Скачать книгу

Yankovo’da kendisine saygıyla veda ederek elini ilk defa öptü.

      Kendisini “kurtardığını” söyleyen Prenses Mariya’ya “Beni mahcup ediyorsunuz. Herhangi bir polis görevlisi de yapardı bunu…” dedi. “Yalnızca köylülerle savaşmak zorunda kalsaydık düşmanın bu kadar ilerlemesine izin vermezdik…” diye ekledi sıkılarak ve konuyu değiştirmeye çalışarak. “Sizinle tanışma fırsatını bulduğum için çok mutluyum. Hoşça kalın Prenses, mutluluklar, teselliler dilerim size. Sizinle daha mutlu şartlar altında karşılaşmak isterdim. Beni mahcup etmek istemezseniz, rica ederim, teşekkür etmeyiniz.”

      Ama Prenses sözle değil, minnettarlık ve şefkatle parıldayan yüzüyle teşekkür ediyordu. Rostof’un ortada teşekkür edecek bir şey olmadığı konusundaki sözlerine de inanmıyor; tam tersine, Rostof olmasaydı hem Fransızların hem de ayaklanmış köylülerin kurbanı olacağını, kendisini apaçık ve korkunç tehlikelere attığını, onun çektiği acıyı anlayan yüksek ruhlu ve soylu bir insan olduğunu düşünüyordu. Babasının ölümünden ağlayarak söz ettiğinde Rostof’un yaş dolan iyi ve temiz gözlerini bir türlü unutamıyordu.

      Rostof’la vedalaşıp yalnız kaldığı zaman gözlerinin ansızın yaşlarla dolduğunu hissetti Prenses ve ilk defa elinde olmayarak Onu seviyor muyum? diye sordu kendi kendine. Moskova’ya yol alırken arabada kendisiyle beraber olan Dunyaşa, durumunun pek de iç açıcı olmamasına rağmen hanımının, pencereden bakarken hüzünlü ve mutlu bir şekilde gülümsediğini fark etti.

      Onu seversem, ne olur ki? diye kendi kendine sordu yine Prenses Mariya.

      Kendisiyle belki de hiçbir zaman ilgilenmeyecek bir adamı sevebildiği için utanç duyduğu hâlde bunu hiç kimsenin bilemeyeceğini, hayatında ilk ve son olarak ölene kadar birini gizlice sevmenin bir kabahat olmadığını düşünerek avuttu kendisini.

      Kimi zaman bakışlarını, yakınlığını, sözlerini hatırlıyor ve mutluluk pek o kadar uzak görünmüyordu Prenses’e. İşte o sırada Dunyaşa, Prenses’in pencereden gülümseyerek baktığını görüyordu.

      Tam bu sırada Boguçorovo’ya geliyor! diye düşünüyordu Prenses. Kız kardeşi de Prens Andrey’e verdiği sözden dönüyor!87 Bütün bunları Tanrı’nın isteği gibi görüyordu Prenses Mariya.

      Rostof da Prenses’i hatırladıkça bir hoş oluyordu. Onu düşündüğü zaman neşeleniyor ve Boguçorovo’daki macerasını öğrenen arkadaşları, ot ararken Rusya’nın en zengin kızlarından birine tosladığını söyleyerek şakalaştıkları zaman kızıyordu. Kızmasının nedeni, sınırsız bir zenginliğe sahip uysal ve tatlı Prenses Mariya ile evlenmeyi birkaç kere düşünmüş olmasıydı. Ondan daha iyi bir kadın düşünemezdi kendisi için; böyle bir evlilik annesi Kontes’i mutlu kılar, babasının da işlerini yoluna sokardı ve hatta -bunu kuvvetle hissediyordu Rostof- Prenses Mariya’ya da mutluluk getirirdi.

      Peki ya Sonya? Verdiği söz?

      Prenses Mariya konusunda şakalaştıkları zaman, bundan ötürü kızıyordu Rostof.

      XV

      Kutuzof, orduların komutasını ele alınca Prens Andrey’i hatırladı ve genel karargâha çağırttı.

      Prens Andrey, Tsarevo-Zaymişçe’ye; Kutuzof’un, birlikleri ilk olarak teftiş ettiği gün ve saatte geldi. Köyde, Başkomutan’ın arabasının bulunduğu yerde, papazın evinin önünde durdu ve şimdi herkesin “Serenisim”88 dediği Kutuzof’u beklemek için avlu kapısının yanındaki sıraya oturdu. Köyün arkasındaki alandan kimi zaman alay bandosunun sesi, kimi zaman da yeni Başkomutan için “Hurra!” diye bağıran sayısız insanın uğultusu geliyordu. Prens Andrey’den on adım kadar ötede iki süvari emir eri, bir kurye, bir metrdotel duruyor; Kutuzof’un yokluğundan ve havanın güzelliğinden yararlanıyorlardı. Bıyıkları ve favorileri birbirine karışmış, yağız ve ufak tefek bir hüsar yarbayı, atla kapıya yaklaştı ve Prens Andrey’e göz ucuyla bakarak Serenisim’in orada kalıp kalmadığını ve çabuk dönüp dönmeyeceğini sordu.

