Скачать книгу

senin mantıklı davranarak bize istediğimizi verip vermeyeceğini görmek istememiz; sonra hepinizin bir sıyrık bile almadan, sapasağlam yolunuza devam ederek evlerinize dönmenize izin verilecek.”

      “Buraya yanlış kazı yolmaya geldiniz,” dedi Tob, gürültülü bir kahkahayla. “Yucatan’dan ayrılırken gemilere hiçbir hazine ya da mal almadık. Limanda sadece yolculuk için erzak tedariki yapıp gemiyi yiyecek ve suyla doldurmaya yetecek bir süre için kaldık, daha fazla değil. Giderken nasıl gittiysek, aynı şekilde çıplak gemilerle geri dönüyoruz. Elbette bana inanmayacaksın, senin yerinde olsam ben de inanmazdım; ama eğer istersen ambarlara gidip bakabilirsin. Orada iskorbüt yüzünden yarım adam haline gelmiş birkaç zavallı denizci dışında hiçbir şey bulamazsın. Hayır, senin burada yumruklardan başka alabileceğin hiçbir şey yok Dason ve biz bunları sana fazla bir şey istemeden verebiliriz.”

      “Yükünüzü bu kadar düşük değerde beyan etmene sevindim,” dedi elçi, “çünkü evinize sağ salim bir şekilde gitme hakkını kazanabilmeniz için, o yükü yanımda kadırgaya götürmem gerekiyor.”

      Tob kaşlarını çattı. “Daha açık konuşsan iyi olur,” dedi. “Ben sıradan bir denizciyim ve süslü konuşmaları anlamıyorum.”

      “Senin Deukalion’u,” dedi Dason, “Phorenice’e destek olması için Atlantis’e geri getirmek üzere gönderilmiş olduğun açıkça görülüyor. Eh, bizler de daha fazla destek olmadan Phorenice’e karşı savaşmanın zor olduğunu biliyoruz ve bu yüzden, Deukalion’la kendi yöntemimize göre ilgilenmek için onun bizim gözetimimiz altında olmasını istiyoruz.”

      “Peki ya ben cimrilik yapıp yükümün bu parçasını sana vermeyi reddedersem?”

      Şık giyimli elçi, hasar görmüş gemiye ve onun yanındaki hırpalanmış diğer donanma gemilerine baktı. “O zaman Tob, hepinizi çok kısa bir sürede denizdeki balıklara yem ederiz ve Deukalion tek başına Tanrılar’ın önüne çıkmak yerine, arkasından sendeleyerek gelen pejmürde tayfalarla birlikte dibi boylar.”

      “Bundan şüpheliyim,” dedi Tob, “ama göreceğiz. Efendim Deukalion’u almanıza izin vereceğimi sanıyorsan, böyle bir şey söz konusu bile değil. Şunu bil ki içki arkadaşım Dason, birincisi eğer Deukalion olmadan Atlantis’e gidersem diğer efendim Tatho, bu günlerden birinde buraya geri döner ve ben onun elinde en yavaş ölümlerden biriyle can veririm; ikincisi ben Efendim Deukalion’un dev bir deniz kertenkelesini öldürdüğünü gördüm ve o gün bana ne kadar düzgün bir adam olduğunu gösterdi ki onu kendi isteği olmadan Tatho’nun kendisine bile teslim etmem; üçüncüsü de kıyıdaki son şarap masamızda payına düşen borcu ödemedin ve sen bu hesabı kapatana kadar sana hiçbir şey vermeden cehennem Tanrıları’nın yanına göndereceğim.”

      “Eh, Tob, umarım kolay boğulursun. Karına gelince, ben onu her zaman çok beğenirdim ve onu nasıl kullanacağımın bir yolunu bulacağım.”

      “Bunun için boynunu koparacağım, seni Avrupalı piç kurusu,” dedi Tob, “ve eğer bu güverteyi terk etmezsen hemen burada koparırım. Defol,” diye bağırdı. “Seni lanet olası! Çek git ki seninle adil bir şekilde savaşayım, yoksa şerefim üzerine senin bağırsaklarını dışarıya döker ve o aptal tayfalarının boynuna kolye diye takarım.”

      Bunun üzerine Dason kendi kadırgasına döndü.

      Tob derhal kendi gemimiz Bear’ın mekanizmasını çalıştırdı ve bas bas bağırarak sağdaki ve soldaki gemilere emirler verdi. Tayfalar iskorbüt yüzünden zayıf düşmüş olsalar da emirlere hızla itaat ettiler. Beş geminin hepsi birden çalıştırıldı ve Güneş Tanrımız pırıl pırıl parladığı için kısa sürede en yüksek hıza ulaştılar. Küçük donanmamızın gemileri birbirine yakınlaştı ve hepsi rakip gemilerden bir tanesini ortak hedef olarak seçti, gemi böylesine hızlı bir hücuma hazır olmadığından telaşa kapıldı ve bizi pruvadan karşılamaya çalışmak yerine alan kazanmak için dönmeye çabaladı. Sonuçta, beş gemimizin hepsi birden ona yandan çarparak sualtındaki sivri boynuzları ile gövdesini parçaladı ve onu batırdıktan sonra gövdeden ayrılıp geri çekildi.

