Скачать книгу

ri, birbirini kovalayan yağmurlarla tabii canlılık ve güzelliğini kaybederek sümbülleri perişan, yanakları solgun, ağlamış bir kız oğlan kız güzelliğini andırdı. Her sabah, gül dalında şebnem araştırarak mazmun1 yenileme hasreti çeken şairlerimiz, galiba her seher sicim gibi düşen yağmura tutularak bu ilham giderici kırbacın tesiriyle bütün bütün dilsiz oldular. Bu sene zavallı bülbülü dinleyemedim, taze bir gül koklayamadım, diye üzüntü çeken şairin birine sonbahar mevsimini tavsiye ettim.

      Bahar, fâni ömrünün kalanını Adalar’da2 geçirmek üzere o gönül açıcı yerlere çekilmiş gibi oralarda taze ve canlı duruyor. Sanki çimenler yeniden bitiyor zannedilecek derecede yeşermiş, çamlar yeni yapraklanmış görünüyor. Bu mevsimin tabiatı icabı mı nedendir, ne kadar bulutlu, yağmurlu olursa olsun yine seviliyor. Denizdeki dalgalar, en şiddetli sağanaklara hedef olduğu hâlde, büyüyemiyor. O sert rüzgârlar üşütemiyor. Güneş gittikçe ısıtıyor. Akşamları gün batışı, sabahları gün doğuşu manzaralarında yine tertemiz bir hoşluk var. Eğer baharın bir kısmını yaza devreden yağmurlar dinip de bir ikinci bahara erişecek olursak size bir ikinci bahar makalesi yazar, zavallı şairleri teselli edecek bazı dostça hatırlatmalarda bulunurum.

      Boğaziçi’nde oturanlar, Şirket-i Hayriye’nin3 seferleri artıracağı yerde, fazla gelir sağlamak için bilet fiyatlarını artırmaya kalkışacağı haberinden pek ziyade endişe etmektedirler. Bu sene pek çok ev kiraya verilemediği gibi eğer bu türlü bir teşebbüs de olursa gelecek sene için daha kötü bir düşüş olacağı meydandadır.

      Bakırköy Belediye Bahçesi, gösterilen fevkalade himmetlerden olacak, epeyce donanmış. Mesela kırmızı kına çiçekleriyle, şebboylarla, türlü türlü otlarla tarhlar yapılmış. İnsanın gözüne en ziyade çarpar, bir şey varsa o da akasya ve ona benzer ağaçların sarışın yaprak açmalarıdır. Bir söylenişe göre, arazi tamamıyla kireçli olduğu için, ağaçlar, serpilme gücünden mahrum kalıyormuş. Bir söylentiye göre de dikilen ağaçlar başka cinsten imiş. İnsan bahçeye girdi mi, yerden akseden kırmızı renk ile yukarıdan vuran sarı rengin karışığı içinde kalarak kavuniçine benzer bir gelgeç manzaraya dönüyor. Işık – tayfı incelemeye meraklı bulunanlar, burayı ziyaret ederlerse faydalanmış olurlar.

      Yenibahçe’yi4 unutmayalım. Bu sene, o taraflar da oldukça şen. O civarın bütün ahalisi oralara yayılarak akşamları gezinti yapmaktadır.

      “Dalları bastı kiraz!”ı şimdilik “Çiğ bal!” bastırdı. Evlerde başı dinç oturmak, çocuk uyutmak, hasta oyalamak, biraz sohbet etmek, yürek çarpıntısına uğramadan bir saat geçirmek kabil değil. Tablayı başına alan, sokak taşından kendini verdi mi, çın çın öttürüyor. Bir ses ki kaza eseri olarak Opera Fransez (Opéra Française) de ötse, binanın akustik5 fennine uygunluğu dolayısıyla, oradakilerin kulak zarları patlar ve sağır yetiştirmek için bir alet icat edildiğine bütün Avrupa’yı inandırır. Herifler direniyor, inat ediyorlar; rica bile edilse kulaklarına girmiyor. Biz göçmen arabalarına “görünür kaza” derken bir de başımıza “görünmez kaza” çıktı. Bakalım, vişne biraz ucuzlasın, ondan neler çekeceğiz?

