Скачать книгу

matbaaya gidemiyorum. Birkaç gün süren hastalığımdan ötürü, müdüre bir arzuhâl yolladım. Okur okumaz öfkeden ateş kesilmiş ve hemen yerinden kalkarak:

      “Bundan büyük kabahat olamaz. Hasta olan mutlaka bir yaramazlık etmiştir. İnsan durup dururken keyifsizlenmez.” demiş. Karşısındaki:

      “Efendim, soğuk almış, ne yapsın?” deyince daha da çok kızarak:

      “Pencereleri kapayıp yatar idi. Hele o matbaaya gelsin de görür!” diye cevap vermiş. “Bir kere bu hâli düşünün, bir de benim korkumu! Ben çoktan iyi oldum, ama gidemiyorum ki. O Haftalık Malumat’ın seyyar yazarı da dayak meselesini yazmış. Artık pusulayı bütün bütün şaşırdım. Ne yapayım! Hiç başka çare yok. Köprü’de falan tesadüf edip şıkça bir temenna ile kusurumu gidermeye çalışmalıyım derken geçen gün karşı karşıya gelmeyelim mi? Benim yürekte çarpıntı, direktörde bir hayret!”

      Tam bir vakar ile hitap ederek ve:

      “Bugün mutlaka ‘mektubunu’ yaz, matbaaya yolla!” şeklinde emir vererek selamsız ayrıldı.

      Bende bir sevinç! Durup durup, hani Kadıköy’e işleyen “beş numara”nın istop kumandasını alır almaz çıkardığı “Ooh, Ooh!” ünlemesini tekrar ediyorum. İyi ama ne yazmalı?

      İnsan gariptir. Hissine en ziyade tesir eden şeyleri dimağında tekrar eder. Benim de dimağımda boyuna renk, renk sedaları dönüyor. Tabiri caizse, dimağım “renkli bir velvele” içinde bulunuyordu.

      Bu tesirle yürürken Köprü’nün üzerinde bir kalabalık peydah oldu. Bir taraftan Ada, Kadıköy, Üsküdar vapurları; öbür yandan Anadolu, Rumeli kıyılarına işleyenler, iskelelerden topladıkları halkı boşaltıyorlarmış. Tam vakti! Hem de bundan daha uygun zaman olamaz. Şu renk kelimesini derinleştireyim dedim.

      Gözlerim, birdenbire narçiçeği fesli, kahverengi pakolu, beyaz yelekli, Bismark pantolonlu, krem eldivenli, camgöbeğinin55 koyusu, üstü laden56 benekli boyun bağlı bir efendinin üstünde durdu. İskarpinleri ne renktedir, diye bakayım derken bir çift kolla, atlı bir araba engel oldu. İspir; kır bıyıklı, devetüyünün açığı kostümde “Varda!” deyip duruyor. Bir madam, fakat şık. Başındaki şapkaya bizim bahçenin çiçeklerini yığsanız yine de az gelir. Gülkurusu renginde kartopu gibi iki çiçek, arasından parlak, koyu eflatuni bir tüy ile iki tarafından al ebrulu57 iki tüy daha. Şapka kenarının biraz yukarısında bir sıra vişneçürüğünü andırır, gelincik alına benzer leylaki çiçekler var. Beyazı çok, siyahı az bir tül. Ondan sonra galibardanın58 açığı, bombeli, gerdan tarafından rüzgâr ile kabarık ceketimsi bir şey. Yenlerinde horoz ibiğinin açığı dentelalar, belde tokalı, siyah İngiliz kemeri, pişmiş ayva bir jüpon59, ayaklarda bal rengi bir iskarpin.

      Onun da ne türlü çorap giydiğini göreyim diye, baldırlarına doğru bakarken tüyler ürpertici bir feryat beni titretti. Küçük bir çocuk. Zavallı yavrunun minimini ayağı deliklerden birine girmiş. Denize düşeceğim korkusu ile tir tir titriyor.

      Büyük annesi olacak, ihtiyar bir kadın, güvezimsi feraceli,60mangal kapağı yaşmaklı, eski usulde yapılmış rugandan yarım potin, elinde tarçıni bir şemsiye var. Derhâl koştum. Gürbüz bir çocuk. “Korkma oğlum!” falan diyerek kurtardım. Aldığım duanın haddi hesabı yok. Ben bu hizmeti bitirdiğim sırada, karşı taraftan da beş altı tanesi geçiyordu:

      Aman ne çarşaflar! İnsan seyretmeye doyamıyordu. Elektrik alevi, yanar döner, akşam güneşi, parlak nefti… Bu rengârenk latiflik, işve ve naz artıran sekişlerle geçip giderken bir ses daha peyda oldu. Kar gibi beyaz bir yeldirmeye bürünmüş olan bir siyah kadın, bir şeyler söylüyor. Dikkat ettim; şemsiyesinin ucu yine o deliklerden birine girip kırılmış. O kuzguni61 çehrenin üzerindeki parlak gözler, habire, dövecek bir adam arıyor.

