ТОП просматриваемых книг сайта:
RAUF VE 2125’LILER KULÜBÜ – GEÇMISTEN GELEN SÖVALYE. AYDIN ALMILA
Читать онлайн.Название RAUF VE 2125’LILER KULÜBÜ – GEÇMISTEN GELEN SÖVALYE
Год выпуска 0
isbn 9789752114050
Автор произведения AYDIN ALMILA
Издательство Автор
1970 yılında İstanbul’da doğdu. Daha okumayı öğrenmeden kitapları eline aldı ve o zamandan beri bırakmadı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünden mezun oldu. 1992 ve 1996 yıllarında iki kez Amerika’da bulundu ve bu sırada California Üniversitesi’nde İngilizce öğrenimi gördü. Yazmayı hep istedi, ama doğru zamanın gelmesini bekledi. Doğru zaman ise İtalya’ya yerleşmesini bekledi! 1997 yılından beri İtalya’da yaşıyor. İlk kitabını 2003 yılında yazdı.
İtalyancadan dilimize kitap çevirileri de bulunuyor.
Yazara [email protected] adresinden ulaşabilirsiniz.
Alara’ya …
1. BÖLÜM
HABERCİ
2139
Dikenli çalıların arasından can havliyle fırladı. Pantolonunun sol paçası yırtılmış, aşağı sarkıyordu. Gömleğinin sağ kolu dikiş yerinden sökülmüştü. Saçlarının arasına giren birkaç ince dal parçasını, “Bir bu eksikti!” diye söylenerek çıkardı. Yüzü sıyrıklar yüzünden sızlıyordu. Ellerini yaraların derinliğini anlamak istercesine yüzünde gezdirdi. Beklediği kadar kötü olmadığını fark edince içi biraz olsun rahatladı. Nerede olduğunu anlamak için etrafına bakındı. Zifiri karanlıktı. Ay kara bulutların arasına gizlenmişti. Gökyüzünde tek bir yıldız bile görünmüyordu. Berbat bir geceydi. Gözü karanlığa alışana kadar bekledi. Şanssız bir günündeydi. “Bütün terslikler bir araya gelmek için anlaşmaya varmışlar!” diye söylenmeyi sürdürdü. Bir yandan da sarkan paçayı çekip kopardı.
O sırada oldukça yakından gelen bir baykuş sesiyle yerinden sıçradı. Bakışlarını dört bir yanını kaplayan ağaçlarda gezdirdi ama baykuşu göremedi. Hissettiği tatsız ürpertinin nedeni hem soğuk hem de korkuydu. Bir ormanda olduğum kesin, diye düşündü. Isınmak için elleriyle kollarını ovuştursa da bunun bir faydası olmadı. Kaybedecek zamanı yoktu. Bir an önce ormandan uzaklaşıp yola çıkmalıydı. Önce el yordamıyla cebini kontrol etti. Bir kenarının uzunluğu on santimetreyi ancak bulan yassı altıgenin hâlâ yerinde durduğunu anlayınca rahat bir nefes aldı. Altıgen onun dönüş biletiydi! “Artık yola koyulabilirim.” diyerek iç geçirdi.
Attığı her adımda çıtırdayan kuru yapraklar içini daha da ürpertiyordu. Baykuşun sesini yeniden duyunca hızlanması gerektiğine karar verdi. Bir umutla başını gökyüzüne çevirdi; yıldızlar hâlâ görünürde yoktu. Elini pantolonunun arka cebine attı. Işıldayan kare şeklindeki küçücük ekranı çıkardı. Aslında yıldızlara bakıp yönünü bulmayı tercih ederdi ama bu karanlık gece ona, elindeki o şeyi kullanmaktan başka şans bırakmıyordu. Parmaklarını acemice ekranın üstünde gezdirdi. Minik cihaz kuzeye doğru gitmesini işaret etti. Ormandan uzaklaşmak için en kestirme yola doğru adımlarını hızlandırdı.
Rauf pencereyi açıp gökyüzüne baktı. Ne sıkıntılı bir gece, diye düşündü. Bir tek yıldız bile parlamıyordu; koyu karanlığın sonu yoktu. Odasından dışarı yayılan ışık, yoğun siste parıldayan araba farları gibi yalnızca bir iki metre öteyi aydınlatıyordu. Saçlarının arasında gezinen soğuk rüzgâr, yaklaşan kışın habercisi gibiydi. Tüylerinin ürperdiğini hissetti. Pencereyi kapattı. Evlerindeki kütüphanede bulduğu sayfaları sararmış kitaplardan biriyle kendini yatağa attı. Kitabın adı İki Yıl Okul Tatili’ydi. Tam da ihtiyacım olan şey, diye düşünerek gülümsedi.
Yarım saat içinde patika yolu aşmış, ormanın dışına çıkmıştı. Yüzündeki sıyrıklar hâlâ sızlıyordu. Ancak, göğe doğru yükselen binaların ışıklarını uzaktan da olsa seçmeye başlayınca acısını unuttu. Durup bu etkileyici manzaranın tadını çıkarmak isterdi ama onun yerine adımlarını daha da sıklaştırdı. Etrafta kimsecikler yoktu. Kötü düşünceleri zihininden uzaklaştırmak için gideceği adresi aklından geçirdi. Adresi unutsa bile bileğine bakması yeterliydi. Sol bileğindeki, üstünde ismi yazılı olan gümüş halkaya… Gülümsedi. Ne tuhaf bir rastlantı, diye düşündü. Gideceği adres tam da Gümüş Halka Sokağı diye bir yerdeydi.
