Скачать книгу

barakaya çöken sessizlik sadece birkaç saniye sürdü. Ardından her kafadan bir ses yükselmeye başladı.

      Kayla, “Ben bu işten hiçbir şey anlamadım.” dedi. “Geleceğin Anahtarı, Bay Santini, hurdacı dükkânı… Daha birkaç saat öncesine dek her şey çok eskide kalmış gibiydi. Oysa şimdi… yeniden başa mı dönüyoruz?”

      Rauf, Kayla’yı onaylarcasına başını salladı. Sonra gözleri Jak’a kaydı. Belki de o neler olup bittiğini açıklayabilirdi. Ancak çocuk az öncesinden daha da bitkin görünüyordu. Gözlerinin altı iyice çökmüştü.

      Rauf’un bir şey sormasına fırsat vermeden, “Ben yalnızca sizi Hurdacı’nın yanına götürmek için buradayım.” dedi. Sonra da etrafına göz atarak, “Yiyecek bir şeyler var mı?” diye sordu. “Kendimi çok bitkin hissediyorum.”

      Bunun üzerine Rauf yerinden fırlayıp sırt çantasından portakallı keki çıkardı. Keki gören Jak’ın gözleri yeniden parladı. O iştahla atıştırırken, Rauf düşünceli bir tavırla, “Demek ki neler olduğunu Hurdacı’yla karşılaşmadan anlayamayacağız.” dedi. “Önce istediği şeyleri bulalım.”

      Eris, “Zamanımızın az olduğunu ima etmiş, ama ne kadar zamanımız olduğunu yazmamış.” diye homurdandı. Geleceğin Anahtarı’na dönme fikri onun da en az diğerleri kadar hoşuna gitmemişti. Labirent Alarmı’na yakalandıkları anı hâlâ hatırlıyordu.

      İrene, “İşte bu yüzden elimizi çabuk tutmalıyız.” diye atıldı. “İşe en kolayından başlayalım. Dükkâna gidip şu defteri bulalım.”

      Rauf kuzinini, “Tamam.” diyerek onayladı. Sonra da, düşünceli bir tavırla, “Hurdacı, büyükbabamın çalışma masasında mektup açacağı olduğunu nasıl biliyor?” diye sordu. Aslında kendi kendine konuşuyor gibiydi. Ama İrene, “Bunu bilmeyecek ne var? Herkesin çalışma masasında bir mektup açacağı olur.” dedi.

      “Doğru, ama gümüş saplı olduğunu da belirtmiş. Bence tuhaf bir istek! 1904 yılında mektup açacağı kıtlığı yaşanıyor olmalı!”

      Kayla aceleci bir tavırla, “Bunu da Hurdacı’ya sorulacaklar arasına eklersin.” dedi. “Eee, ne yapıyoruz? Gecenin bu saatinde dükkânın olduğu o ürkütücü yere mi gidiyoruz?”

      Rauf arkadaşına, “Sanırım başka seçeneğimiz yok.” diye karşılık verdi. Eski anılar canlanmak üzereydi.

      Hurdacı laboratuvarında sabırsızca bir ileri bir geri yürüyordu. Çocukları alıp getirmesi için Jak’ı 2139’a göndermekle doğru yapıp yapmadığından emin değildi. Onları tehlikeye atmak, yapmak isteyeceği son şeydi. “Sanki başka çaren var mıydı?” diye kendi kendine söylendi.

      Birkaç gün önce Santini’yle karşılaştığı o anı yeniden düşündü. Santini’nin neyin peşinde olduğunu bilmek için yıldız falcısı olmaya gerek yoktu! Bilim Müzesine giderken burun buruna gelmişti. Her ikisi de bu karşılaşmayı beklemiyordu. Birbirlerine tehditkâr bakışlar savurmuşlardı. Hurdacı kendini düello yapmak üzere olan bir şövalye gibi hissetmişti. Ancak bu düello için kılıçtan fazlası gerekiyordu. Üstelik Santini’den daha hızlı davranmalıydı. Hologramlar işini kolaylaştıracaktı. Şu not defteri eline geçer geçmez işe koyulacaktı.

      3. BÖLÜM

      HURDACI DÜKKÂNINDA

      Hurdacı dükkânına yaklaştıklarında rüzgâr daha kuvvetli esmeye başlamıştı. Sanki mümkünmüş gibi gece gözlerine daha karanlık görünüyordu. Birbirlerine yakın ilerliyorlar, bir yandan da çevreye göz atmayı ihmal etmiyorlardı. Sadece İrene kimseye belli etmeden kıs kıs gülüyordu. Hologram taşıyıcıyla Rauf’u korkuttuğu günler aklına gelmişti. Ancak dükkânın kapısının önüne vardıklarında o da ciddi bir havaya büründü. Laboratuvarı gözünde canlandırması öyle kolay olmayacaktı. Üzerinden epey zaman geçmişti. Arkadaşlarının birkaç metre önündeydi. Dükkânın anahtarını Hurdacı’nın bıraktığı yerde buldu.

