Скачать книгу

aynı zamanda da en güzeli…”

      Kaptan Jim elindeki yavan iltifatı allayıp pullayıp güzelleştirmişti. Anne de bu iltifatı gururla kabul etti. O gece hiç olmadığı kadar güzel görünüyordu. Yanaklarında güller açıyordu ve gözleri aşkla ışıldıyordu. Huysuz ihtiyar Doktor Dave bile takdir edercesine bakmıştı Anne’e ve eve dönüş yolunda eşine, oğlanın kızıl saçlı eşinin çok güzel olduğunu söylemişti.

      “Benim fenere dönmem lazım.” dedi Kaptan Jim. “Bu geceden çok keyif aldım.”

      “Bizi sık sık ziyaret etmelisiniz.” dedi Anne.

      “Bu daveti kabul etme ihtimalimin ne kadar yüksek olduğunu bilseydiniz acaba yineler miydiniz diye merak ediyorum.” dedi Kaptan Jim muzipçe.

      “Bu da sizi davet ederken samimi olup olmadığımı bilmek istediğiniz anlamına gelir.” diye gülümsedi Anne. “Samimiyim, hem de tüm kalbimle.”

      “O zaman geleceğim. Her an başınıza bela olabilirim. Arada bir sizin de ziyaretime gelmeniz benim için bir şereftir. İkinci Kaptan dışında konuşabileceğim kimse yok genelde, Tanrı onun sokulgan ruhunu kutsasın. Kendisi iyi bir dinleyicidir ama çok iyi bir konuşmacı değil. Siz genç ben yaşlı olsam da sanırım ruhlarımız aynı yaşta. Cornelia Bryant’ın dediği gibi Joseph’i tanıyan ırka mensubuz ikimiz de.”

      “Joseph’i tanıyan ırk mı?” dedi Anne. Hiçbir şey anlamamıştı bu sözden.

      “Evet. Cornelia dünyadaki herkesi ikiye ayırır. Joseph’i tanıyan ırk ve tanımayan ırk. Eğer bir kişi seninle iyi anlaşır ve meselelere dair aşağı yukarı aynı fikirlere sahip olur, aynı mizah anlayışını paylaşırsa ozaman Joseph’i tanıyan ırka mensup demektir.”

      “Şimdi anladım.” diye haykırdı Anne. Bu ifadenin anlamı aniden dank etmişti. “Ben de eskiden bu tür insanlar için ‘kafa dengi’ ifadesini kullanırdım. Hâlâ da kullanırım aslına bakarsanız.”

      “Öyle, öyle.” dedi Kaptan Jim. “O şey her neyse biz oyuz işte. Bu gece geldiğinizde sizin için, ‘Evet, o Joseph’i tanıyan ırktan.’ demiştim kendi kendime. Bu da beni inanılmaz mutlu etti. Çünkü öyle olmasaydı birbirimizle vakit geçirmekten hiç keyif almazdık. Joseph’i tanıyan ırk dünyanın tadı tuzudur bence.”

      Anne ve Gilbert misafirlerini uğurlamak için kapıya çıktıklarında ay yükselmeye başlamıştı. Four Winds limanı ihtişamlı, düşsel, büyüleyici bir şeye benzemeye başlamıştı. Hiçbir tılsımın bozamayacağı bir büyü gibiydi. Yolun aşağı kısmındaki karakavaklar, uzun boyları ve koyu renkleriyle mistik bir ayinin papazları gibiydiler.

      “Ben karakavakları hep çok sevmişimdir.” dedi Kaptan Jim ağaçları selamlarcasına elini sallarken. “Onlar ağaçların prensesidirler. Artık modaları geçti. İnsanlar üst kısımlarının solduğundan ve kaba saba göründüklerinden şikâyet ediyorlar. Her bahar merdivenle çıkıp üst kısımlarını kırpmazlarsa olacak olan budur tabii. Ben Bayan Elizabeth’in karakavaklarını hep kırptığım için onunkiler yıpranmazdı. Kendisi karakavaklara pek düşkündü. Onların azametini ve seçkin görünüşlerini severdi. Önüne gelenle samimi olmaz karakavaklar. Eğer akçaağaçlar misafirse karakavaklar sosyetedir Bayan Blythe.”

      “Ne güzel bir gece.” dedi Bayan Dave, doktorun at arabasına binerken.

      “Çoğu gece güzeldir.” dedi Kaptan Jim. “Ama Four Winds’deki ay ışığı öylesine muhteşem ki ‘cennete ne kaldı’ diye düşündürüyor bana. Ay benim yakın dostumdur Bayan Blythe. Kendimi bildim bileli çok severim onu. Sekiz yaşındayken bir akşam vakti bahçede uyuyakalmıştım. Gece vakti uyandığımda ölümüne korkmuştum. Gölgeler ve tuhaf seslerle doluydu gece. Yerimden kıpırdayamadım. Öylece sızlanarak durdum çömelmiş vaziyette. Sanki dünyada benden başka kimse yok gibiydi ve dünya kocamandı. Sonra bir anda ayın elma ağacının dalları arasından eski bir dost misali bana baktığını gördüm. Hemen içime su serpildi. Ayağa kalktım ve aya bakarak cesurca eve doğru yürüdüm. Çoğu geceler gemimin güvertesinde, uzak ya da yakın denizlerde onu seyretmişimdir. Peki, neden çenemi kapatıp eve gitmemi söylemiyorsunuz bakalım?”