      2

      Boğaziçi, yer yer, mesirelerini açıyor. Sefa günleri yine geldi. Baharın kalan kısmı, yaz başlangıcı ile birleşerek ne pek terletici ne de üşütücü esen yellerle, o zarif girintinin kıyılarını ve tepelerini tazelikle kaplamış. İnsan, derhâl bir kayığa veya sandala atlayarak gün batarken tepeden tepeye akseden renk oyunlarını, sahilden sahile vuran renkli dalgaları seyretmeye hevesleniyor. Bakış, her yanı dolaşıp durdukça, o daracık yerde toplanan benzersiz tabii güzelliklere hayran kaldıkça, zevk ve şenliğin buraları terk edeceğine inanamıyor. Bana kalırsa Haliç, yalnız bir Sadâbâd’iyle6 buralara karşı övünemez. Göksu7, manzaraca, ondan aşağı kalır mı? Akşamları süzüle süzüle vadiye sokulan sandallar, sağda solda dinlenerek gün batarken Küçüksu önüne çıktıkları zaman, suların coşkun akışındaki hüzünlü ilhamlar, Kâğıthane dönüşünde bulunur, görülür manzaralardan değildir. Gönül oralarda gecelemek, ertesi sabahı görmek istiyor. Gece, yıldızlı örtüsünü semaya yayar yaymaz hatıra, yorulmuş zihinlere ferahlıktan ve şenlikten ibaret bir sevinç hissi geliyor; terlemiş alınlara rahat ve huzur verecek rüzgârlar temas ediyor.

      Göksu, gölgeler içinde kaldığı zaman, batan güneşin son ışıkları, o hafif karanlık içinde ayrı bir akis güzelliği meydana getiriyor. Sulara doğru eğilen yaprakların uçları, toprağa doğru inen dalların her yanı karararak renk zıtlıkları ortaya çıkıyor. O zaman, ta içerilerden ağır ağır gelen, gittikçe hafifleşen uzak bir gürültü, bir vakit oralarda aksedip kalan neşeli seslerin geri döndüğünü hatırlatıyor. Sanki hatıra, zayıf bir ses hâline gelmiş gibi boyuna tekrarlanarak, gönül âlemlerine mahsus garip bir hüzün duyuluyor, insan, ağlamaya bahane ararken, seviniyor. Sandal ilerledikçe gölgeler koyulaşıyor. Bir yere geliniyor ki oradan öteye geçilmiyor. Uzun, karanlık, titreşimli, derin bir koridoru andıran bir boşluk, iç burukluğu veren bir ıssızlık, gitmemize mâni oluyor, işte Göksu’nun son şairane manzarası.

      Gece, oradan çıkılmaya gelmez. Yuvada barınan kuşlar, sanki insanların orada bulunuşundan hoşlanıyorlarmış gibi ara sıra o yıldızlı semaya, sessizce akan suya baka baka ötüşüyorlar. Uçuş yok, yalnız ilahi, tabii bir nağme havalarda uçuşuyor, bir yerde duramayıp yine yuvaya dönüyor. Ayın doğuşu, mehtap töreni ayrı ayrı makamda ötüşlerle icra ediliyor. Beliren yıldızlar; kesik, tesirsiz ziyalarla, oralara esmer gölgeler yağdırıyor.

      Ben böyle seyre değer şeylere tesadüf edeceğimi bildiğim için, bu mevsimi oralarda geçiririm. Dün, yine orada idim. Gece, kıyısında düşünceye dalmış olarak sona erdi.

      İşte, Göksu’daki duyuşlarımı size yazdım. Geceden bahsetmem dolayısıyla, bir aralık hatırıma geldi. Bir imtihanda, talebelerden birine:

      “Gece hayvanlarını say!” derler.

      Biçare öğrenci, canının pek ziyade yangınlığından mı nedendir, derhâl taşlayarak:

      “Sivrisinek, tahta biti, tatarcık, pire!” diye söylenir.

      Nasıl, sizde henüz bu sevimli mahluklardan şikâyet yok mu?

