Скачать книгу

ölümcül bir dövüşün başlayacağı aşikârdı.

      Tabii onlar insan değildi. Aksine, birer tanrıydılar. Bu yüzden, onları görünürde bile olsa öldürmek imkânsızdı. Bunun tek yolu, her birinin kendine sakladığı bir sırra başvurmak yani belli bir maddeyi kullanmaktı. Sıradan silahlarla yapılacak bir dövüş beyhude ve faydasız olacağından, her biri kendisi için ölümcül savaş aleti olan şeyi açıklamayı kabul etti. Ioskeha, bir yabangülü dalının (ya da başka bir versiyona göre içi mısır dolu bir çuvalın) onun için her şeyden daha tehlikeli olduğunu kabul etti. Tawiscara ise yalnızca bir geyik boynuzunun onu öldürebileceğini açıkladı.

      Er meydanına çıktılar. İlk şansı elde eden Tawiscara bir yabangülü dalıyla kardeşine şiddetle saldırıp ölü gibi yerde uzanıncaya dek vurdu. Fakat hemen canlanan Ioskeha, bir geyik boynuzuyla Tawiscara’nın üzerine hücum edip böğrüne bir darbe indirdi. Bunun üzerine, Tawiscara’nın yarasından oluk oluk kan aktı. Bahtsız dövüşçü sahadan kaçıp aceleyle batıya doğru koşturdu. Koşarken kanının toprağa düşen damlaları çakmaktaşlarına dönüşmüştü. Ioskeha canını bağışlamadı, aksine peşinden koşturarak nihayet onun işini bitirdi. Fakat aslında onu öldürmemişti çünkü daha önce söylediğim gibi bunlar ölemeyen varlıklardı. Hakikaten, Tawiscara yalnızca dünyadan sürülüp ölülerin ruhlarının hükümdarı olacağı en batıda yaşamak zorunda bırakılmıştı. Ölüler, bedenlerini dünyada bıraktıktan sonra orada yaşamaya giderlerdi.

      Ioskeha geri dönünce kendini sükûnetle toprağı iskân etmeye adadı. Yerin içindeki bir mağarayı açıp ormanları ve çayırları dolduracak olan her çeşit hayvanı dışarı çıkardı. İnsanlar tarafından daha kolay yakalanabilsinler diye hayvanların her birini ayağından yaralamıştı. Ioskeha’nın hamlesini savurmayı başaran kurt dışında. Bu sebeple kurt, yakalaması en zor olan hayvanlardan biridir. Ardından insanları yarattı. Onlara can vererek kendisinin de büyük tosbağadan öğrendiği ateş yakma sanatını öğretti. Ayrıca, insanlara mısır yetiştirmeyi gösterdi. Esasen, toprağa verimlilik katan Ioskeha’nın kendisidir ve tohum da onun cömertliği ve iyiliği sayesinde yüz kat karşılık verir.

      Ioskeha uzak, görünmez ve ulaşılmaz bir tanrı olarak düşünülmüyordu. Hayır, talimatları ve yardımıyla daima yakındaydı. Hasat başarısız olacak olursa, mevsim başında ortaya çıkardı. Halkı için endişelenmekten zayıf düşmüş halde elinde kurumuş bir mısır başağı tutuyor olurdu. Bir avcı ava çıkarken, Ioskeha’dan yardım isterdi. O da dilediği takdirde avcının yoluna besili hayvanlar koyardı. Köy bayramlarında daima hazır bulunur ve coşkuya katılırdı.

      Peder Lalemant’ın naklettiğine göre, çiçek hastalığının Huron köylerini perişan ettiği 1610 senesinde bir Kızılderili, heybetli ve güzel bir delikanlının ona gözüküp şu sözleri söylediğini anlatmıştı: “Hiç korkma! Ben dünyanın efendisiyim. Siz Huronların Ioskeha adıyla tapındığıyım. Fransızlar bana yanlış bir şekilde İsa diyor çünkü beni tanımıyorlar. Halkımı yok eden bu salgını görmek beni çok üzüyor. Bu yüzden, size bu hastalığın nedenini ve çaresini öğretmek için geldim. Hastalığın nedeni bu yabancıların varlığıdır. Çaresi ise bu kara cüppelileri (misyonerleri) kovmanız, size bahsedeceğim bir sudan içmeniz ve benim şerefime gece boyunca yani şafak sökene dek sürmesi gereken bir şenlik yapmanızdır.”

