Скачать книгу

biraz yavaş olsa da bu yeni hücumu durdurmak düşünülemezdi. Tob, kanlı baltasıyla önden yol açarken baştan ayağa savaş tutkusuyla dolu olan bizler, öfkeyle saldırdık. Tanrılar! Ne savaştı o öyle!

      Zavallı Bear, arkamızda alevler ve dumanlar içinde yanarken on kişi kadırgaya çıktık. Arkamızdan gelmeye çalışan herkesi dönüp çılgınca şişledik ve gemileri bir arada tutan çengelleri keserek ilerledik. Denizin dalgaları, Bear’ın parçalarını sürükleyip götürdü.

      Kadırganın kürek çekilen banklarına zincirlenmiş olan köleler, aralarına bazı başıboş mızrakların geldiği durumlar hariç kimin ne yaptığıyla ilgili değillerdi ve çatışmayı kayıtsız gözlerle izliyorlardı. Bu arada bir avuç savaşçı, Bear’ın içinde yanarak can vermektense her türlü kaderi göze alarak çaresizlik içinde arkamızdan kadırganın güvertesine tırmanmışlardı ve bunların derhal icabına bakılması gerekiyordu. Bu adamlardan içlerinde hâlâ kor gibi savaş öfkesi yanan üç tanesi, kurnazlıkla ve en tahrip edici şekilde öldürüldü; silahlarını denize atan beş tanesi, ölen kölelerin yerine kürek ıskarmozlarına zincirlendi ve geriye sadece kaderiyle yüzleşecek olan Dason kaldı.

      Çatışma gözünü yıldırmış ve silahlarını denize atmıştı, asık suratla başına geleceklere karşı hazır bir şekilde bekliyordu; Tob, sevinçli bir yüzle onun yanına gitti.

      “Ee, içki arkadaşım Dason,” diye bağırdı, “bir saat önce Atlantis’in oralardaki rıhtımda veletleriyle birlikte yaşayan kadınım hakkında bir sürü laf etmiştin. Şimdi sana hoş bir seçenek sunacağım; ya seni eve götürüp ona, tüm gemi mürettebatının önünde (pek çoğu şimdi öldü, zavallı adamlar) neler söylediğini söyleyeceğim ve bunu sana ödetmek için neyi uygun görürse onu yapması için bedenini ona vereceğim ya da diğer seçenek olarak, şimdi burada seninle bizzat kendim ilgileneceğim.”

      “Verdiğin şans için teşekkür ederim,” dedi Dason ve diz çöküp boynunu baltanın altına uzattı. Böylece Tob, onun başını kesti ve bunu herkese ilan etmek için kelleyi kadırganın önündeki uzun burna astırdı. Gövdesini yan tarafa attı ve havada dönüp duran, yakınlardaki insan yiyen dev kuşlardan biri alçalarak gelip onu kaptıktan sonra gövdeyle birlikte kayaların arasındaki yuvasına doğru uçtu. Böylece, kürek çeken esirler kadırgayı hızla başkente doğru götürürken biz de yemek olarak kadırgada bulunan meyvelerden ve taze etlerden istediğimiz her şeyi serbestçe aldık.

      Geminin kıç kasarasında bir şarap tulumu vardı, bir boynuz alıp şarap doldurdum ve kutlama amacıyla onu Tob’un ayaklarına döktüm. “Dostum,” dedim, “bana gerçek bir dövüş gösterdin.”

      “Teşekkürler,” dedi Tob, “senin bu konuda uzman olduğunu biliyorum. Devam ederken güzeldi ve adamlarımın çoğunun iskorbüt hastalığından çökmüş olduğunu bildiğim için, onların inanç sayesinde savaştıklarını söyleyebilirim. Efendim Tatho’nun donanmasını kaybettim, ama sanırım Phorenice beni burada haklı görecektir. Eğer ona karşı olanlar, kendisine yardıma gelen Efendim Deukalion’u öldürmek için bu kadar çok zahmete giriyorlarsa, ben Deukalion’u her ne kadar biraz bereli ve üstü başı kanlı da olsa rıhtıma sağ salim çıkardığım zaman, duyduğu sevinci göstermekten kaçınmayacaktır diye düşünüyorum.”

      “Bunu Tanrılar bilir,” dedim, çünkü savaş heyecanı içinde olduğumuz o an için aramızdaki görgü kuralları her ne kadar gevşemiş olsa da altımda olan kişilerle politik konuları tartışmak asla âdetim değildi. “Tanrılar senin için neyin en iyisi olduğuna karar vereceklerdir Tob, tıpkı Atlantis’e gelmemin benim için en iyisi olduğuna karar verdikleri gibi.”

      Denizci, elinde şarap tulumundan doldurulmuş bir boynuz tutuyordu ve sanırım, onu benim yaptığım gibi kutlamak için ayaklarıma dökmeyi düşündü. Fakat fikrini değiştirdi ve onun yerine şarabı kafasına dikti. “Bu savaşma işi insanı susatıyor,” dedi, “ve bu içki çok iyi geliyor.”

