Скачать книгу

atı denemek ve köylerde ot bulunup bulunmadığını öğrenmek istiyorlardı.

      Son üç gün içinde Boguçorovo, çarpışan iki ordu arasında kalmıştı. Öyle ki Rus artçıları da Fransız öncüleri de kolayca girebilirlerdi buraya. Uyanık bir süvari bölüğü komutanı olan Rostof; bundan ötürü Boguçorovo’da bulunabilecek erzaktan, Fransızlardan önce yararlanmak istiyordu.

      Rostof ile İlin çok neşeliydiler. Bir prensin malı olduğunu bildikleri ve içinde büyük bir konak, kalabalık bir ev halkı ve aralarında belki de güzel hizmetçi kızların bulunduğu bu malikâneye yaklaşırken Lavruşka’ya Napolyon konusunda sorular soruyor; onun anlattıklarına gülüyor ve İlin’in yeni atını sınamak için birbirleriyle yarışıyorlardı. Gittikleri köyün, kız kardeşinin eski nişanlısı Prens Bolkonski’nin mülkü olduğu Rostof’un aklının ucundan bile geçmiyordu.

      Boguçorovo’nun yakınlarında, Rostof ve İlin son defa yarıştılar ve İlin’i geçen Rostof, köyün yoluna ondan önce dörtnala girdi.

      İlin’in yanakları kızarmıştı.

      “Beni geçtin…” dedi.

      Köpüğe belenmiş don atını okşayan Rostof “Evet, düzlükte de burada da hep ben birinci oluyorum…” dedi.

      Lavruşka, kendi lagar beygirini kastederek “Bendeniz de Ekselans, bu benim Fransız’la geçerdim doğrusu ama utandırmak istemedim…” dedi arkalarından.

      Büyük bir köylü kalabalığının önünde toplandığı ambara yaklaştılar.

      Köylülerin kimi şapkalarını çıkararak kimi de çıkarmadan bakıyordu. Meyhaneden çıkan yüzleri buruşuk, sakalları seyrek iki ihtiyar; ayarsız sesleriyle anlaşılmaz bir şarkı mırıldanarak, sallanarak ve gülümseyerek subaylara yaklaştılar.

      “Çok tatlı adamlar bunlar!” dedi Rostof gülerek. “Ot var mı?”

      “Amma da birbirlerine benziyorlar!” dedi İlin.

      “Eğlen… celi… li… der… ne… ği… ği… miz…” diye bir şarkı tutturan mujiklerden biri güiümsüyordu.

      Kalabalığın içinden çıkan bir köylü, Rostof’a yaklaşıp sordu:

      “Hangi taraftansınız siz?”

      “Fransızların tarafından…” dedi İlin gülerek. “Bu da Napolyon’un ta kendisi…” diye ekledi Lavruşka’yı göstererek.

      “Herhâlde Rus’sunuz?” diye yeniden sordu köylü.

      Ufak tefek bir başkası yaklaştı. “Kuvvetiniz çok mu?” diye sordu.

      “Tabii, hem de pek çok…” dedi Rostof. “Siz neden toplandınız burada? Bayram filan mı var?”

      “İhtiyarlar, köy işlerini görüşmek için toplanmışlardı…” dedi köylü uzaklaşırken.

      Bu sırada, konaktan çıkan ve subaylara doğru gelen iki kadın ve beyaz şapkalı bir adam göründü.

      İlin, kararlı bir şekilde kendisine yaklaşan Dunyaşa’yı göstererek “Pembelisi benim, sululuk istemem…” dedi.

      “Evet bizim olacak o…” dedi Lavruşka göz kırparak.

      “İstediğiniz nedir güzelim?” diye sordu İlin gülümseyerek.

      “Prenses, hangi alaydan olduğunuzu ve adınızı sormamı istedi.”

      “Bu, Bölük Komutanı Kont Rostof. Ben de sadık hizmetkârınız.”

      “Eğlen… celi… li…” diye şarkı söyleyen sarhoş köylü, ağzı bir karış açık hâlde ve sırıtarak İlin’in hizmetçiyle konuşmasını seyrediyordu. Dunyaşa’nın arkasından gelen Alpatiç, şapkasını çıkararak Rostof’a yaklaştı. Büyük bir saygıyla ama karşısındaki subayın gençliğini küçümseyen bir edayla elini yakasına sokarak “Rahatsız etmeme izin veriniz Ekselans…” dedi. “Bu ayın on beşinde ölen Başkomutan General Prens Nikolay Andreyeviç Bolkonski’nin kızı olan hanımefendim, bu adamların (Eliyle köylüleri gösterdi.) cahilliği yüzünden çok güç bir durumda bulunuyor ve teşrifinizi rica ediyor… Acaba biraz uzaklaşmak lütfunda bulunur musunuz? Bunların yanında…” diyerek bir atın peşinde dolaşan at sinekleri gibi arkasından ayrılmayan iki köylüyü gösteriyordu Alpatiç.

