Скачать книгу

zorunda olan doktorlar pek maceracı hissetmiyorlar galiba.” dedi Anne anlayışlı bir şekilde. “Eğer sen de dün gece benim kadar iyi uyumuş olsaydın ufak bir hayal gücü kaçamağına benim kadar hazır olurdun.”

      “Dün çok iyi bir iş yaptım Anne.” dedi Gilbert sessizce. “Tanrı’nın da yardımıyla bir hayat kurtardım. İlk kez bu iddiada bulunabiliyorum. Diğer zamanlarda hayat kurtarılmasına yardım etmişimdir en fazla. Eğer dün gece Allonby’nin yanında kalıp ölümle savaşmasaydım o kadının sabaha çıkması imkânsızdı. Four Winds’de daha önce hiç tecrübe edilmemiş bir deneye teşebbüs ettim. Bu yöntemin daha önce hastane ortamı dışında gerçekleştirildiğini hiç sanmıyorum. Geçen kış Kingsport’ta ilk kez denenmişti. Başka bir şansımızın olmadığından kesinlikle emin olmasaydım asla cesaret edemezdim buna. Bir riske girdim ve başarılı oldu. Bunun sonucu olarak da iyi bir anne ve eş uzun yıllar daha ailesiyle mutlu olmaya devam edebilecek. Bu sabah, güneş limanın üzerinde yükselirken at arabasıyla eve doğru geldiğimde bu mesleği seçtiğim için Tanrı’ya şükrettim. İyi bir savaş vermiştim ve bu savaşı kazandım. Düşünsene Anne, ölüme galip geldim. Uzun zaman önce hayatta ne yapmak istediğimizi konuşurken hayal ettiğim şey işte buydu. Bu sabah hayalim gerçekleşti.”

      “Gerçekleşen tek hayalin bu muydu peki?” diye sordu Anne. Gilbert’ın vereceği cevabı çok iyi bilse de bir kez daha duymak istiyordu.

      “Çok iyi biliyorsun Anne Hanım.” dedi Gilbert eşinin gözlerinin içine gülümserken. İşte tam o sırada, Four Winds Limanı’nın kıyısındaki küçük beyaz evin kapısının önünde mükemmel mutluluğa erişmiş bir çift vardı.

      Gilbert, ses tonu değişerek şöyle dedi aniden, “Büyük yelkenli bir gemi evimize doğru yaklaşıyor mu yoksa ben mi yanlış görüyorum?”

      Anne’in kafasını kaldırmasıyla ayağa fırlaması bir oldu.

      “Bu gelen Bayan Cornelia Bryant ya da Bayan Moore olmalı.”

      “Ben ofisime geçiyorum ve eğer gelen Bayan Cornelia ise sohbetinize kulak misafiri olacağım konusunda seni uyarıyorum.” dedi Gilbert. “Bayan Cornelia hakkında duyduklarıma bakılırsa bu sohbet hiç de sıkıcı olmayacaktır.”

      “Bayan Moore da olabilir.”

      “Bayan Moore’un silüetinin böyle olduğunu sanmıyorum. Geçen gün bahçesiyle uğraşırken görmüştüm onu. Her ne kadar çok uzakta olsam da kendisinin aşırı zayıf olduğunu düşündüm. En yakın komşusu olduğumuz hâlde henüz ziyarete gelmemiş olması sosyalleşmeye pek de meyilli olmadığını gösteriyor.”

      “En azından Bayan Lynde gibi değildir. Öyle olsaydı merakı çoktan kapımıza getirirdi onu.” dedi Anne. “Bence bu ziyaretçi Bayan Cornelia.”

      Ziyaretlerine gelen kişi Bayan Cornelia’ydı. Üstelik kısa ve münasip bir düğün tebriği için de gelmemişti. İçinde el işinin olduğu büyükçe bir paketi kolunun altında taşıyordu. Anne kendisini buyur edince güneş koruması sağlayan kocaman şapkasını derhâl çıkardı. Hâlden anlamaz eylül esintilerine rağmen şapkasını küçük topuzuna lastik tokayla tutturmuştu. Bayan Cornelia şapka iğnesi kullanmıyordu. Lastik tokalar annesi için yeterince iyiydi. Bayan Cornelia için de yeterince iyiydi. Taptaze, yuvarlak, pembe beyaz bir yüzü ve kahverengi neşeli gözleri vardı. Bilindik yaşlı kız kurularına hiç ama hiç benzemiyordu. Yüz ifadesindeki bir detay Anne’in kalbini derhâl kazandı. Kafa dengi olacak dostları tanıma konusunda oldukça çevik olan o eski sezgisi Bayan Cornelia’yı seveceğini söylemişti ona. Fikirlerindeki ve giyimindeki tuhaflığa rağmen.

      Bayan Cornelia dışında kimse mavi beyaz şeritlerle süslenmiş bir önlük, kocaman pembe gül desenli kahverengi bir şalla misafirliğe gelmezdi. Muhtemelen Bayan Cornelia dışında kimse bu kıyafetler içinde azametli ve düzgün görünemezdi aynı zamanda. Eğer Bayan Cornelia bu kılıkta bir prensin eşini ziyaret etmek için bir saraya uğrasaydı da aynı şekilde vakur ve vaziyete hâkim olurdu. Gül desenli şalını mermer zemine aynı kaygısızlıkla atardı ve ister prens ister köylü olsun bir erkeğe sahip olmanın gurur duyulacak en son şey olduğu fikrini aşılamaya aynı sakinlikle devam ederdi.

