Скачать книгу

sırtarıyorlar. Bu hesapça, hakları var. Fakat sürüm meydanı sadece şirketin, İdare-i Mahsusa’nın bilet yerleri değil ki. Her akşam, bu yüzden, çarşıda hırıltı, zırıltı çıkıyor. İngiliz lirasının, Kremis’in kesikleri fena hâlde can yakıyor. Yüz yirmiye al, yüz sekiz buçuğa sarrafa değiştirt. Bu da insafa sığmıyor.

      Lira bahsi gariptir. Ansızın görünmesi insanı hayrette bırakır. Hatta bütün ömründe bir lirayı toplu olarak bir tek parça hâlinde görmüş ve bu türlü bir akçenin yalnız bir tane olduğuna inanmış olan yoksulun biri, arkadaşının avucunda bir başka liranın parladığını görünce adamakıllı bir telaşla:

      “Aman birader, üç sene önce bu bende idi. Sana ne zaman geldi?” diye zariflik göstermeye çalışmıştır.

      Biz de öyleyiz. İnşallah gezici yazarımızda böyle birkaç tanesi bulunur da alacağı bisiklet için ufak bir sermaye biriktiririz.

      Gezici yazarınızın tavsiyesi hoşuma gitti. Bana, daha keskin bir gözlük alarak gezinmeyi tavsiye ediyor. Ben de acemiliği dolayısıyla, bineceği bisikletin alafranga borusunu ziyadece öttürmesini tavsiye ederim. Eğer öttürmezse epeyce hadise çıkarır.

      Şehrimizde gözlük piyasası çok çeşitlidir. Mesela Verdu’dan44 alınan bir gözlüğe otuz, Galata’dan alınan aynı bir gözlüğe yirmi beş, Köprübaşı’ndan Bahçekapı’dan alınana on beş, seyyar gözlükçülerden alınana on kuruş veriliyor. Aradaki sayı oranını görüyorsunuz ya, hep çeyrek. Meğer, gözlük almakta da mevki gözetmek gerekiyormuş! Eğer hekimin raporu varsa fiyat iki kat artıyor. Bunun için, haylice dikkat etmeli. Mesela Verdu’ya gitmekten ise, Köprü üzerindeki gazinolardan birinde oturup ufak camekanı ile gezinen tüccardan birinin gelişini beklemeli. Sıkı pazarlık ederseniz sekiz kuruşa kadar alırsınız.

      8

      “Malumat”, akşamları rıhtımda, birahanelerde keyif çatan; salaşlarda sadesi zehir gibi acı, şekerlisi bulaşık suyu gibi mide bulandırıcı bir tek kahve ile gecelere kadar oturan sahil konuklarının keyfini kaçırdı. Akşamüzeri rıhtımda, oranın yadigârları (hafif kadınları) dolaşmaktadır. Bu piyasa oldukça mühimdir. İçlerinde, arabaya kurulmuş olarak bir kere geçişte avını elde edenlerle saatlerce yürüyüp etrafa sırıtıp akşamı edenlere varıncaya kadar, hepsi rıhtımın su ve havasından faydalanmakta imişler.

      Yadigâr dedim de “İkdam”ın45 Avrupa’daki nüfus artışı hakkında yazdığı fıkrayı hatırladım. Paris’te, bu yadigârların epeyce mahsulü varmış. Meğer o meşhur şehirde doğanların yüzde yetmiş biri, gayrimeşru çocuklarmış. Bu hâlde, yirmi dokuzu sağlam kalıyor. Şehirde aşağı yukarı iki buçuk milyon nüfus varsa söylediğim mahsullerin kalabalığını düşünün! İnsana hayret geliyor. Arkadaşımız İkdam’ın “ibret” diye verdiği neticeye, biz de “Sürüsüne bereket!” diyebiliriz.

      Galata, Galata! Bu yeri tarif edebilmek ne kadar güçtür. Döl bereketinin şehrimizde uğradığı çeşitlilik, çok defa, bu civarın korkunç tesirlerinden doğar. İffetli insanlar, oralarda, arabaya, tramvaya binip gitmekten başka bir doğru yol göremez. Polis, yirmi dört saatin yirmi dördünde de vukuat bekleyerek vazife görür. Ahlak bozukluğu adına ne kadar rezillik varsa her biri için orada numuneler bulunabilir.

      Geçen gün, Amerika Tiyatrosu önünde, saatlerce seyredilip ibret alınacak bir vakaya rastladım. İşin ehemmiyetini kavramak için, önce, Galata sokaklarında esas geçimini külhanbeylikle sağlayan sefil kimseleri; ikinci olarak da “Küplü” denilen berbat meyhaneye devam edenlerden birini düşünün. Leh veya Avusturyalı olduğu anlaşılan iri boylu, kalınca bir ayyaş, sokağın ortasında duruyor.

