Скачать книгу

Devrim’in hükmü altındaydı.

      Uzaklardan iki kişi, Balıkçı Misafirhanesi’ne doğru yaklaşıyordu. Biri yaşça büyük bir adamdı; devasa bir yüzü, beyaz saçları, garip perçemleri ve denizci olduğunu hemen açığa vuran kendine özgü sallantılı yürüyüşü vardı. Diğeri ise genç, zayıf bir adamdı; koyu renk kıyafetleri düzgün ve şık görünüyordu, paltosunu da üstüne almıştı. Sinekkaydı tıraşlıydı, koyu saçlarıysa asil alnına düşüyordu.

      “Armand!” dedi Marguerite Blakeney yaklaşanın o olduğunu anlayınca, gözyaşlarına rağmen güzel yüzünü mutlu bir gülümseme kapladı.

      Bir iki dakika sonra kardeşler birbirlerini kollarıyla sarmalamıştı bile. Bu sırada yaşlı kaptan da yanlarında hürmetle bekliyordu.

      “Mösyö St. Just gemiye binene dek ne kadar zamanımız var, Briggs?” diye sordu Leydi Blakeney.

      “Hanımefendi, yarım saat içinde demir alsak iyi olur,” diye cevap verdi yaşlı adam, gri saçlarıyla oynuyordu.

      Kolunu kardeşinin koluna atan Marguerite, onu falezlere doğru götürdü.

      “Yarım saat,” dedi efkârlı bir şekilde denize bakarken, “yarım saat sonra benden çok uzaklarda olacaksın Armand! Ah! Buradan ayrılacağına inanamıyorum, canım benim! Percy’nin buralarda olmadığı ve tamamen birlikte geçirdiğimiz şu son birkaç gün, tıpkı bir rüya gibi hemencecik geçip gitti.”

      “Çok uzağa gitmiyorum tatlım benim,” dedi genç adam kibarca. “Aşılacak dar bir boğaz, birkaç kilometrelik de yol var. Yakında tekrar geleceğim.”

      “Hayır, mesele mesafe değil Armand, Paris’in korkunçluğu… Şu an…”

      Falezin ucuna ulaştılar. Denizden gelen hafif esinti, Marguerite’in saçlarını yüzüne doğru savuruyor, yumuşak dantel atkısının uçlarını tıpkı beyaz ve esnek bir yılanmışçasına boynuna doluyordu. Çok uzaklara bakmaya çalıştı, ufkun ötesinde Fransa’nın kıyıları uzansa da buradan görünmüyordu. Diyetini isteyen, çocuklarından kan vergisi alan acımasız ve inatçı Fransa’nın kıyıları…

      “Güzel ülkemizin ta kendisi, Marguerite,” dedi Armand; kız kardeşinin neler düşündüğünü tahmin etmiş gibi görünüyordu.

      “Çok ileri gidiyorlar Armand,” dedi heyecanla. “Sen bir cumhuriyetçisin, ben de öyleyim. Özgürlük ve eşitlik konusunda aynı düşüncelere, aynı heveslere sahibiz. Ancak sen de çok ileri gittiklerini düşünüyor olmalısın.”

      “Sessiz ol!” dedi Armand ister istemez, çevresine endişe dolu bir bakış attı.

      “Ah! Görüyorsun değil mi? İngiltere’deyken bile bu tür şeyleri konuşmanın güvenli olduğunu sen de düşünmüyorsun!” Bir anneninkine benzer güçlü bir tutkuyla yapıştı erkek kardeşine, “Gitme Armand!” diye yalvardı. “Oraya geri dönme! Ben ne yaparım, eğer… eğer… eğer…”

      Birden hıçkırıklara boğuldu. Şefkatle dolu güzel mavi gözleri, genç adamın gözlerine acıklı bir ifadeyle bakıyordu.

      “Her durumda, Fransa tehlikedeyken çocuklarının ona sırtını dönmediğini hatırlayacak cesur kız kardeşim olacaksın,” dedi nazikçe.

      Genç adam konuşurken Marguerite’in o tatlı çocuksu gülümsemesi tekrar ortaya çıktı. Fakat gözyaşlarıyla karışık o gülümseme, insanda acıma hissi uyandırıyordu şimdi.

      “Ah Armand!” dedi acayip bir tonlamayla, “bazen keşke bu kadar yüce erdemlerin olmasaydı diyorum. Seni temin ederim ki küçük günahlar çok daha az tehlikeli ve çok daha az rahatsız edici. Neyse, tedbirli olacaksın, değil mi?” diye ekledi ısrarla.

      “Olabildiğince… Sana söz veriyorum.”

      “Unutma canım, benim yanımda bir sen varsın.”