      Ioskeha’nın evi en doğuda, ufuk üzerinde güneşin doğduğu yerdedir. Kulübesi işte oradadır. Ioskeha burada büyükannesi bilge Ataensic ile yaşar. Ataensic müthiş bir büyü gücüne sahip bir kadındır ve dilediği her kılığa girebilir. Tüm insanların hayatının kaderi onun elindedir. Ioskeha yaşama dair şeyleri idare ederken, ölüm vaktini tayin eden ve varlığın sonuyla alakalı her şeyle ilgilenen ise Ataensic’dir. Dolayısıyla, ondan korkulurdu ama kötü bir ilah olarak değil, en dehşet verici ve kasvetli işle uğraşan ilah olarak.

      Rivayet odur ki bir defasında dört cesur delikanlı güneşin doğduğu yere seyahat edip büyük Ioskeha’yı ziyaret etmeye karar verirler. Kulübesine vardıklarında onu orada yalnız bulurlar. Ioskeha gençleri sıcak bir şekilde karşılar, sonra da hoş bir sohbete koyulurlar. Fakat bir an gelince Ioskeha, canlarını kurtarmak için saklanmalarını emreder, çünkü büyükannesinin geleceğini söyler. Delikanlılar aceleyle gizlenir. Hemen sonra Ataensic içeri girer. Sihirli sezgisi, onu misafirlerin varlığı konusunda uyarmıştır. Bu yüzden, güzel bir kız kılığına girer. Renkli bir elbise giyip, boynunu ve kollarını wampum19 kolye ve bileziklerle ışıl ışıl donatır. Misafirleri sorar fakat onları kurtarmak isteyen Ioskeha, numara yaparak “Neden bahsettiğini bilmiyorum,” diye cevap verir. Ataensic misafirleri aramaya gidince Ioskeha saklandıkları yerden çıkmaları için onlara seslenir. Böylece delikanlılar kaçmayı başarır.

      Ioskeha’nın büyükannesi için koca rolünü oynadığı söylenirdi. Başka bir deyişle bu mit, antik Mısır rahiplerinin öğretmeye çalıştığı fikrin çekirdeğini sunmaktadır. Buna göre, Osiris “kendi babası ve kendi oğluydu”, “kendinden olan”dı ve hatta “kendi annesinin babası”y-dı. Bunlar, korkunç derecede materyalist ifadeler olsa da mitoloji araştırmacıları için tamamen açıktır. Bu ifadeler, tabiattaki yaşamın kendini yenileme gücünü iletmeyi amaçlamaktadır. Toprağı ekip biçme, kış ile yaz, kurak ile yağmurlu mevsimler ve bilhassa da günbatımı ile doğumu bunu örneklendirmektedir. Bunlar, tabiat hareketlerindeki fasılasız ritmin insan ruhundaki yankıları olup insanın sonsuz yaşam umutlarının yegâne garantörleri halini alır.20

      Bunu tasdik için önümüzdeki mitte yer alan isimlere bir göz atalım. Ioskeha, İrokua dilinin Oneida diyalektinde kişiliksiz bir eylemin üçüncü tekil kişi çekimidir ve tam olarak “suyun içindeki kadın”21 anlamına gelmektedir. Sade bir ifadeyle, hikâyenin manası şudur: Şafak, gün doğar doğmaz solup gider. Sonra ışık küresi, karayı çevrelediği sanılan uçsuz bucaksız suların içinden yükselir. Güneş, her gün bu sularda gözden kaybolur ve ertesi sabah yine buradan doğar. Güneşin yaklaşması şafak vaktine neden olduğu için güneş tanrısının kendi annesinin babası, büyükannesinin ise kocası olduğunu söylemek bunu kabaca ifade etmenin bir yoluydu.