      “El işimi de yanımda getirdim Bayan Blythe canım.” dedi zarif bir kumaşı açmaya koyulduğunda. “Bunu bitirmek için acele ediyorum. Kaybedecek zamanım yok.”

      Bayan Cornelia’nın heybetli kucağına yayılmış beyaz elbiseye hayretle baktı Anne. Minik fırfırları ve pilileriyle bu özenle dikilen bir bebek elbisesiydi. Bayan Cornelia gözlüklerini ayarladıktan sonra zarif dikişlerle elbiseyi süslemeye başladı.

      “Bu elbise Glen’de ikamet eden Bayan Fred Proctor için.” dedi. “Sekizinci çocuğu her an dünyaya gelebilir ve çocuğun hiçbir giysisi henüz hazır değil. İlk çocuğu için diktiği her şeyi diğer yedisi iyice yıpratmış. Kendisi de yeni elbise hazırlayacak zamana, güce ya da enerjiye sahip değil. O kadın âdeta bir azize Bayan Blythe, buna inanın. Fred Proctor’la evlendiğinde neler olacağını çok iyi biliyordum. Hem cazibeli hem de fena olan o adamlardan biriydi işte. Ama evlendikten sonra cazibeli olmayı bıraktı ve sadece fena biri oldu. İçki içiyor ve ailesini ihmal ediyor. Tam bir erkek gibi, değil mi? Eğer komşuların yardımı olmasaydı Bayan Proctor çocuklarını doğru düzgün giydirebilir miydi acaba?”

      Anne’in daha sonra öğrendiği üzere Bayan Cornelia, küçük Proctorların iyiliğini kendine dert edinen tek komşuydu.

      “Sekizinci bebeğin yolda olduğunu öğrenince bir şeyler yapmak istedim ben de.” diye devam etti Bayan Cornelia. “Bu sonuncusu ve bugün bitirmek istiyorum.”

      “Kesinlikle çok güzel.” dedi Anne. “Ben de el işimi getireyim de iki kişilik ufak bir dikiş partisi yapalım. Siz çok iyi bir dikişçisiniz Bayan Bryant.”

      “Evet, buralardaki en iyi dikişçi benim.” dedi Bayan Cornelia kesin bir olgudan bahsedercesine. “Öyle olmalıyım! Tanrı biliyor kendime ait yüz çocuğum olsaydı anca bu kadar dikiş dikmiş olurdum, inan ki! Sekizinci bebek için bu elbiseye nakış işlediğim için aptalımdır belki. Ama Tanrı biliyor Bayan Blythe, sekizinci çocuk olmak onun kabahati değil. Dünyaya gelmesi isteniyormuşçasına güzel bir elbisesi olsun istedim. Zavallı ufaklığı kimse istemiyor. Ben de tam olarak bu sebepten onun ufak tefek elbiselerine daha bir özeniyorum.”

      “Hangi bebek olsa o elbiseyi severdi.” dedi Anne. Bayan Cornelia’yı seveceğine dair daha güçlü bir his vardı içinde.

      “Sanırım seni neden şimdiye kadar ziyaret etmediğimi merak ediyorsundur.” diye devam etti Bayan Cornelia. “Ama bu hasat ayı senin de bildiğin gibi ve ben çok meşguldüm. Etrafta çok fazla çalışan kişi olduğundan daha çok yemek yiyorlar, tam erkek gibi. Dün de gelirdim ama Bayan Roderick MacAllister’ın cenazesine gittim. Aslında başım çok ağrıyordu ve gidersem hiç keyif almam diye düşünüyordum. Ama kendisi yüz yaşındaydı ve onun cenazesine mutlaka gideceğime dair kendime söz vermiştim hep.”

      “Peki iyi bir merasim miydi?” diye sordu Anne. Ofis kapısının hafif aralandığı da gözlerinden kaçmadı.

      “Nasıl? Ah, evet, muazzam bir cenazeydi. Kendisinin çok tanıdığı vardı. Cenaze alayında yüzden fazla araba vardı. Bir iki tuhaf şey de yaşandı. Joe Bradshaw isimli kâfiri ömrüm boyunca bir daha görmem diye düşünüyordum. Kendisi kilise kapısından içeri adım atmazdı ama dün kendisi büyük bir coşkuyla ve hararetle ilahi söylüyordu. Kendisi şarkı söylemeyi pek sevdiğinden hiçbir cenazeyi kaçırmaz. Zavallı eşi Bayan Bradshaw şarkı söyleyecek hâlde değildi. Kadıncağız köle gibi çalışmaktan tükenmişti. İhtiyar Joe arada bir ona hediye alır, bazen de çiftlik için yeni bir ekipman getirirdi. Tam da bir erkek gibi değil mi? Ama Metodist bile olsa kiliseye gitmeyen bir adamdan fayda gelir mi?

Скачать книгу