      Prens, Serenisim’in kurmayında görevli olmadığını ve biraz önce geldiğini söyledi. Yarbay, giyimiyle göz alan emir erlerinden birine döndü. Emir eri, Başkomutan emir erlerinin subaylarla konuşurken takındıkları küçümseyici tavırla cevap verdi:

      “Serenisim mi? Neredeyse gelir. Ne istiyordunuz?”

      Subay bu tavır karşısında bıyık altından güldü, üzerinden indiği atını bir emir erine verdi ve hafifçe selamlayarak Bolkonski’ye yaklaştı. Bolkonski, sırada yer açtı ve yeni gelen onun yanına oturdu.

      “Siz de mi Başkomutan’ı bekliyorsunuz?” diye sordu. “Galiba birçok kişiyi kabul ediyor. Tanrı’ya şükürler olsun. Sosisçilerle89 başımız derde girmişti! Yermolof, Almanlığa terfi ettirilmesini boşuna istemedi doğrusu. Artık Ruslar da seslerini çıkarabilirler! Ne kötü durumdu o! Durmadan geri çekil!.. Siz de çarpışmalara katıldınız mı?”

      Prens Andrey “Bu zevki tatmakla kalmadım, geri çekilişte benim için değer taşıyan ne varsa hepsini, mülkümü, evimi ve… Üzüntüsünden ölen babamı da kaybettim…” dedi. “Ben Smolenskliyim…”

      “Yaa… Siz Prens Bolkonski misiniz? Tanıştığımıza sevindim. Ben, Yarbay Denisof; daha çok Vaska adıyla tanınırım…” dedi Denisof.

      Ve üzüntülü bir bakışla Prens’i süzerek “Evet evet, bunu duymuştum…” diyerek elini sıktı. “İskit Savaşı yapılıyor evet ama bunu çekenler bilir. Demek, Prens Bolkonski’siniz siz… Tanıştığımıza çok memnun oldum Prens, çok memnun oldum…” dedikten sonra da başını salladı ve Prens’in yeniden elini sıktı.

      Prens Andrey, Denisof’u, Nataşa’nın kendisine ilk talip olan kimseyle ilgili hikâyelerinden bilirdi. Bu anı, hem tatlı hem de acıydı onun için ve son zamanlarda unuttuğu hasta duygularını yeniden depreştirmişti. Son zamanlarda Smolensk’in elden çıkması, Lisi Gori’ye gitmesi, babasının ölüm haberi gibi olaylar öylesine ciddi izlenimler edinmesine yol açmıştı ki bu anılar aklına gelse bile eskisi gibi güçlü bir etki yapmıyorlardı. Bolkonski adının Denisof’ta çağrıştırdığı anılarsa bir akşam yemeğinde Nataşa’nın söylediği şarkıdan sonra, on beş yaşındaki bu kıza evlenme teklifinde bulunduğu günün; o uzak ve şiir dolu geçmişin hatıralarıydı. O zamanları ve Nataşa’ya duyduğu çılgınca aşkı hatırladı ama hemen ardından, bütün benliğiyle ilgi duyduğu konuya geçti. Çekiliş sırasında ileri karakoldayken tasarladığı savaş planıydı bu. Planı Barclay de Tolly’ye sunmuştu, şimdi de Kutuzof’a sunmak istiyordu. Planın temeli şuydu: Fransızların harekât hattı çok uzamıştı, cepheden bir saldırı yerine ya da bu taktikle birlikte Fransızların ulaşım yollarına saldırmak gerekiyordu. Planını Prens Andrey’e açıklamaya girişti.

      “Bu hat üzerinde tutunamazlar, imkânsız bu. Onları yarmayı üzerime alırım; beş yüz kişi verin, onları kesinlikle bozguna uğratırım. Bir tek sistem var: O da çete savaşı.”

      Denisof ayağa kalkmış, el kol hareketleriyle planını Prens Andrey’e anlatıyordu. Bu arada teftiş yerinden haykırışlar, müzik ve şarkılar her taraftan ve daha karışık bir şekilde duyuluyordu. Ayak sesleri ve çığlıklar geliyordu köyden.

      Kapıda duran kazak “İşte, geliyor!” diye bağırdı.

      Andrey ve Denisof, bir bölük askerin (Şeref kıtasıydı bu.) önünde durduğu kapıya yaklaştılar ve küçük doru bir at üzerinde yaklaşan Kutuzof’u gördüler. Arkasından kalabalık bir maiyet ve generaller

Скачать книгу


<p>87</p>

Ortodoks Kilisesi’nin, evli çiftlerin kardeşleri arasında evliliği yasaklayan kararı söz konusu burada. (ç.n.)

<p>88</p>

Haşmetli.

<p>89</p>

Almanlar.