Скачать книгу

suyun içine canlandırıcı etkisinin yarısını yok eden bir miktar koku katılmış olsa da ben memnuniyetle bunun keyfini çıkardım, sonra görünüşte tüm soğukkanlılığımla ve sükûnetle beklemeye başladım. Teşrifatçılar benim sükûnetimi bozmayacak kadar iyi yetiştirilmişlerdi ve ben de havadan sudan konuşmaya tenezzül etmedim. Böylece Güneş Tanrımız çadırın kırmızı çatısına yoğun bir şekilde vururken, yüksek sesle çalınan müzik ve rıhtıma bakan taş döşeli büyük meydandan yayılan karşılama ateşlerinin kokusuyla birlikte ben oturur halde onlar da ayakta, dördümüz orada öylece bekledik.

      Seçkinlerin, itibar kazanmak için her zaman kendilerinden daha alt seviyede olanları keyifleri gelene kadar bekletmeleri gerektiği söylenir; ama ben, şahsen bu taktiği her zaman saçma ve tenezzül etmeyeceğim bir şey olarak gördüğümü söylemeliyim. Phorenice’in de bu görüşte olduğu anlaşılıyordu, çünkü (daha sonra kendisinin de bana söylediği gibi) Tob’un kadırgasının gövdesini kraliyet iskelesinin mermerlerine yanaştırdığı haberi kendisine verilir verilmez, hemen o anda saraydan çıkmak üzere harekete geçmişti. Muhteşem tören alayı çoktan sıraya dizilmiş ve süslerle bezenmiş halde, en önemli övünç kaynağını bekliyordu; İmparatoriçe atına biner binmez trompetler emri verdi ve yürüyüş başladı.

      Çadırın kapı girişinde otururken, bu büyük kalabalığın başını oluşturan askerlerin evlerin bittiği geniş caddeden ortaya çıkarak geldiklerini gördüm. Beni selamlamak için doğruca bana doğru yürüdüler ve sonra meydanın uzak tarafına giderek orada sıralandılar. Sonra Denizciler Loncası ve ardından daha fazla asker gelerek sırayla saygılarını sundular ve başkalarına yer açmak için ilerlediler. Bunları takiben tüccarlar, tabakhaneciler, mızrak imalatçıları ve törene uygun olsun diye özellikle abartılı giyinmiş (ya da bana öyle geldi) diğer tüm bilindik loncalar önümden geçtiler, bunların çoğu yaya yürürken bazıları da gururla onlara bu aşağılayıcı taşıma hizmetini vermek için ehlileştirdikleri yaratıkların üstünde geçtiler.

      Lakin o anda, tüm bu göz kamaştırıcı manzaranın en şaşırtıcı iki harikası çıkageldi. Evlerin gölgeleri arasından dev bir boğa mamutunu aratmayacak irilikte bir canavar çıktı. Görünüşü beni ürkütecek kadar şaşırtıcıydı. Hayatım boyunca birçok defa, benim idarem altındaki bir köye veya mısır tarlasına saldıran mamut sürülerini öldürmek için avlar düzenlemiştim. Yaban topraklarda tüylü, korkunç, canavar benzeri devasa hayvanlar görmüş; mağara kaplanı veya mağara ayısından bile daha vahşi, birkaç dev kertenkele hariç dünyaya egemen olmak için insanlarla savaşan canavarların en tehlikeli olanlarıyla karşılaşmıştım. Ancak mamutların arasında bile bir dev gibi duran; ama aynı zamanda kamçılanarak ehlileştirilmiş bir köle kadar evcil bu yaratık, sırtında açılmış bir elin içine yerleştirilmiş ve gümüş yılanlarla donatılmış büyük bir altından tahtırevan taşıyordu. Kılıç gibi uzun, öldürücü dişleri altın yaldızla kaplanmış, tüylü boynu çiçekten bir çelenkle süslenmişti ve tören alayının önünde, sanki böyle şatafatlı bir gösteriye yardım etmek tüm varlığının tek sebebiymiş gibi yürüyordu. Onun bu uysallığı, yeni Atlantis hükümdarının buyurgan gücüne uygun düşen bir işaret gibi görünüyordu.

      Mamut ile eşzamanlı olarak çok daha görkemli bir diğer harika, mamutun sahibesi İmparatoriçe Phorenice, görüntüye girdi. En başta, muazzam büyüklüğü ve bastırılmış vahşi gücüyle gözüme ilk takılan canavar olmuştu; ama onun geniş sırtındaki altın tahtırevanda oturan hanımefendi, bakışlarımı çabucak kendine çekmiş ve o andan itibaren sonsuz cazibesiyle gözlerim bir an bile ondan ayrılmaz olmuştu.

      İnsanlar, Phorenice’in yaklaşmasıyla birlikte bağırmaya başladığı zaman ayağa kalktım ve onun sırtına bindiği devasa savaş hayvanı gelip meydanın ortasında durana kadar kırmızı çadırımın önündeki sundurmada bekledim, sonra taş zemin boyunca ona doğru ilerledim.