Elindeki kitabın gürültüyle yere düşmesiyle Rauf aniden gözlerini açtı. Kalbi nedenini bilmediği bir şey yüzünden delicesine atıyordu. Yatağında doğruldu. Bakışları bilinçsizce pencereye yöneldi. Birtakım sesler duyduğunu sanmıştı, ama emin olamadı. Kulak kabarttı. Rüzgârın hafif uğultusundan başka bir şey duyamadı. Ardından saatine baktı. Uykuya yeni dalmış olmalıydı, çünkü henüz gece yarısıydı. “Çok hayal kuruyorsun Rauf.” diyerek kendi kendine söylendi. Esnedi. Ertesi gün okul vardı. Başucu ışığını kapattı. İyi bir uyku çekmek için tam yeniden yatağına uzanmak üzereyken, bir anda penceresinin önünde beliren bir ışık odanın içini gündüze çevirdi. Sanki biri, iki güçlü feneri üstüne doğrultmuştu. Yerinden kımıldamadan öylece kalakaldı. Korkuyla karışık merakla pencereye bakıyordu. “Bu da ne böyle?”
Uyku sersemliğiyle beyninden tuhaf düşünceler geçmeye başladı: Bahçelerine bir helikopter mi inmek üzereydi? Eğer öyleyse böylesine sessiz bir şekilde havada asılı kalması mümkün müydü? Ya da belki de panjurların açık olduğunu gören bir hırsız evi soymaya karar vermişti. “Cama merdiven dayayıp içeri girmeye çalışan hırsız” düşüncesi o an komik gelse de gülecek durumda değildi.
Tüm cesaretini toplayıp ayağa kalktı. Çıplak ayaklarıyla buz gibi zemine bastığında irkilmişti. Yavaş adımlarla pencereye doğru yürüdü. Işık hüzmeleri aynı yerde asılı duruyordu. Gözlerini odasında gezdirdi. Olası hırsızdan kendini koruyabilmek için bir şey arıyordu. Çalışma masasının üstünde duran ışıklı yerkürede karar kıldı. Göründüğünden çok daha ağırdı. Küreyi eline alırken kendisiyle dalga geçercesine, hırsızın kafasına geçirmek için çok uygun, diye düşündü. Büyük bir olasılıkla küre hedefine ulaşamadan yere düşerdi. Rauf’un adamı görür görmez, küreyi fırlatmak yerine çığlığı basması da mümkündü!
Kalbi hızla atmaya devam ederken, yavaşça beyaz perdeyi çekti. Hırsızla karşılaşmaya hazırdı. Oysa karşısındaki kesinlikle hazır olmadığı bir görüntüydü. Sessizce penceresine yanaşan bir helikopter görse böylesine şaşırmayacağı kesindi. Ağzı bir karış açık bir hâlde geriledi. Yerküreyi iki eliyle sıkıca kavradı.
Işık hüzmeleri kesinlikle bir helikopterden ya da bir el fenerinden yayılmıyordu. Bir çift ayakkabının burnundan çıkıp gecenin ve Rauf’un odasının karanlığını deliyordu.
Ayakkabıların sahibi ise Rauf’un hayatında görmediği kadar sarı saçlı, zayıf, ufak tefek bir çocuktu. Gözlerinin altında bu yaştaki birine ait olmaması gereken halkalar göze çarpıyordu. Günlerdir uyumamış gibiydi. Epeyce bitkin ve sağlıksız görünüyordu. Üstelik üstü başı yırtık, yüzü de çizik içindeydi. Tek canlı yanı cam gibi parlayan mavi gözleriydi… ve bir de gülümsemesi. Sanki gece yarısı havada asılı durmak dünyadaki en olağan şeymiş gibi Rauf’a gülümsüyor ve pencereyi açmasını işaret ediyordu. Rauf korkuyla, uzaylılar, diye düşündü. Arkadaşı Eris’in son günlerde diline doladığı şu var olduğu farz edilen ve uzak bir galaksiye ait bir gezegenden gelen başka türler! Ama Eris onların insana benzediklerinden hiç söz etmemişti.
Çocuk pencereye daha da yaklaştı. Bu yetmezmiş gibi eğilip camı tıklattı. Rauf, ne yapacağını bilemeden ayakta dikilmeyi sürdürüyordu. O sırada çocuk sanki o anda aklına gelmiş gibi heyecanla ceplerini karıştır maya başladı. Dörde katlanmış bir kâğıt çıkardı. Çabucak açıp pencereye dayadı.
Kâğıdı gören Rauf’un gözleri şaşkınlıktan kocaman oldu. Tüm korkusu uçup gitmiş, yerini sevince bırakmıştı. Hatta kendini uzun süredir hissetmediği kadar mutlu hissetti. Hemen pencereyi açtı. Elindeki küreyi pervazın üstüne bırakıp çocuğun uzattığı kâğıdı çekip aldı. Kâğıdın üstünde bir not yazılıydı, ama Rauf’un asıl dikkatini çeken not değildi; o çok iyi tanıdığı amblemdi. “Geçmişten Gelen Şövalye!” diye mırıldandı. Ardından Hurdacı’nın düzgün bir el yazısıyla yazdığı notu okumaya koyuldu: “Beni unutmadığını umarım…”
Rauf gülümsedi. Unutmak mı, diye geçirdi içinden. Elbette unutmamıştı. Hatta arkadaşlarıyla, Hurdacı’dan söz etmeden geçirdiği tek bir gün bile yoktu. Barakada kulüp toplantıları dışında da sık sık buluşup Hurdacı’nın nerede olduğuna, neler yaptığına