Скачать книгу

sömürge havası seni çok basit bir adam yapmış. O dağa karşı senin bir dakika önce saygıyla yere kapanman, benim bu krallığı yönetme görevine geldiğimden beri hiç yapılmadı.”

      “Majesteleri,” dedim, “ben Rahipler Klanı’nın üyesiyim ve onların öğretilerine göre yetiştirildim. Bana, bir eve girmeden önce Tanrılar’a ve özellikle de Güneş Tanrı’mıza, bize sağladıkları güzel hava için şükretmem öğretildi. Kaderimde birkaç kere, dağların aniden kaynamaya başlamaları sırasında akan ateş dereleri ve pis kokulu hava tarafından kovalanmak da vardı; bu yüzden ben bu mutat duayı doğruca kalbimden gelerek okurum.”

      “Sen Atlantis’ten ayrıldığından beri durumlar değişti,” dedi Phorenice, “artık şükür duaları o eski Tanrılar’a yapılmıyor.”

      Onun neyi kastettiğini anladım ve dine karşı yapılan bu saygısızlık karşısında neredeyse ürktüm. Eğer burada böyle yeni bir kural varsa benim bununla hiç işim olmazdı. Kader bana nasıl isterse öyle davranabilirdi. Ben kendimi, iktidardaki hükümdara sadakatle hizmet etmek için hazırlamıştım; ama kutsal şeyleri savsaklamak, duaların ve tapınmanın kendisine yapılması gerektiğini emreden bir domuz çobanının kızını tanrı olarak kabul etmek, benim erkekliğime sığacak bir şey değildi. Bu yüzden bile bile bir krize davetiye çıkardım.

      “Phorenice,” dedim, “ben çocukluğumdan beri tanrıların önünde saygıyla eğilen bir rahip oldum ve onların gizemleriyle içli dışlı büyüdüm. Bu eski şeylerin yanlış olup olmadığını kendim bulana kadar inancıma sadık kalacağım ve eğer bu sadakat için bir bedel varsa bunu ödemeliyim.”

      Bana hafif bir gülümsemeyle baktı. “Sen güçlü bir adamsın, Deukalion,” dedi.

      Eğilerek karşılık verdim.

      “Böyle inatçı olan başkalarını da duydum,” dedi, “ama sonra inançlarından döndüler.” Saçlarının kızıl perçemlerini sallayarak açtı ve yanan ateş fıskiyesinin ışığı yüzü ile vücudunun güzelliğini aydınlatacak şekilde durdu. “İnatçıları döndürmenin en kolay yolunu onları yakmakta buldum. Ama aslında bu yakılma, pek söz konusu olmadı. Ben isteyeyim ya da istemeyeyim, hepsi alelacele dönmeyi seçti. Fakat benim zavallı görüntümün ve dilimin bugün biraz akıl çelmeye ihtiyacı olduğu anlaşılıyor.”

      “Phorenice imparatoriçedir,” dedim duygusuz bir sesle, “ve ben de onun hizmetkârıyım. Eğer yarın bana izin verirse duvarların dışındaki karışıklık çıkaran bu ayaktakımını temizleyeyim. Artık faydalarımı kanıtlamaya başlamalıyım.”

      “Bana senin çok iyi bir savaşçı olduğun söylendi,” dedi Phorenice. “Eh, benim de silahlar konusunda kendime göre bir becerim var, bu konuda biraz uzman olduğumu düşünüyorum. Yarın birlikte savaşın tadına bakacağız. Ama bugün senin için planladığım saygıdeğer kabul törenini sürdürmem gerekiyor, Deukalion. Ziyafet birazdan hazır olacak ve sen de ziyafet için hazırlanmak isteyeceksin. Burada senin kullanımın için seçilmiş ve ihtiyaç duyulacak şeylerle doldurulmuş odalar var. Ylga onların yerlerini sana gösterecek.”

      Yelpazeci kızla beraber Phorenice ateş fıskiyesinin parıltısından uzaklaşıp bekleme salonunun ilerisindeki bir köşede gölgeler arasında bulunan bir kapıdan çıkıp gidene kadar bekledik ve sonra (kız bir lamba almış yol gösteriyordu) piramidin dar labirentlerinden geçerek kendi yolumuza gittik.

      Her tarafta parfüm kokusu ortama hâkimdi ve piramidin kocaman taşları arasındaki her yerde geçitler dönüyor, kıvrılıyor ve bükülerek uzuyordu; böylece yabancılar ulaşmak istedikleri odayı ararken saatler (evet, ya da günler) geçirmek zorundaydılar. Bu kraliyet piramidinin planını hazırlayan unutulmuş inşaatçılar, yapıyı şeytani bir kurnazlıkla tasarlamışlardı. Çünkü dışarıdan gelebilecek ani saldırılarda kralların hoyrat suikastçıların eline düşmesine meydan vermek niyetinde değillerdi. Ayrıca zamanın kralının, kendini iyice garantiye almak için piramidi inşa eden herkesi, hatta iç taşlarının döşenmesini görenleri bile öldürttüğü rivayet edilirdi.