      “Hayır tatlı kardeşim, artık başka yakınların da var. Percy seni önemsiyor.”

      “Önemsiyordu. Bir zamanlar,” diye mırıldanırken Marguerite’in gözlerinde garip bir hüzün belirdi.

      “Ancak eminim ki…”

      “Tamam, tamam canım, benim yüzümden endişeye kapılma sakın. Percy gayet iyi.”

      “Olmaz!” diye araya girdi büyük bir coşkunlukla. “Margot’m benim, tabii ki senin adına endişeye kapılacağım. Dinle canım, daha önce bu tür şeyleri seninle konuşmadım. Tam sana sormak istediğim zamanlarda bir şeyler beni sormaktan alıkoydu. Fakat şimdi, bu soruyu sormadan uzaklara gidemeyecekmişim gibi hissediyorum. Eğer istemezsen cevaplamak zorunda değilsin,” dedi Armand. Kız kardeşinin gözlerindeki kaygılı ve sert bakışları fark etmişti.

      “Nedir o?” diye sordu yalnızca.

      “Sör Percy Blakeney, St. Cyr Markisi’nin tutuklanmasında bir rolün olduğunu biliyor mu?”

      Kadın güldü. Attığı kahkaha neşesiz, acı ve kibirli bir kahkahaydı, sanki ses tonunda kulak tırmalayan bir nota vardı.

      “St. Cyr Markisi’ni mahkemeye ihbar ettiğimden, sonra da onu ve tüm ailesini giyotine gönderdiğimden mi bahsediyorsun?

      Evet, bunu biliyor. Onunla evlendikten sonra bunu ona söyledim.”

      “Senin aslında suçsuz olduğunu belirten koşullardan da bahsettin, değil mi?”

      “O ‘koşullar’ı anlatmak için artık çok geçti. Olayı başka kaynaklardan zaten duymuştu, görünüşe göre benim itirafım çok geç gerçekleşti. O saatten sonra durumu hafifleten koşullardan bahsedip savunma yapamazdım, açıklamaya çalışarak kendimi küçük düşüremezdim.”

      “Ve?”

      “Yani artık, İngiltere’deki en büyük aptalın, eşine karşı katıksız bir nefret duyduğunu bilme zevkine sahibim Armand.”

      Bu kez konuşmalarına şiddetli bir acı hakimdi, kız kardeşini çok seven Armand St. Just ise sanki kanayan bir yarayı yanlışlıkla tekrar deşmiş gibi hissediyordu.

      “Fakat Sör Percy seni seviyordu Margot,” diye cevap verdi kibarca.

      “Beni seviyor muydu? Evet Armand, bir zamanlar sevdiğini düşünmüştüm, zaten diğer türlü onunla evlenmezdim,” dedi, çok hızlı konuşuyordu. “Şunu söyleyebilirim ki,” diye ekledi, sanki onu aylarca altında ezmiş ağır bir yükü üzerinden atacakmış gibiydi. “Şunu söyleyebilirim ki tıpkı herkes gibi sen de Sör Percy ile zenginliği yüzünden evlendiğimi düşünüyorsun; ancak seni temin ederim canım, durum bu değildi. Nadiren görülen derin bir tutkuyla bana tapıyor gibiydi ki bu durum kalbime dokundu. Senin de bildiğin gibi daha önce kimseyi sevmemiştim ve o sıralarda yirmi dört yaşındaydım, bu yüzden birilerini sevmenin benim yaradılışımda olmadığını düşündüm. Fakat hep, körü körüne sevilmenin, tutkuyla tapılmanın çok güzel bir duygu olduğunu düşünüyordum. Hatta doğrusu Percy’nin sıkıcı ve aptal olduğu gerçeğini göz önünde tutarak onun beni her şeyden daha fazla sevebileceğini düşündüm. Zeki bir adamın tabii ki başka ilgileri olur, azimli bir adamın farklı umutları olur. Yalnızca bir aptalın bana bütünüyle tapabileceğini düşündüm, başka bir şey değil. Buna cevap vermeye de hazırdım Armand; bana tapması için ona izin verecektim, karşılığında ise ona sonsuz bir sevecenlik gösterecektim.”

      İç çekti, bu iç çekişte hayal kırıklıklarıyla dolu koskoca bir dünya yatıyordu. Armand St. Just, hiç araya girmedi ve kardeşinin konuşmaya devam etmesine izin verdi, onu dinledi, bu sırada kendi düşüncelerinin isyanını göz ardı ediyordu. Bu denli güzel bir kadının, hatta hâlâ hayatının baharında olan genç bir kızın, gençliğini uzun ve sonsuz bir tatile çevirecek umuttan,

Скачать книгу