kayla’ya baktılar. O ise muzipçe güldü. Yasemin’le ilgilenecek birini tanıyordu. Aslında o kişiyi hepsi tanıyordu.

      4. BÖLÜM

      YENİDEN GELECEĞİN ANAHTARI’NDA

      Geleceğin Anahtarı binasına yaklaştıklarında, Eris saatine göz attı. “Güneşin doğmasına daha vakit var.” dedi. Diğerlerinin sorarcasına baktıklarını görünce, “Yani gece karanlıkta kimseye görünmeden binaya girip çıkabiliriz.” diye açıklamada bulundu. İçinde, evden çıktığından beri izlendiklerine dair bir his vardı. Ancak diğerlerine bir şey belli etmedi.

      Rauf başını kaldırmış binaya bakıyordu. Binanın çıkıntılarındaki, insanın içini ürperten vahşi yaratık heykelleri kararmaya yüz tutmuştu. Hatta yer yer nereden çıktığı belli olmayan ince bir yosun tabakasıyla kaplanmışlardı. Mimarlıkta devrim yarattığı söylenen binanın, eski görkemini yeniden kazanması için iyi bir bakıma ihtiyacı olduğu belliydi. Aklına, Geleceğin Anahtarı’ndan içeri ilk kez adım attığı an geldi. Umutsuzluklarla dolu günlerdi; neyse ki

Скачать книгу