      Köylüler ağızları kulaklarına vararak “Hey Yakof Alpatiç!.. Hay Allah, Yakof Alpatiç!.. Amma iş ha… Bizi bağışla n’olur… Tanrı hakkı için ha!..” diyorlardı.

      Eliyle gösterişli bir şekilde köylüleri göstererek “Belki de bunlar Ekselanslarını eğlendiriyor?” dedi Alpatiç.

      Rostof onlardan uzaklaşarak “Hayır, eğlenilecek bir şey yok bunda!” dedi. “Ne var? Anlatın bana.”

      “İzninizle anlatayım: Bu köyün kaba halkı, hanımefendinin malikâneden ayrılmasını önlüyorlar ve atları koşumdan çıkarırız diye tehdit ediyorlar. Bundan ötürü, her şey sabahtan beri arabalara yerleştirilmiş olduğu hâlde, Prenses hareket edemiyor.”

      “Nasıl olur bu?” diye bağırdı Rostof.

      “Gerçeği size iletmekle mutluluk duyuyorum efendim…” diye cevap verdi Alpatiç.

      Rostof atından inip dizginleri hüsara verdi ve Alpatiç’e olay hakkında sorular sorarak onunla birlikte eve yöneldi.

      Gerçekten de Prenses’in köylülere buğday vermek istemesi, Dron’la ve onlarla konuşması, işleri iyice çıkmaza sokmuştu. Bu yüzden Dron, anahtarları teslim etmiş ve kesin olarak köylülere katılmıştı. Alpatiç’in çağırmasına aldırış etmemiş ve yanına gitmemişti. Prenses sabahleyin ayrılmak üzere hayvanların arabaya koşulmasını söyleyince köylüler ambarın önüne yığılmışlardı. Köyden gitmesine izin vermeyeceklerini, göç etmeme emrinin çıktığını ve atları koşumdan çözeceklerini bildirmek üzere adam da göndermişlerdi. Onları yola getirmek isteyen Alpatiç yanlarına gitmişti. Ama ona da Prenses’i bırakamayacaklarını, bunun için emir çıktığını, burada kalması gerektiğini, her zamanki gibi ona boyun eğeceklerini, hizmet edeceklerini söylemişlerdi. (Dron kalabalığın arasında görünmüyor, en çok Karp konuşuyordu.)

      Rostof ve İlin yolda dörtnala ilerledikleri sırada Prenses Mariya, Alpatiç’in, dadının ve hizmetkârların vazgeçirmek için harcadıkları çabalara rağmen atların koşulmasını söylemişti. Kesinlikle gitmek istiyordu. Ama atlıları gören arabacılar, onları Fransız sanarak kaçmışlardı. Evdeki kadınlar da ağlamaya başlamıştı.

      Rostof sofayı geçerken ağlamaklı sesler duyuluyordu:

      “Ah, iyi kalpli efendimiz! Kurtarıcımız! Tanrı gönderdi sizi!”

      Rostof’u yanına götürdükleri zaman Prenses Mariya, çaresizlik ve şaşkınlık içinde salonda oturuyordu. Onun kim olduğunu, buraya niçin geldiğini ve kendisini nelerin beklediğini bilmiyordu. Ruslara özgü yüzünü ve içeri girişini gördüğü, söylediği ilk sözü işittiği zaman Rostof’un kendi çevresinden bir kimse olduğunu anlayıp derin ve ışıltılı bakışlarını ona çevirmiş; heyecandan titreyen bir sesle konuşmaya başlamıştı. Bu karşılaşma, romanlardaki sahneleri hatırlattı Rostof’a. Ayaklanmış kaba köylülerin eline düşmüş, üzüntü ve acı içinde yapayalnız bir kız! Beni buraya getiren alın yazısı, ne garip bir şey! diye düşünüyordu Rostof, Prenses’i dinlerken. Bakışlarını ona çevirdiğinde Yüzünün çizgilerinde ve taşıdığı anlamda ne ince bir soyluluk ve yumuşaklık var!.. diyordu içinden.

      Bütün bunların babası gömüldükten bir gün sonra olduğunu söylediği sırada Prenses’in sesi titredi, başını

Скачать книгу