      Kapıyı açmak biraz zaman aldı. Paslı kilit zorluk çıkarıyordu.

      Eris sabırsızca, “Kapıya omuz atsak açmıştık bile.” diye söylendi. Kayla, “Ona kapıyı açmak değil, kırmak denir.” diye karşılık verdi. O sırada kapının korkunç gıcırtısı rüzgârın uğultusunu bile bastırınca çocuklar ister istemez irkildiler. İrene zafer kazanmış bir tavırla güldü. Birer birer hurdaların, tozun, kirin ve karmaşanın içine daldılar.

      Rauf hepsinin arkasındaydı. İçeri adım atmadan önce sokağa yeniden göz gezdirdi. Yerde uçuşan kâğıtlar ve çer çöp dışında hareket yoktu.

      Rauf’un ardından kapının kapanmasıyla, gölgelerin arasından Sedna adındaki kara kuru adamın çıkması bir oldu. Erislerin evinden beri gizlice çocukları takip ediyordu. Barakanın dışında beklemiş, içeride konuşulanları dinlemeye çalışmıştı. Ama rüzgârın uğultusu buna izin vermemişti. Duyduğu bölük pörçük cümleler yetersizdi. Yine de çocukların bir iş çevirdikleri belliydi. Ne olduğunu öğrenmeden peşlerini bırakmaya niyeti yoktu. Dükkânın penceresine yaklaşıp içeri göz atmayı denedi. Kirden kararmış camlar bunu mümkün kılmadı. Umutsuzca hayıflandı. Hazırlıksızdı. Metrelerce uzaktaki konuşmaları dinlemesini sağlayacak cihazlarını yanına almaya fırsat bulamamıştı. Kapının önünde gizlenip dışarı çıkmalarını beklemekten başka şansı yoktu.

      Kayla, “Ne kadar karışık ve pis!” diye söylendi.

      Rauf etrafa göz gezdirirken, “Hep böyleydi.” dedi. Hurdacı’yla ilk karşılaştığı an aklına geldi. Ama anılarla kaybedecek zamanları yoktu. İrene laboratuvara yönelmişti bile. Diğerleri de onu izlediler.

      Kalın perdeyi araladılar. Laboratuvarın yerinde hurda yığınları görmeyi bekliyorlardı. Oysa karşılarında duran odanın hurdacı dükkânıyla hiç ilgisi yoktu. Aslında şık bir otelin kral dairesinden farksızdı.

      İrene’nin yanında dikilen Çağla, “Bu da ne böyle?” diye haykırdı. İrene de en az arkadaşı kadar şaşkındı. “Hiçbir fikrim yok! Ama hologram değil de gerçek olmasını isterdim! Şuranın konforuna baksanıza!”

      Eris, “Hurdacı yanlış bir hologramı devreye soktu herhâlde.” diye fikir yürüttü.

      İrene hemen atıldı. “Saçmalama Eris, Hurdacı’dan söz ediyoruz. Böylesine bir hata yapması mümkün değil.” Bir yandan da odanın içinde yürümeye başlamıştı. Tam birkaç adım atmıştı ki, “Ahhh!” diye bağırdı. Bacağını sehpaya çarpmıştı. Diğerleri ne olduğunu anlamak için İrene’ye döndüler. Konuşurken kızın sesi titriyordu. “Çocuklar, bu hologram değil! Gerçek bir oda!”

      Kimse ne söyleyeceğini bilmiyordu. En sonunda Rauf, “Biri dükkâna yerleşmiş!” dedi. Bir yandan da rahat görünen koltuğa kendini bıraktı.

      İrene panik içindeydi. “Yani artık laboratuvar yok mu?” diye soran sesi bu kez ağlamaklı çıkıyordu. “Öyleyse Hurdacı’ya ait eşyalar nerede?”

      Çocuklar çaresizlik içinde birbirlerine bakarlarken, odanın dip tarafından, “Hepsini dükkânın arka tarafına yığdım.” diyen bir ses duyuldu. Üstüne birkaç beden küçük gelen bir kazakla ve kısa bir etekle karşılarında dikilen kızı gören Rauf, “Sen de kimsin?” diye sordu.

      Kız kendinden emin adımlarla çocuklara yaklaştı. Kısacık siyah saçları ve cesur tavrı, Rauf’a kuzininin eski hâlini hatırlatmıştı. Üstündeki o zevksiz ve küçücük giysilerle odadaki eşyaların görüntüsü öylesine zıttı ki! Siyah gözlerini kocaman açarak, “Adım Yasemin.” dedi.

      İrene,

Скачать книгу