Скачать книгу

      Yanımda hayallerimi ve fikirlerimi ne kadar uçuk kaçık olsalar da, paylaşmaktan çekinmediğim harika insanlar var. Sükûnetiyle beni dengeleyen, desteğini hiç esirgemeyen yol arkadaşım sevgili Hülya Şat’a; her daim, tebessümle ve ışık hızıyla yardıma koşan sevgili Ayşegül Uçan’a; “seyyar beyin fırtınası” sevgili kızım Alara’ya çok teşekkür ederim. Sadece kalemiyle değil, kalbiyle de çizen sevgili Hande Ünver’e de çok teşekkür ederim.

      “Şah Gambiti” için sevgili kardeşim Kürşat’a çok teşekkürler…

      Ve Esrarengiz Kelimeler’i severek okuyan, güzel sözleriyle beni maceranın devamını yazmaya teşvik eden herkese minnet dolu teşekkürler…

      1. Bölüm

      Malikâneye Dönüş

      Gece çöktüğünde, malikânenin arka tarafındaki koru yolundan gelen motosiklet, görkemli yapıya yaklaşınca yavaşladı. Motosikletin sesi, rüzgârın sesine karışmıştı. Uğuldayan Tepe Yolu’nun rüzgârı haklı unvanını korumaya çalışıyor gibiydi; öyle ki yaz kış dinlemez, özellikle geceleri uğultusu bitmezdi.

      Ufacık motosikletiyle yalnızca iri yarı cüssesi değil, üzerindeki takım elbisesi de tuhaf bir zıtlık oluşturan adam, kaskını ve sırt çantasını çıkardı. Gözlerini hafifçe kısarak yapıya baktı. Güneşte kızıla çalan saçları ve kahverengi gözleri o anda, üstündeki giysiler kadar siyah görünüyordu. Ağzını bir tarafa yamultarak hafifçe gülümsedi. Hayallerinizdeki Okul, diye düşündü, sonunda geri döndüm. Okuldan uzakta geçirdiği aylar, ona olduğundan çok daha uzun gelmişti.

      Motosikleti göze çarpmayacak bir yere park etti. Ön kapıyı kullanmaya niyeti yoktu. O sırada okulun boş olduğunu tahmin ediyordu. Ancak yine de temkinli davranmalıydı. Oradaki varlığı bir süreliğine, tek bir kişi dışında kimse tarafından bilinmemeliydi. Yıllardır okulda çalışanların bile bihaber olduğu arkadaki daracık girişe yöneldi. Hafifçe gıcırdayan menteşeler, burayı ondan başka kimsenin kullanmadığını ispatlamaya çalışıyor gibiydi.

      Karşısına çıkan birkaç basamağı inip pek de kısa olmayan karanlık koridoru çevik adımlarla aştı. Sonra bir diğerini… Yapının her köşesini gözü kapalı dolaşacak kadar iyi biliyordu sanki. Labirenti andıran koridorlardan birinin sonundaki ahşap kapıyı, çantasından aldığı anahtarla açtı.

      Geniş sayılabilecek bir odaya girmişti. Aslında küçük bir apartman dairesinden farksızdı. Malikânenin içi, dilediğinde yaşamını gözlerden uzak sürdürmesi için uygundu. Elektrik düğmesine basıp bir an gözlerinin ışığa alışmasını bekledi. Her şey bıraktığı gibiydi. Duvarlardaki, tanınmış ressamlara ait olan tablolar, odanın farklı köşelerine serpiştirilmiş aile yadigârı antika eşyalar, masif ahşap mobilyalar… Evet, kesinlikle her şey bıraktığı gibiydi. Her yanı saran toz tabakası ve kurdukları ağlarla odada hüküm süren örümcekler dışında…

      Üstü kitapla kaplı çalışma masasına yaklaştı. Öyle doluydu ki, çalışacak yer yoktu. Çantasından çıkarttığı dizüstü bilgisayarına yetecek kadar yer açtı. Orada olmadığı zamanı telafi etmek için hemen işe koyulacaktı. Uzaktan da olsa okulla ilgili gelişmeleri takip etmişti; yokluğunda kabul edilenler olduğunu da biliyordu. Onun onayı olmadan hem de!.. Başını bu durumdan hoşnut olmadığını gösterircesine salladı. Hayallerinizdeki Okul’a biraz hareket katmanın vakti geldi, diye düşündü. Bakalım yeni öğrenciler kabul edilmeyi gerçekten hak etmişler miydi? Gözlerinde belli belirsiz bir kıvılcım yandı. Hemen hazırlıklara başladı.

      Mert malikânenin yüksek tavanlı girişinde öylece ayakta dikiliyordu. Ne duvarları kaplayan yağlı boya resimleri ne de tavandaki birbirini tamamlayan renkleri görüyordu gözü. Koyu renk mermer zeminde, olduğundan daha beyaz duran spor ayakkabılarının parlaklığı başka zaman olsa Mert’i rahatsız ederdi. Ama o, bunu da fark etmemiş gibiydi. Sırt çantasının askılarına iki yandan elleriyle asıldı. İçinde Esrarengiz Kelimeler vardı. Mert’e o okulun kapılarını açan kitap! Hayatını değiştiren kitap! Kalbi yerinden çıkacakmış gibi atarken, Hayallerinizdeki Okul, diye geçirdi içinden.

      Tam o sırada, yanında duran Sarp, Mert’in düşüncelerini sezmişçesine, “Sonunda okula kabul edilmeyi başardık.” dedi.