      “Dizlerinizin üstüne çökün, efendim,” dedi arkamdaki teşrifatçılardan biri, korkulu bir fısıltıyla.

      “En azından kafanızı eğin,” diye ısrar etti bir diğeri.

      Fakat benim bu konularda, birinin kendine saygı duyması için nasıl davranması gerektiğine dair şahsi fikirlerim vardı ve açık alan boyunca başım dimdik halde, gözlerimi onun gözlerinden ayırmadan İmparatoriçe’ye doğru ilerledim. Beni değerlendirmeye çalıştığı belliydi. Açıkçası ben de onun için aynı şeyi yapıyordum. Tanrılar! Bu birkaç kısa saniye bana, yaşadığını bile hayal edemeyeceğim bir kadının var olduğunu göstermeye yetti.

      Devlet için çalıştığım uzun resmi yaşamım boyunca kadınların, benim üzerimde hiçbir etkisi olmadığını bu yazının başlarında belirtmiş olduğumu biliyorum. Ancak onların çoğu zaman başkalarının politikaları üzerinde güçlü bir akıl çelme yeteneğine sahip olduklarını çok kısa bir süre içinde görmüş ve sonuç olarak, bir yandan erkekleri incelerken diğer yandan onları da incelemeyi iş edinmiştim. Fakat mamutun sırtındaki altın tahtırevanda kutsal yılanların altında oturan bu kadın, beni şaşkına çevirmişti. Ne düşündüğüne dair hiçbir fikrim yoktu. Zayıf, esnek vücudunun son derece biçimli olduğunu görebiliyordum ve biraz ufak tefekti. Müthiş bir zekâya sahip olduğu yüzünden okunuyordu, aynı zamanda yeni modaya uygun kısa kesilmiş ve omuzlarında toplanmış kızıl saçlarıyla inanılmayacak kadar güzeldi. Ya gözleri! Tanrılar! Kim Phorenice’in gözlerinin derinliğini ölçebilir veya cennet gibi renginin ufacık bir benzerini bulabilirdi?

      Buna karşılık onun da beni ruhumun derinliklerine kadar incelediği açıktı ve bu inceleme onu oldukça tatmin etmiş gibi görünüyordu. Ben ona doğru yaklaşırken başını onaylar gibi hafif hareketlerle sallıyordu ve rütbem gereği yere kapanıp onu saygıyla selamlama görevimi yerine getirdiğim zaman, yakınlardaki herkesin duyabileceği kadar yüksek ve net bir sesle bana, kendisi Atlantis’te hüküm sürdüğü sürece onun adına alnımı bir daha asla yere koymamamı emretti.

      “Diğerlerine gelince,” dedi, “ben İmparatoriçe olduğum için onların bunu rütbelerine ve makamlarına göre bir, iki veya birkaç defa yapmaları uygundur; ama sen Deukalion, efendim, ben bugüne kadar seni sadece anlatılanlara dayalı tasvirlerden tanıyordum, şimdi ise kendi gözlerimle gördüm ve değerlendirmemi yaptım. Ve sonunda şu karara vardım: Deukalion, Atlantis’teki diğer tüm erkeklerin üzerindedir ve ona itaat etmekte kusur eden biri olursa, o adam Phorenice’in de düşmanıdır ve öfkesini üzerinde hissedecektir.”

      Bir işaret yaptı ve bir merdiven getirildi, sonra beni çağırdı; ben de tırmanıp kraliyet yılanlarının gölgelediği altın tahtırevanda onun yanına oturdum. Arkada duran görevli bir kız, parfümlü tüylerle bizi yelpazeliyordu ve Phorenice’in bir sözüyle dev mamut dönüp geldiği yoldan geri giderek bizi kraliyet piramidine götürdü. O sırada diğer tüm ihtişam düzenekleri de harekete geçirildi. Askerler ile şatafatlı sivil tüccarlar, önümüzden ve arkamızdan kafileye katılarak yürürlerken, mamutun her iki yanında ağır silahlı birliklerin tempolu adımlarla yürüdüğünü fark ettim.

      Phorenice bir gülümsemeyle bana döndü. “Beni gücendirdin,” dedi, “ilk başta.”

      “Majesteleri farkına vardığı pek çok şeyle beni mahcup ediyor.”

      “Bana bakmadan önce altımdaki savaş hayvanıma baktın. Bir kadın böyle bir saygısızlığı affetmekte zorlanır.”

      “Büyük fetihleriniz için size hep gıpta ettim ve hâlâ da ediyorum. Ben kendim de mamutlarla savaştım ve zamanında onları öldürdüm; ama içlerinden birini canlı tutmayı ve onu ehlileştirmeyi düşünmeye bile asla cesaret edemedim.”

      “Cesurca konuşuyorsun,” dedi, hâlâ gülümseyerek, “ve ayrıca

Скачать книгу