      Artık, o çarşafların rengini sormayın! Geçen yıldan kalma moda mahsulü olan kâh ördek başı, kâh kumru göğsü, kâh sincabi, kâh yanık al, menekşe moruyla karışık ipek dallı, şeftali çiçeği rengi üzerine, serpik sırma rengini andırır işlemeli, modaya uyma derecesi, sahibi olan hanımın bu yadigâra rağbeti ölçüsüne uyarak: fes rengi, samani, fındıki, nohudi, mavi, tahinî, mor, lacivert, al, kanarya sarısı, zeytuni, şarabi, deniz rengi, şeker rengi, ekşi karadut, tozpembesi, bunların açığı, koyusu karmaşık olarak… Komik İngiliz’in “karnaval âlemi”ne benzetmekte haklı olduğu örtülü, açık binlerce vücut, gözümün önünden geçiyordu.

      Arada, doru ata binmiş birisi; ak saçlı, bitkin bir ihtiyar; bakla kırı, yağız, demir kırı beygirler; boz bir merkep; alaca entarili biri; abraş62 bir hayvan; vapurdumanı gözlüklü bir sakat; maun63 boyalı bir çerçeve; kırçıl bir gazete müvezzii; güvem64 gözlü bir kız çocuğu; havai kâğıda sardığı paketini koltuğunda tutan bir ağa; lepiska, kumral, siyah saçlı madamalar; tirşeye65 çalar renkte bir ser ve sandık; esmer, beyaz, siyah buğdayı, keşmirî66 insanlar; pembe feraceli bir hanım. Velhasıl, renklerin derece derece çeşitlenişini gösteren bir panorama67 ki bunu her yerde görmek nasip olmaz.

      Köprü üzerindeki Rumeli ve Anadolu kıraathaneleri şu mevsimde o kadar serin oluyor ki insan saatlerce çıkmak istemiyor. Temizlik, bakım ve hizmet son derecede olduğundan, şehrimizde bir benzerine rastlamak güççedir. Fakat eski köprü ile yeni köprüyü birbirine bağlayan geçitlerin merdiven yerleri, pek ziyade tehlikeli, demirleri kopmuş, kırılmış olduğundan insan, inerken biraz sendeleyecek olursa, denize yahut dubaların üzerine düşecek.

      Beni “köprücü”lere kim haber vermiş? Gelip geçerken, birbirilerine gösteriyorlar. Tenkidimize kulak verilmiş ve tembih edilmiş olmalı ki bu günlerde o biçimsiz hâller görülmüyor. Hatta, para vermeyenlere bir kere hatırlatıyorlar. Galiba, bu hatırlatma da dalgınlıktan uyarmak için olsa gerek.

      10

      “Baba Yaver’e”68 dediye.69

      Geçenlerde, aziz ahbaplardan biri işkembe ve işkembecilere mahsus makale hakkında dolaşan bahislere dalarak Galata lokantalarının gündelik yemekleri üzerine tetkikler yapmaya başlamış ve bu konuda ele geçirdiği listeyi ben âcizlerine yollamış olmayla, ilişikte ve açıkça, midesine düşkün efendimizin huzurlarına, takdim kılındı.

– Çorba —Kokulu işkembe çorbası– Etliler ve Balıklar —

      Paçavra haşlaması, kılıç kebabı, kalkan kebabı, şiş kebabı, süngü kebabı, çoban kebabı, keçi kebabı, orman kebabı, kuzu başı, hafta başı, fileto pane, ben kül oldum yâne yâne, beyin tavası, ton ton havası, kuzu fırında, omlet dö jarden, kotlet dö eski saten, kızartma, sarartma, morartma, Okmeydanı mektupçusu bize bu kadar sarma, pantolon paçası, Kuşdili, Et Meydanı, Taş Kasap (hep bir hesap), yahni kapan, acemaşiran, Salma Tomruk.

– Sebzeler —

      Semizotu bastı; aftos suratı astı, tramvay silkmesi, zeytinyağlı çınar dolması, Yeni Bahçe, Bostancı.

– Hamur işi —

      Aside ma’kaside Скачать книгу


<p>55</p>

Camgöbeği: Yeşile çalar mavi.

<p>56</p>

Laden: Beyaz, pembe, sarımtrak bir süs bitkisi.

<p>57</p>

Ebrulu: Dalga dalga renkli.

<p>58</p>

Galibarda (Garibaldi): Mora yakın kırmızı.

<p>59</p>

Jüpon: İç eteklik.

<p>60</p>

Güvezimsi ferace: Morumsu renkte üstlük.

<p>61</p>

Kuzguni: Simsiyah.

<p>62</p>

Abraş: Alaca benekli.

<p>63</p>

Maun: Kızıla çalar kahverengi.

<p>64</p>

Güvem: Siyaha çalar, koyu yeşil.

<p>65</p>

Tirşe: Yeşile çalar gökrengi karması.

<p>66</p>

Keşmirî: Koyu esmer, Hintli rengi.

<p>67</p>

Panorama: Genel görünüş.

<p>68</p>

Baba Yaver: Ahmet Rasim’in, Şehir Mektupları’nda çok geçen, mizahlı manzumelerinde ve yazılarında kendisine ‘‘Baba Yaver-i şikem-perver’’ diye takıldığı, midesine düşkün ve obur diye takdim ettiği bir arkadaşı.

<p>69</p>

Dediye: Fransızca ‘‘dediee: ithaf olunmuş’’. Burada sadece, ‘‘ithaf’’ karşılığı.