      Bunun üzerine Mert, yeni fark ediyormuşçasına onunla birlikte bekleyen küçük gruba baktı. İdil, Nesli, Sarp ve tanımadığı iki çocuk daha, en az Mert kadar heyecanlıydılar. Tam da okulun el ilanında yazdığı gibi, her biri okula kabul edilen sınırlı sayıdaki öğrencilerdendi.

      Sarp, “Gerçi ben zaten bizim gibi öğrencileri kaçırmayacaklarına emindim.” diye devam etti. “Hele benim gibi örnek bir öğrenciyi kabul etmemeleri hata olurdu. Okuduğum kitap sayısını ve çözdüğüm zor şifreleri göz önüne alırsak…”

      Nesli kendini tutamayıp gözlerini devirdi. Sarp’ın endişelerinden sıyrıldığı an bilgiçlik taslaması dayanılır gibi değildi.

      Sarp, Nesli’yle birlikte okula kabul edilmelerini sağlayan kitapları çözdükleri andan beri böyleydi. Oysa şifrelerle ve bilmecelerle boğuşurken ekip çalışmasının önemini dilinden düşürmemişti. Büyük başarılara bireysel değil, el birliğiyle ulaşıldığını tekrarlayıp durmuştu. Kim bilir kaç kez, dayanışma şart, demişti. Dayanışma kelimesinin anlamını bile açıklamıştı. İdil üşenmemiş, yanından ayırmadığı sözlüğünü çantasından çıkarıp bakmıştı. Sarp’ın, kelimenin anlamını sözlükten ezberlediği belliydi!

      Nesli, “Çözdüğün zor şifreler mi?” diye çocuğun sözünü kesti. “Senin kitabındaki son şifreyi çözen Mert oldu. Eğer o olmasaydı okula nasıl girecektin, merak ediyorum. Üstelik çözebileceğimizden umudu artık iyice kesmişken!..”

      Sarp, arkadaşına etkili bir cevap vermek istese de bir şey diyemedi. Kabul etmek işine gelmiyordu ama Nesli haklıydı. Mert sadece onun kitabındaki son şifreyi çözmekle kalmamış, her iki kitaptaki diğer şifrelerin çözümüne de hepsinden daha çok katkı sağlamıştı. Buna rağmen bir an bile böbürlenmeye kalkmamıştı. İdil bu konuda Mert’i tebrik ettiğinde ise ilgisizce omuzlarını silkmiş, “El birliğiyle çözdük.” demişti. Tuhaf bir çocuktu şu Mert! Niye bu kadar mütevazıydı ki? Sarp’ın tam tersine, böbürlenmek kelimesi Mert’in sözlüğünde yoktu. Diğer yandan o küçük gruplarında böbürlenmeyi seven yeterince kişi vardı.

      O sırada Nesli gözlerini Sarp’a dikmişti, cevap beklediği belliydi. Ancak gülümseyerek yanlarına yaklaşan Bilge Öğretmen, Sarp’ı düştüğü bu sıkıntılı durumdan kurtardı. Çünkü Nesli de diğerleri gibi tüm dikkatini öğretmene verdi.

      Kadının yalnızca dalgalı kızıl saçlarıyla çevrili yüzü değil, yeşil gözleri de gülümsüyordu. “Hoş geldiniz!” dedi. “Ben Bilge Öğretmen.” İsmini söylerken Mert’in de tanımadığı o iki çocuğa bakmıştı. Ne de olsa İdil ve Nesli’yle tanışıyordu, Mert ve Sarp ise uzun zamandır öğrencisiydi. “Heyecanlı olduğunuzu tahmin ediyorum, aslında haksız sayılmazsınız.” diye gülümsemeyi sürdürerek devam etti. “Çünkü hayalini kurduğunuz okuldasınız ve daha önce geçirmediğiniz türde bir yaz sizi bekliyor.” Ardından bir sır veriyormuş gibi sesini alçalttı. “Ama en azından bugün biz bizeyiz, okul sadece bize ait! Yaz dönemi haftaya başlayacağı için şu anda etrafta kimse yok, dilediğimizce dolaşabileceğiz.”

      Bilge Öğretmen, sözlerinin yarattığı etkiyi anlamaya çalışırcasına bakışlarını çocukların üzerinde dolaştırdı. Kısacık bir an ise İdil’de takılı kaldı. Bu, kızın okuldaki ikinci yazı olacaktı, aslında tur sadece yeni öğrenciler içindi. Ancak İdil en başından beri hem Mert’in hem de Nesli’yle Sarp’ın kitaplarını çözerken öyle çok çaba harcamıştı ki, tura katılmak istediğini söyleyince onu geri çevirememişti. Birden aklına gelmiş gibi, “Okulu dolaşmaya başlamadan önce, siz de kendinizi tanıtmaya ne dersiniz?” diye sordu.

      Sarp hiç vakit kaybetmeden, “Benim adım Sarp.” diye atıldı. “Kitap okumayı çok severim, hatta en büyük tutkum kitap okumaktır, diyebiliriz. İflah olmaz bir kitap kurduyum. Ne kadar çok kitap okuduğumu arkadaşlarım bilir. Bilge Öğretmen de bilir, kaç senedir onun öğrencisi olduğumdan…”

      Bilge Öğretmen, “Adını ve ilgi alanını söylemen yeterliydi, Sarp.” diye araya girdi.

      Sarp

Скачать книгу