Скачать книгу

de o an tüm bunları çok sakince karşılamış gibi görünüyordu. Hatta doğrusu, kadının söylediklerinin ne anlama geldiğini anlamakta güçlük çekiyor gibiydi. Fakat kesin olan bir şey vardı; Marguerite o andan itibaren bir daha, bir zamanlar bütünüyle sahip olduğuna inandığı o aşkın en ufak bir emaresini dahi göremedi. Artık araları epey açılmıştı; sanki Sör Percy, eşine olan aşkını eline uymayan bir eldivenmişçesine kenara bırakmış gibiydi. Marguerite, onun aptal zihnine karşı yaptığı nükteleri artırıp onu uyandırmaya çalıştı, aşkını canlandıramasa bile kıskançlığını tahrik etmek için çaba gösterdi, kendini savunması için onu teşvik etti, ancak hepsi boşunaydı. Sör Percy hiç değişmedi, her zamanki gibi pasif kalmaya, ağır ağır konuşmaya, uyuklamaya ve her zamanki gibi nezaketli davranan bir beyefendi olmaya devam etti. Marguerite, hayatın ve zengin bir eşin güzel bir kadına sunabileceği her şeye sahipti, ancak bu güzel yaz akşamında, DAY DREAM’in beyaz yelkenleri nihayet akşamın gölgeleri içinde gözden kaybolduğunda, engebeli yamaçlarda yavaş yavaş bıkkın bir şekilde yürüyen zavallı avareden daha yalnız hissediyordu.

      Marguerite Blakeney, derin bir iç daha çekip sırtını denize ve falezlere döndü, sonra yavaş yavaş Balıkçı Misafirhanesi’ne doğru yürümeye başladı. Oraya yaklaştıkça cümbüş sesleriyle mutlu kahkahalar, gitgide daha da belirginleşip daha da şiddetlendi. Sör Andrew Ffoulkes’un hoş sesini, Efendi Tony’nin kahkahalarını, zaman zaman da eşinin ağır ve uykulu yorumlarını seçebiliyordu. Sonra, yolun ıssızlığını ve etrafında hızla toplanan kasveti fark edip adımlarını hızlandırdı. Hemen sonrasında bir yabancının hızla kendisine doğru geldiğini gördü. Marguerite kafasını kaldırmadı, endişelenmedi de çünkü Balıkçı Misafirhanesi artık seslenebileceği uzaklıktaydı.

      Yabancı, Marguerite’in kendisine doğru hızla yaklaştığını görünce durdu, kadın tam yanından geçiyordu ki çok sessizce şöyle dedi:

      “Citoyenne10 St. Just.”

      Marguerite, hayrete düşüp minik bir çığlık attı, çünkü evlenmeden önceki soyadının bu denli yakından söylendiğini duymak onu şaşırtmıştı. Yabancıya doğru baktı, bu kez sahici bir memnuniyet çığlığı atıp iki elini de büyük bir coşkuyla yabancıya doğru uzattı.

      “Chauvelin!” diye haykırdı.

      “Ta kendisi yurttaş, hizmetinizdeyim,” dedi yabancı, kadının parmaklarının ucunu nazikçe öptü.

      Marguerite bir anlığına hiçbir şey söylemedi, hemen önünde duran ve çok da alımlı olmayan küçük adama bariz bir memnuniyetle baktı. Chauvelin, kırkına otuzundan daha yakındı. Zeki ve kurnaz bir kişiliğe sahipti, derin gözlerinde bir tilkininkini andıran tuhaf bir ifade vardı. Bir iki saat önce Bay Jellyband ile dostça bir bardak şarap içen yabancının ta kendisiydi.

      “Chauvelin… Dostum…” dedi Marguerite, mutluluk ve memnuniyet duygusuyla içini çekti. “Seni gördüğüme ne kadar sevindim anlatamam!”

      Kuşkusuz, tüm ihtişamının ve soğuk arkadaşlarının ortasında yalnız hisseden Marguerite St. Just, Paris’teki mutlu zamanları, tıpkı bir kraliçe gibi Rue de Richelieu’deki entelektüel zümreye hükmettiği günleri hatırlatacak bir yüzü görmekten çok mutluydu. Fakat Chauvelin’in ince dudaklarının köşesinde beliren alaycı minik gülümsemeyi fark etmemişti.

      “Söyle bana,” diye ekledi neşeyle, “seni İngiltere’ye ne ya da kim getirdi bakalım?”

      “Ben de sizi gördüğüme çok sevindim, güzel hanımım,” dedi. “Sizden ne haber?”

      “Ah, ben mi?” dedi, omuzlarını silkti: “Je m’ennuie, mon ami.11 Hepsi bu.”