      Elimi onun kan bulaşmış koluna koydum. “Tob,” dedim, “tekrar iktidar sahibi olup olmayacağım ya da yarın idam edilip edilmeyeceğim tamamen ayrı bir konu ve bunu ancak Tanrılar bilir; ama şimdiden sana şunu söyleyeyim ki eğer bana minnettarlığımı göstermek için bir şans verilirse, bu yolculukta bana nasıl hizmet ettiğini ve bugün nasıl mücadele ettiğini hiç unutmayacağım.”

      Tob, elindeki boynuzu şarap tulumundan tekrar doldurdu ve ayaklarıma döktü. “Bu benim için, karımla çocuklarımın bugünden itibaren asla yoksun olmayacaklarına dair yeterli bir güvence,” dedi, “Efendi Deukalion ve idam, daha neler!”

      Dördüncü Bölüm

      PHORENICE'IN KARŞILAMA TÖRENI

      Şimdi tüm gerçeğiyle şunu söyleyebilirim ki körfezin ağzında bizi bekleyen rakip donanmayla karşılaştığımızda, ona destek olmam için beni emri altına çağıran İmparatoriçe’nin gözündeki değerim üzerine pek fazla düşünmemiştim. Fakat orada, bizi pusuda bekleyen gemiler ve adamların beni ellerine geçirebilmek için vahşi bir gaddarlıkla savaşmaları, bunu ortaya koyan ve en kör insanların bile görebileceği kadar aşikâr alametlerdi. Ulusun kaderinde çok önemli bir rol oynamamın beklendiği açıkça belliydi.

      Bizim gelişimiz, düşmanlar tarafından izlenmiş olduğuna göre Phorenice’in de mutlaka bizi izleyen gözcüleri vardı ve bunlar dağlardan bizi görüp başkente haber ulaştırmış olmalıydı. Gerisinde büyük Atlantis şehrinin yer aldığı körfez, genişlik açısından büyük farklılıklar gösteriyordu. Aşırı derecede fokurdayarak kaynayan dağların püskürterek aşağıya akıttığı sıvı maddelerin oluşturduğu sert kayalıkların olduğu yerlerde kanal, neredeyse bir nehir genişliğindeydi ve sonra, yarım günlük bir yelken yolculuğunun sonunda, genişleyerek kıyıları zar zor görülebilen çok büyük bir göl halini alıyordu. Dahası, izlediği yatak dolambaçlı kıvrımlarla devam ediyordu; bu yüzden yolunu bilen ve kıyı boyunca uzanan düzlükler, bataklıklar ve tüten tepelerin arasından geçen bir haberci, yoldaki ateş derelerinden ya da sudan veya etrafta dolaşan canavarlardan kurtulabildiği takdirde, karayoluyla sahilden başkente, kürekçilerin en sert şekilde kırbaçlandığı denizdeki kadırgalardan bile çok daha hızlı bir şekilde haber taşıyabilirdi.

      Elbette, haberciye hızlı olması için tüm önlemleri feda etme emri verildiğinden, onun bu karayolundan güvenli bir şekilde geçiş yapması büyük riskler taşıyordu. Fakat Phorenice, habercilerin sayısı konusunda cimri davranmıyordu. Boğazların deniz girişine tepeden bakan burnu üzerine yirmi kişilik bir haberci birliği göndermişti; her biri kendi rotasındaki haberleri anlatmaya başlamıştı, bu becerikli arkadaşlardan en az yedisi, hızları ve zekâları sayesinde bir hasar görmeden haberlerle dönebilmişlerdi, diğerlerinden ise ancak üçünün hayatta kaldığının bilindiği söylenmişti.

      Tabii ki bu durumu o zamanlar bilme imkânımız yoktu ve bizim oraya geleceğimizden başkalarının pek haberi olmadığını düşünerek yolumuza devam etmiştik. Kadırganın küreklerini çeken köleler, çoğunlukla Avrupalı yabanilerdi ve kokuları o kadar rahatsız ediciydi ki yolculuğun bütün zevki kaçmıştı, üstelik rüzgâr bu kokuyla birlikte püsküren bir ateş dağından yayılan sayısız miktarda küçük kum tanecikleri taşıdığı için mümkün olduğunca fazla oyalanmadan yolculuğun bir an önce bitmesini istiyorduk. Ayrıca kendimi boş yere küçük düşürmeden şunu itiraf edebilirim ki rahiplik eğitimim sırasında aldığım stoacı felsefe öğretisine göre tüm geleceğin Tanrılar’ın elinde olduğunu biliyor olsam da sonuçta hâlâ zayıf tarafları olan bir insandım ve Atlantis’te nasıl karşılanacağıma dair çok büyük bir merak içindeydim. Zihnimde, karaya çıktığım zaman resmi bir mahkûm olarak tutuklanacağımı ve Yucatan kolonisini iyileştirmek için neler

Скачать книгу