      Ancak düşmanın gemi sayısını beşe düşürüp kendi sayımıza eşit hale getirmiş olsak da bu avantaj uzun süre bizde kalmadı. Düşmanın üç çevik kadırgası hizaya geldi, lostromoların kırbaç şakırtılarıyla birlikte köleler küreklere sarıldılar, az sonra kendi gemilerimizden biri boynuzla parçalanıp battı ve gemideki adamlar kurtarılma umudu olmadan suda boğuldu.

      Ardından, yaşayan en büyük savaşçının yüreğini ısıtacak, göğüs göğse bir yakın dövüş başladı. Gemiler ve kadırgalar, inip kalkan dalgaların üzerinde önsezileri güçlü hayvanlar gibi kendilerini zorlayarak ve birbirlerine sertçe sürtünerek çarpışıyorlardı. Güvertedeki adamlar oklarını fırlatıyor, baltalarını savuruyor, kılıçlarıyla kesip doğruyorlar ve borulardan alev püskürtüyorlardı. Fakat her şekilde mücadele, Bear üzerine yoğunlaştı. Düşmanın tüm hıncı onun üzerindeydi ve Tatho’nun donanmasının diğer mürettebatı, kendi gemileri alev aldığında, batırıldığında ya da ele geçirildiğinde hemen takviye için Bear’a geçiyorlardı.

      Muharebe, biz Rahipler Klanı üyeleri için eski bir tanıdık gibidir ve yeni koloni bölgeleri oluşturmak zorunda kalanlar için ise en yürekli adamları bile bıktıracak kadar çok sıklıkta ortaya çıkar. Burada deneyimli bir adam olarak konuşabilirim. O zamana kadar, yarı ömrüm boyunca, adamların “Deukalion” diye savaş naraları attığını duymuş ve benim zamanımda çok şiddetli çarpışmalar görmüştüm. Ancak bu deniz savaşındaki vahşi şiddet, beni bile şaşırtmıştı. Bizi çevreleyen nahoş ve istikrarsız faktörler, üzerinde savaştığımız sallanan güverteler, korkunç alevleriyle eti ve ahşabı aynı şekilde yakan alev boruları, tepemizdeki gökyüzünde süzülerek uçan insan yiyen büyük obur kuşlar, çevredeki denizin içinde kaynayan ve suya düşenleri kemirip yemek için birbirleriyle yarışan insan yiyen balıklar, bunların hepsi bir ordu için toplanan en cesur askerlerin bile gözünü korkutmaya yetecek bir durum oluşturuyordu.

      Fakat bu kapkara gemiciler, bunların hepsine boyun eğmez bir cesaretle karşı koydular ve asla korkuya kapılıp bağırmadılar. Denizlerde yaşam, öylesine zor ve (engin suları istila etmiş canavarların yarattığı) öylesine vahşi tehlikelerle doludur ki denizcilerin çok aşina olduğu ölüm, sırf bu yüzden korkutuculuğunun yarısını kaybetmiştir. Onlar, sırf boğuşma tutkusu yüzünden, kıyıdaki tavernalarda kendi aralarında sonuna kadar dövüşürlerdi; bu yüzden şimdi burada, bu umutsuz deniz savaşında, adamların içindeki öldürme tutkusu, göklerin gazabıyla ormanlara yağan kızgın ateş taşları gibi yanıyordu ve aldıkları ölümcül yaralara bile gülüyorlardı.

      Bizim tarafımızda savaş narası olarak sadece “Tob!” diye bağırılıyordu ve bu bilinmeyen gemi kaptanının adı, kendi mürettebatımız arasında birçok tanınmış komutanın gıpta edeceği kadar büyük bir güven sağlamış gibi görünüyordu. Düşman tarafında ise bir düzineye yakın savaş narası vardı ve bu onların kafasını karıştırıyordu. Ancak diğer gemi komutanları birer birer öldürülüp geriye şeytanca taktikleriyle sadece Dason canlı kaldığında, bizim “Tob!” naralarımıza karşın, onlar da “Dason!” diye bağırmaya başladılar.

      Gelgelelim ben, sayfamı tek ihtişamı vahşet olan bu belirsiz deniz savaşını daha fazla açıklama yaparak doldurmayacağım. Her iki tarafın gemileri de ya tek tek battı ya da içindeki herkes öldürülmüş olarak öylece bırakıldı, sonunda geriye sadece Da-son’un kadırgası ve bizim Bear kaldı. O an için üstünlük bizdeydi. Yucatan’dan yelken açtığımızda donanmaya alınan denizcilerden on beş yirmi kişi sağ kalmıştı, düşman bize bordalamış ve Bear’ın güvertesini savaş alanına çevirmişti.

Скачать книгу