      Ben, “Dalları bastı kiraz!”ı “Çiğ bal!” bastırdı derken şimdi bu yadigâr8 çiftleşti. “Kuru kaymaklı, vişneli dondurmam!” diye gece gündüz, sokak sokak dolaşanları ne yapalım? Zavallı talebe, bunları saymayı unutmuş olmalıdır. Eğer sayaydı, belki tam not alırdı.

      Allah bilir ya, artık yağmurların ardı alındı gibi. Fakat gözümüz yılmış, havada bir bulut parçası görür görmez, işkilleniyoruz. Bakırköy’den aldığım haberlerde, yağmur Belediye Bahçesi’nde epeyce feyiz ve bereket meydana getirmiş. Hele bilhassa, yapılan havuzu doldurmuş.

      3

      Misafirlik, her vakit iyi değildir. Fakat ne çare! Yaz geldi mi insan, şehrimizi boydan boya kuşatan ve her biri ayrı ayrı bir eşsiz bahar ülkesini andıran gezinti yerlerine gitmek hevesinden de kendini alamıyor. Mesela Boğaz’ın, Hisarlar’dan9 ötede ne kadar semti, mahallesi varsa hiç olmazsa birer gece kalmak; Adalar’ı sırasıyla gezmek, Kadıköy’den başlayarak Kalamış, Fener, Kızıltoprak, Göztepe, Erenköy, Maltepe, Kartal10 taraflarına doğru uzanmak, benim gibi havalı kimselere hemen hemen yaşamanın bir şartıymış gibi geliyor. Bu gezip dolaşmalar sırasında ahbaplardan birine rastlayarak onda kalmak zaruret hâline geliyor. Yalnız bu gibi hâllerde dikkat edilmesi gereken bir şey varsa o da her ihtimale karşı, ihtiyatlı davranmak ve o yerin hava durumu ile topoğrafyasını hakkıyla öğrenmektir. Eğer bu türlü bir tedbire uymayacak olursanız çok defa rahatsız olursunuz.

      Geçen gün, sevdiğim dostlarımdan biri ile Köprü’ye kadar geldik. Dostum, yeleğinin cebinden saatini çıkararak:

      “Vapura yirmi dakika var, bana müsaade et.” deyince:

      “Vay! Boğaziçi’ne

Скачать книгу


<p>1</p>

Mazmun: Bir mısrada, beyitte, cümlede, şiirde, parçada, sözde gizlenen anlam, çağrışımlar yaptıran sanatlı söz, deyiş.

<p>2</p>

Adalar: İstanbul’a yakın, bugün bie ilçe teşkil eden dört ada: Büyükada, Heybeli, Kınalı, Burgaz.

<p>3</p>

Şirket-i Hayriye:1850- 1944 yılları arasında, İstanbul şehir hatlarının bazı kesimlerinde vapur işleten bir Türk anonim ortaklığı

<p>4</p>

Yenibahçe: İstanbul’da bugünkü Vatan Caddesi ile Surlar ve Malta arasına düşen bir semt. Ahmed Rasim’in anlattığı zamanda, orada bir koru vardı; çayırlıkta koç güreşleri ve başka şenlikler yaptırılırdı.

<p>5</p>

Akustik: Ses tertibatı, işitme düzeni.

<p>6</p>

Sa’d-âbâd: Haliç’in ucundaki kıyının kuzeydoğusunu kaplayan Kâğıthane semtine, Lâle Devri’nde verilen ad. Bu semti Haliç’e Kâğıthane deresi bağladığı gibi Göksu ile Küçüksu’yu da Göksu deresi bağlamaktadır.

<p>7</p>

Göksu: Boğaz’ın Anadolu kıyısındaki Küçüksu’nun arkasında, deresi, çayırlığı ve buralarda yapılan eğlenceleri ile ünlü bir gezinti yeri…

<p>8</p>

Yadigâr: (burada) ‘‘Baş belası’’ anlamındadır.

<p>9</p>

Hisarlar: Boğaziçi’nde birbirlerine karşı kıyılardan bakan Rumeli ve Anadolu hisarları.

<p>10</p>

Kadıköy tarafının, Marmara kıyısı boyunca, başlıca semtleri.