      Balıkçı Misafirhanesi’nin verandasına ulaştılar, ancak Marguerite içeri girme konusunda isteksizdi. Fırtınadan sonra akşam havası çok hoştu, üstelik Paris’in havasını solumuş, Armand’ı çok iyi tanıyan, geride bıraktığı müthiş arkadaşlar hakkında neşeyle konuşabileceği bir dostla karşılaşmıştı. Bu yüzden tatlı verandada kaldı, o sırada tavernanın hoşça aydınlatılmış çatı penceresinden duyulan kahkaha sesleri, “Sally” ve bira haykırışları, bardakların masada çıkardığı sesler ve zar tıkırtıları Sör Percy Blakeney’nin boş ve mutsuz gülüşüyle iç içe geçiyordu. Chauvelin de onun yanında kaldı, cin gibi bakan soluk sarı gözleri, bu yumuşak İngiliz akşamında daha bir tatlı ve çocuksu görünen o güzel yüze kilitlenmişti.

      “Beni şaşırttınız, yurttaş,” dedi sessizce, enfiyesinden bir tutam alıp burnuna çekti.

      “Öyle mi?” diye karşılık verdi Marguerite neşeyle. “Tanrım, küçük Chauvelin’im, bu zekânla, erdemden ve sisten oluşan bir atmosferin bana hiç uymayacağını tahmin edeceğini düşünmem gerekirdi.”

      “İnanamıyorum! O kadar kötü mü?” diye sordu, alaycı bir hayretle.

      “Epey, hatta daha kötü,” diye cevap verdi Marguerite.

      “Çok tuhaf! Oysa ben, güzel bir hanımın İngiliz taşra hayatını bilhassa ilgi çekici bulacağını düşünürdüm.”

      “Evet! Öyle de buldum zaten!” dedi Marguerite, iç çekerek. Hızlı bir şekilde, “Güzel hanımlar tabii ki İngiltere’de güzel zaman geçirir, çünkü normalde her gün yaptıkları tüm hoş şeyler burada onlara yasak!” diye ekledi.

      “Kuşkusuz öyledir!”

      “Belki inanmayacaksın ama, küçük Chauvelin’im,” dedi ciddiyetle, “çoğu zaman tüm bir günü, evet tüm bir günü, beni cezbeden herhangi bir şeyle karşılaşmadan geçiriyorum.”

      “Avrupa’nın en zeki kadınının, can sıkıntısından mustarip olması pek tabii şaşılacak şey değil,” diye karşılık verdi Chauvelin, nazikçe.

      Marguerite, dalga dalga artan çocuksu ve melodik kahkahalarından birini patlattı.

      “Durumum çok kötü olmalı, değil mi?” diye sordu kurnazca. “Yoksa belki de seni gördüğüme bu kadar sevinmezdim. Üstelik bu, romantik bir aşk evliliğinin daha ilk yılında oluyor. Evet, yalnızca sorun bu…” diye ekledi.

      “Ah! O ahmaklık huzuru…” dedi Chauvelin, epey alaycı bir tavırla, “haftalar sonrasında son buldu öyleyse?”

      “Ahmaklıktan gelen huzur asla çok uzun sürmez, küçük Chauvelin’im. Tıpkı kızamık gibi çıkar ve çok geçmeden iyileşir.”

      Chauvelin, enfiyesinden bir tutam daha çekti, bu zamanlarda çok yaygın olan bu kötü alışkanlığa iyice bağımlı olmuş gibiydi. Belki de bu tütün çekişlerini, karşılaştığı kişilerin ruhlarını anlamak için attığı hızlı ve kurnaz bakışları gizlemek için uygun bir örtü olarak kullanıyordu.

      “Avrupa’daki en aktif beynin, can sıkıntısından mustarip olması pek tabii şaşılacak şey değil,” diye tekrarladı aynı kibarlıkla.

      “Bu derdime bir çaren vardır diye ümit ediyordum, küçük Chauvelin’im,” dedi Marguerite.

      “Sör Percy Blakeney’nin başaramadığı şeyi, ben nasıl başarabilirim ki?”

      “Şimdilik Sör Percy’yi meselenin dışında tutalım, olur mu güzel dostum?” dedi soğuk bir şekilde.

      “Ah! Sevgili hanımım, beni affedin, ancak bunu tabii ki yapamayız,” dedi Chauvelin. Bu sırada tıpkı gözlerini açmış bir tilkininki kadar keskin olan gözleri, Marguerite’e doğru hızlı bir bakış daha attı. “Can sıkıntısının

Скачать книгу


<p>10</p>

Fr. Yurttaş. (ç.n.)

<p>11</p>

Fr. Sıkıldım dostum. (ç.n.)