      Gecenin kahkahaları sona erdi. Anne ve Gilbert el ele tutuşup gezindiler bahçelerinde. Köşeden geçen dere, tüm berraklığıyla akıp gidiyordu huş ağaçlarının gölgesinde. Kıyılarındaki gelincikler ay ışığıyla dolu fincanlara benziyorlardı. Okul Müdürü’nün eşinin kendi elleriyle diktiği çiçekler, tatlılıklarını yayıyorlardı geceye. Kutsal dünlerin güzelliğiyle dopdoluydular. Anne bir dal çiçek almak için karanlıkta durdu.

      “Karanlıkta çiçek koklamayı seviyorum.” dedi. “O zaman onların ruhunu yakalamak mümkün oluyor. Ah, Gilbert, bu küçük ev tam da hayal ettiğim gibi. Burada düğün kaçamağı yapan ilk kişiler olmadığımız için de çok mutluyum!”

      BÖLÜM 8

      BAYAN CORNELIA BRYANT ZİYARETE GELİYOR

      O eylül Four Winds Limanı altın renkli puslarla ve mor sislerle doluydu. Güneş parlaklığını esirgememişti. Gecelerse ay ışığı şöleniyle coşuyor, yıldızlar gökleri süslüyordu. Fırtına ya da sert rüzgârlar göstermemişlerdi yüzünü. Anne ve Gilbert yuvalarını düzenliyor, sahilde yürüyüş yapıyor, denize açılıyor, Four Winds ve Glen’de at arabası gezintisine çıkıyorlardı. Bazen de limanın etrafını saran ormanların kuytularında dolaşıyorlardı. Kısacası dünyadaki tüm âşıkları kıskandıracak bir balayı geçirdiler.

      “Eğer aniden zaman duracak olsaydı şu son dört haftaya değerdi, öyle değil mi?” dedi Anne. “Bir daha böylesine mükemmel dört hafta geçireceğimizi sanmıyorum. Ama onları yaşadık. Her şey, rüzgâr, hava, insanlar, hayaller evi… Her şey balayımızı keyifli yapmak için iş birliği yapmıştı sanki. Buraya geldiğimizden beri bir kez bile yağmurlu bir gün yaşamadık.”

      “Ayrıca bir kez bile kavga etmedik.” diyerek şaka yaptı Gilbert.

      “Ne kadar geç olursa o kadar iyi.” dedi Anne. “Balayımızı burada geçirmeye karar verdiğimiz için çok mutluyum. Hatıralarımız yabancı yerlere değil buraya, hayaller evimize ait olacak hep.”

      Yeni evlerinde, Anne’in Avonlea atmosferinde bulamadığı türden bir romantizm ve macera kokusu vardı. Her ne kadar deniz manzaralı bir evde yaşıyor olsa da denizi henüz hayatına tam olarak almamıştı. Deniz, etrafını kuşatmıştı ve sürekli onu çağırıyordu. Yeni evinin her bir penceresinde denizin farklı bir özelliğini keşfediyordu. Liman kentinin insana musallat olan uğultusu bir türlü gitmiyordu kulaklarından. Gemiler her gün iskeleden denize açılıyordu. Bunlardan bazıları uzak limanların yolcusuydu. Balıkçı tekneleri sabahları kanaldan geçiyordu ve akşamları avlarıyla birlikte dönüyordu. Denizciler ve balıkçılar kıvrım kıvrım liman yollarından kaygısızca ve neşeyle geçiyorlardı. Yepyeni maceralar ve seyahatlerin kapıda olduğu hissi hiçbir zaman yok olmuyordu. Four Winds yolları Avonlea yollarından daha düzensiz ve pürüzlüydü. Deniz, ahaliyi kıyılarına çağırma işine aralıksız devam ediyordu. Bu davete icabet etmek istemeyenler bile gerilimi, huzursuzluğu, gizemi ve olasılıkları hissedebiliyorlardı.

      “Bazı insanların neden denize açılmak zorunda olduklarını şimdi anlayabiliyorum.” dedi Anne. “Hepimiz zaman zaman ‘gün batımının ötesindeki diyarlara’ açılma arzusunu hissediyoruz. Bu duyguyla dünyaya gelenler içinse mecburi bir şey olmalı. Kaptan Jim’in bu duygunun tesiriyle kaçtığından hiç şüphem yok. Ne zaman denize açılan bir gemi ya da kum yığınlarının üzerinde süzülen bir martı görsem o gemide yolculuk yapmayı ve kanatlarım olmasını dilemekten kendimi alamıyorum. Ama bir kumru gibi uzaklaşıp huzur bulmak istemiyorum. Fırtınanın tam ortasına kanat

Скачать книгу