      Başında eski, yırtık silindir şapkalardan biri var. Bu şapka, lekeci dükkânların mosturaları46 gibi rengârenk. Tam tepesinde, kâğıttan yapılma bir bayrak dalgalanıp duruyor. Kır saçları uzamış. Kirli alnını, ensesini kaplamış. Burun mosmor, pürtük pürtük. Yüz kırmızı, şişkin. Gözler şaşı olmayıp da bu hâle düşenlerde görülen tavırda, yani kapakları şiş, pınarları dolgun; bakışlarının yönü az değişmek üzere, daima birbirine zıt. Bıyık, sakal dudakların içe doğru çevrilmesinden dolayı bitişik. Gerdan katmer katmer, çıplak, örtüsüz olan sinesiyle beraber meydanda. Yırtık bir redingot,47 yırtık bir pantolon, yırtık bir potin. Kollar daima sarkık, parmaklar kalın, pis. Endam öne, sağa, sola, arkaya meyilli. Ufak bir çarpmaya dayanamaz, nazik; ayağı takılır takılmaz düşer. Onun için alnında çizikler, yarıklar; yüzünde ezinti nişaneleri var. Sırtındaki paltonun eteğine sicim ile koca bir gaz tenekesi takılı. Etrafını beyler almışlar: “Küp! Küüp!” diye bağırıyorlar. Onlar bağırdıkça o da galiz küfürler ile karşılık veriyor. Nasıl, bu eğlenceyi beğendiniz mi? Galata’da oynanan, zararsız komedya parçalarındandır.

      Bu sarhoş azmanlarının millî terbiye üzerindeki kötü tesirleri pek çoktur. Bunlar, gittikleri yerlerde, çirkin hareketleriyle nefret toplasalar bile ibret vermezler. Onun için, görmemek daha iyidir.

      “Küplü”ye devam edenler, ara sıra gazinolara, kıraathanelere de girip dilenmektedirler. Kıyafet, tavır, hâl, bakış, duruş birdir. Yalnız içlerinden biri, sadaka verene, vermeyene bir eyvallah! çekerek çekiliyor.

      Darülaceze’nin açılışından beri dilenciler arasına düşen kıran, bir müddet bizi rahatça gezmeye, konuşmaya kavuşturmuş iken bugünlerde yine huzursuz olmaktayız. Hatta geçenlerde kibar bir aileye mensup olduğu tavırlarından belli olan bir hanımefendiye, Köprü’de sipsivri bir dilenci yaklaşarak ta Köprü’nün ortasına varıncaya kadar rahatsız etti. Kadın, bozukluk olmadığından bahsederek gitmesini söyledi ise de kim dinler? Biçare sıkılır, bozulur. Herif, boyuna, omzu başında, elini uzatmış, sürekli söylenir. Bir hâl ki tarif edilmez. En son, bir çeyrek vererek başından savdı. Ben bu manzara ile meşgul iken beri taraftan, bir feryattır koptu. Kör bir dilenci kadın bağırıyor. Memurlar, kendisini Darülaceze’ye götürmek için araba getirmişler. Kadın, “Gitmem!” diye haykırıyor, çırpınıyor, etrafa saldırıyor. Manzara, büyük ibret verici. Hükûmet bir kişiyi dilencilik ayıbından, sefaletten kurtarmak için kendisine bir saadet yuvası hazırlamış, davet ediyor. Sefil kadın, bu nimeti nankörce tepiyor. “Dileneceğim!” diyor. Milletin sunduğu merhamete hakaret ediyor.

      Bizde dilenciler ayrı bir sınıf teşkil ederler. Aralarında meczup, ahmak, budala, kör, topal, sarsak, titrek, sulu, ayyaş bulunduğu gibi “fukara-yı sâbirîn”48 dediklerimizin biraz meydana çıkmışları da vardır:

      Sebilciler,49okuya okuya gezenler, santur,50 ney, kaval, kemençe, keman, armonik,51saz çalanları bu takımdandır. Akşamları kaside52 ve manzumeler okuyarak bir yerde durmayanları, kendilerine daha çok acındırdıklarından ekseriya üstleri başları temizcedir. Fakat, evin en ziyade meşgul bulunduğu bir zamanda kapıyı çalarak rahatsız edenler sevilmiyorlar. Bunlar, arada sırada ayakkabı çalarak da iş görürler.

      “İnayet ola! Çalış!” diyenlere: “Ben senden, nasihat istemedim, para istedim!” fıkrasına yaklaşanlar pek çoktur. Hatta, geçenlerde biri garip şekilde “idare-i kelam”53 etti. Para istediği kimse, “Allah versin!” deyince:

      “Allah bana vereceğini, sana verdiği paraya kısmet etmiştir.” dedi. Bu türlü dilenci hikmetleri, ne kadar ahlak bozucudur…

      Köprücüler, Скачать книгу


<p>44</p>

Verdu: Beyoğlu yakasında Tünel’in yukarı ucunda bir gözlükçü ve saatçi mağazası idi.

<p>45</p>

İkdam: 5 Temmuz 1894’te Ahmet Cevdet tarafından çıkarılmış gündelik gazete. Meşrutiyet’ten sonra da çıkmaya devam eden ikdam, Abdülhamit Devri’nin iki mühim gazetesinden biridir.

<p>46</p>

Mostura: Göstermelik numune.

<p>47</p>

Redingot: Uzun etekli, ardı yırtmaçlı, çift sıra düğmeli tören ceketi.

<p>48</p>

Fukara-yı sâbirîn: Muhtaçlığını gizli tutarak herkese göstermeyen yoksullar.

<p>49</p>

Sebilci: Sebilde hayır için su dağıtan kimse.

<p>50</p>

Santur: Kanun gibi mâden telli bir çalgı.

<p>51</p>

Armonik (armonika): Herbirine üfledikçe ayrı ses çıkan delikli, küçük ağız çalgısı.

<p>52</p>

Kaside: Övgü veya yergi şiiri, (burada) dilencinin makamla okuduğu övücü veya hikmetli manzume.

<p>53</p>

İdare-i keam: Hâle uygun laf etmek.