      Ioskeha’nın mitolojideki pozisyonu, belki de İrokuaların çoğunun daha aşina olduğu öteki adıyla ortaya konmaktadır. Bu isim Tharonhiawakon olup bir fiilin üçüncü şahıs çekimidir ve tam olarak “O (erkek), gökyüzünü iki koluyla tutar (ya da kaldırır),” anlamına gelmektedir.22 Başka bir deyişle, kadim Aryan tanrısı Dyâus yani Gökyüzü veya Sema’yla, bilhassa da gündüz vaktindeki Gökyüzü’yle neredeyse akrabadır.

      İkiz kardeşiyle çatışmasının anlamı, bu kardeşin de efsanelerde taşıdığı iki isimde açıkça görülmektedir. Bunlardan biri yukarıda verdiğim Tawiscara olup şüphe yok ki “karanlık oluyor” anlamındaki tiokaras fiil köküyle ilgilidir. Diğeri ise Tehotennhiaron şeklindedir ve kök kelimesi kannhia “çakmaktaşı”dır. Bu ismi almasının nedeni, kardeşiyle dövüşürken yarasından düşen kan damlalarının çakmaktaşlarına dönüşmesidir.23 Burada çakmaktaşı, Algonkin mitinde işaret etmiş olduğum aynı anlama sahiptir. Dolayısıyla, bu iki ulus arasında mutlak bir mitolojik fikir ve sembolizm benzerliği görmekteyiz.

      Bu mitler tarihi olarak özdeş olmuş olabilir mi? Buna inanmamak zordur. Fakat bu uluslar birbirinin ezeli düşmanıydı. Dilleri ise birbirinden tamamen farklıdır. Bu benzerlikler öyle geniş alanlarda, birbirinden öyle

Скачать книгу


<p>19</p>

Wampum: Amerikan yerlilerinin para olarak ve süs eşyası yapmak için kullandığı boncuklar. (ç.n.)

<p>20</p>

Mısır dininde bereket tanrılarının çoğu için bu tür unvanlar yaygın olarak kullanılırdı. Yazıtların birinde “Osiris’in ruhu” olarak adlandırılan Amun, ismini men “döllemek, babası olmak” kökünden alır. Karnak yazıtlarında “annesinin kocası” olarak da tanımlanır. Bu da Horos’un bir şekli olan Khem’in en sevdiği unvandı. Bkz. Dr. C.P. Tiele, History of the Egyptian Religion, s. 124, 146, 149, 150 etc.

<p>21</p>

Bu sözleri başka bir çalışmaya yazdığım notta inceledim ve bilhassa da etimolojinin araştırılıp araştırılmadığını bilmediğim için konuyu burada tekrarlamaktan kaçınacağım. Bkz. Myths of the New World, 2d Ed., s. 183.

<p>22</p>

Bu ismin özenli bir incelemesi, muhtemelen İrokualar konusunda yaşayan en iyi otorite olan Peder J. A. Cuoq tarafından Lexique de la Langue Iroquoise, s. 180’de (Montreal, 1882) verilmiştir. Yine burada İrokualar tam olarak eski Mısırlıların düşünce hattını takip ediyordu. Heliopolis dininde Shu, kozmik ışık ve ısıyı, canlandıran yaratıcı prensibi temsil ederdi. Yazıtlarda ifade edildiği üzere “gökleri tutan” odur ve anıtlarda kollarını kaldırarak gökkubbeyi destekleyen bir adam olarak betimlenir çünkü gökkubbe, yeryüzünü gökyüzünden ayıran ara ışıktır. Shu, rüzgârların da tanrısıydı: Ölüler Kitabı’ndaki bir pasajda ona şunlar söyletilir: “Ben Shu’yum. Rüzgârları semanın sınırlarına, yeryüzünün sınırlarına ve hatta uzayın sınırlarına gönderen benim.” Yine Ioskeha gibi Shu’nun da kendisini annesinin rahminde vücuda getirdiği rivayet edilir. Tıpkı Ataensic gibi su tanrıçası olan Nu yahut Nun, göksel okyanus yani ilkel denizdi. Tiele, History of the Egyptian Religion, s. 84-86.

<p>23</p>

Cuoq, Lexique de la Langue Iroquoise, s. 180’de bu ismin eksiksiz bir incelemesini yapar.