      Ancak elindeki lambayı sallayarak yol gösteren yelpazeci kız, bu labirentlere alışkın gibiydi. Bazen hızlanarak, bazen döne döne gidiyordu; sonra boş bir duvarın ortasında durdu ve bir taşı itti, duvar sarsılarak açılıp geçmemize izin verdi. Bu defa yerdeki yassı döşeme taşlarından birinin köşesine ayağıyla bastırdı ve geriye kayan taşın altından dik, dar bir merdiven göründü. Oradan inerek eğimli bir yolun başlangıcına geldik ve o yoldan tekrar yukarı doğru çıktık; böylece ilerleyip, kullanmam için bana verilen odaya kadar geldik.

      “Duvarların yanında duran bu sandıklarda giysiler var,” dedi kız, “ve şu bronz kutunun içinde mücevherler ile diğer süsler var. Bunlar Phorenice’in ilk hediyeleri; ama bana bunların daha sonra gelecek olanların küçük bir göstergesi olduğunu söylememi tembihledi. Efendi Deukalion şimdi basit giysilerinden kurtulabilir ve modaya uygun, şık elbiseler giyinip kuşanabilir.”

      “Kızım,” dedim, sert bir sesle, “diline hâkim ol ve bana böyle önemsiz tavsiyelerde bulunma.”

      “Eğer Efendi Deukalion bunu bir kabalık olarak görüyorsa Phorenice’e söyleyebilir ve ben de kamçılanırım. Eğer isterse beni soyarak onun önünde kamçılayabilirler. İmparatoriçe şu an Deukalion için pek çok şey yapacaktır.”

      “Kızım,” dedim, “sen şu kırbaçlanmaya sandığından daha yakınsın.”

      “Benim bir adım var,” diye bana çıkıştı, siyah kaşlarının altından aksi bir ifadeyle bakarak. “Bana Ylga derler. Mamutun üzerinde buraya gelirken kendinizi Phorenice’e bu kadar kaptırmamış olsaydınız bunu duyabilirdiniz.”

      Gözlerimi dikip ona merakla baktım. “Sen beni daha önce hiç görmedin,” dedim, “ve bana söylediğin ilk sözler başını fena halde derde sokabilecek şeyler oldu. Bütün bunların bir amacı olmalı.”

      Ylga gidip odanın kapı girişindeki koca taşı bastırarak itti. Sonra mücevherlerle dolu küçük parmaklarını giysimin üzerine koyarak beni dikkatlice hava bacasından uzak bir köşeye çekti.

      “Ben Zaemon’un kızıyım,” dedi, “sen onu tanıyorsun.”

      “Bana ondan mesaj mı getirdin?”

      “Bunu nasıl yapabilirim?” O, sizin önünde secde etiğiniz dağdaki rahip konutlarında yaşıyor. İki yıldır onu biç görmedim. Ama sizi ilk defa liman tarafında kurulan kırmızı çadırdan çıkarken gördüğümde ben… Ben size acıdım Deukalion. Babam Zaemon’un, arkadaşı olduğunuzu hatırladım ve Phorenice’in neye hazırlandığını biliyordum. İki aydan beri bunun planını yapıyordu.”

      “İmparatoriçe’nin aleyhinde bir şey duymak istemiyorum.”

      “Ama henüz…”

      “Ne?”

      Sandaletiyle yerdeki taşa sertçe bastırdı. “Siz çok kör bir adamsınız Deukalion ya da çok cesur olmalısınız. Ama ben daha fazla araya girmeyeceğim, en azından şimdilik. Yine de izleyeceğim ve herhangi bir şekilde bir dost istiyormuş gibi göründüğünüz zaman size hizmet etmeye çalışacağım.”

      “Dostluğun için teşekkür ederim.”

      “Bunu hafife alır gibi görünüyorsunuz. Çünkü efendim, şu an bile gerekçemi tahmin etmediğiniz gibi, benim gücümü bildiğinize de inanmıyorum. Siz bu krallıktaki ilk adam olabilirsiniz; ama rütbe olarak benim ikinci leydi olduğumu size söyleyeyim. Ve şunu unutmayın, artık Atlantis’te kadınların itibarı daha yüksek. İnanın bana, benim dostluğum her zaman ve çok çaba gösterilerek aranan bir şeydir.”

      “Dediğim gibi dostluğuna müteşekkirim.

Скачать книгу