Аннотация

Edebiyatımızın eskimeyen ismi Ömer Seyfettin; Osmanlı Devleti’nden Cumhuriyet’e geçiş sürecini birebir tecrübe etmiş ve yaşayan bir varlık olarak benimsediği dili, toplumsal gelişmeler bağlamından ayrı düşünmemiştir. Bu açıdan Ömer Seyfettin, tema ve dil yönünden çeşitlilik arz eden hikâyeleriyle hemen hemen her kuşağa seslenebilen usta bir hikâyeci olarak ön plana çıkmıştır. Ele aldığı konuları belli bir dönem içerisinde tasvir etmekle beraber, insana ait evrensel gerçeklerden ve kendi milletinin konuştuğu dilden kopmamıştır. Bu noktada hikâyelerini modern Türkçenin zengin ve duru kaynağına taşımayı başaran yazar, çağdaş Türk edebiyatının yolunu açmıştır. Yazarın hikâyeleri; medeniyetler arasındaki geleneksel Doğu-Batı çatışması, Türk ve dünya insanının kimlik bunalımları, siyasal ve kültürel çekişmeler, Türk modernleşmesi, Batı taklitçiliği, toplum ve birey ikilemi, savaş psikolojisi, toplumsal adalet, özgürlük ve insanlığın tarihsel evrimi gibi kavramları derinlemesine irdelemektedir. Ömer Seyfettin’in yazınsal tavrı; Batı taklitçiliğinin sahte modernizmi ile gerçek aydınlanmacı fikirlerin ayrımı neticesinde ortaya çıkmaktadır.

Аннотация

Edebiyat tarihimizde, ilk gerçekçi romanımız olarak kabul edilmesiyle bir kilometre taşı teşkil eden bu eseri Recaizade Mahmut Ekrem, 1889’da yazmış; 1896’da ise “Servetifünun” dergisinde tefrika ettirmiştir. Yazar, roman kahramanı Bihruz Bey’in şahsında Batılılaşmanın özünü bırakıp yalnızca kabuğunu taklit eden kimseleri alaylı bir dille anlatır. Kahramanın alafranga görünme sevdası içinde düştüğü durumlar bir aşk hikâyesiyle beraber verilirken okuyucuyu sıkça gülümsetse de dönemin hazin durumunu da gözler önüne serer nitekim Recaizade Mahmut Ekrem de kendi romanı için şunları söylemiştir: İnsanlıkla ilgili olarak her gün etrafımızda geçen ibret verici olaylara ve ortaya çıkan durumlara şiir ve felsefe açısından bakılırsa hepsi de az çok hazin görünür. Bunlardan birtakımının gözyaşıyla, diğer bir kısmının da şaşkınlık ve gülümsemeyle karşılanmasındaki fark, olayların asıl mahiyetindeki fecaatten değil, tarafımızdan değerlendirilmeleri bakımındandır. Konusu gerçek hayattan veya gerçeklere mümkün mertebe uygun olarak hayalden alınarak yazılan hikâye ve romanlar ise insanlarla ilgili olayları ve durumları sadakatle aksettiren birer ibret aynasıdır. Bu düşünceye göre, “Muhsin Bey” hikâyesi, okuyanlar tarafından ağlanacak şeylerden görülmüş olduğu hâlde, bu “Araba Sevdası” bilakis gülünecek hâllerden sayılsa gerektir. Fakat dikkat edilirse bu ötekinden elbette daha ziyade hazin ve elbette daha çok elem vericidir.

Аннотация

Annesinden nefret eden ama yine de onun yolunu takip eden Bihter… Hiçbir şeye bağlanmayan, hayatın manasını eğlencede arayan Behlûl… Kızlarının gençliğine düşman ve yaşlanmayı acı bir kader olarak gören Firdevs Hanım… Hayatını çocuklarına adamış fakat ikinci bir bahar hevesine kapılan Adnan Bey… Sevdikleri bir bir elinden alınan ve yapayalnız kalan Nihal… Saf bir aşkla kendini ölümün kucağına atan Beşir… İstanbul’un en güzel yalılarından birinde tüm bu karakterler kaderin kendilerine verdiği rolü oynarken yalının duvarları arasında yaşanan bir yasak aşk…

Аннотация

Üç yüzyıldır Canterville Kalesi’nde insanları korkutmakla ün yapmış olan bir hayaletin, buraya yeni taşınan Amerikalı ailenin kimi zaman mizahi kimi zaman da hüzünlü mücadelesini konu edinir, Canterville Hayaleti. Öyküde, Amerikan yaşam tarzı incelikle işlenerek yer yer alaycı bir tavırla eleştirilir. Var olma amacını gerçekleştirmede sürekli hezimete uğrayan Canterville Hayaleti’nin malikânedeki zamanı artık dolar ve nihayet huzura kavuşur. “Evet, ölüm. Ölüm çok güzel olmalı. Otlar başının ortasında salınırken yumuşak kahverengi toprakta yatmak ve sessizliği dinlemek… Dünün ve yarının olmaması… Zamanı unutmak, yaşamı unutmak ve huzur içinde olmak. Bana yardım edebilirsin. Ölüm evinin kapılarını benim için açabilirsin. Çünkü sevgi her zaman seninle. Ve sevgi ölümden daha güçlüdür.”

Аннотация

Şimdi sana inanman için bir şey söyleyeceğim: “Ben yüz bir yıl, beş ay ve bir günlüğüm.” deyince Alice, “Buna inanamam!” diye atıldı hemen. Kraliçe, “Öyle mi? Tekrar dene. Derin bir nefes al ve gözlerini kapat…” dedi. Alice gülerek “Bunu denemeye gerek yok ki! Hiç kimse imkânsız olan şeylere inanmaz!” diye karşılık verdi. Kraliçe, “Bu konuda çok fazla bilgin yok sanırım. Senin yaşındayken günde yarım saat bunun üzerinde alıştırma yapardım. Bazen kahvaltıdan önce en az altı tane imkânsız şeye inandığım olurdu.” dedi. “Alice Harikalar Diyarında”nın devamı niteliğinde olan “Aynanın İçinden” kitabında Alice bu kez, bir aynanın içinden geçerek bambaşka bir dünyaya adım atıyor. Bu dünyada her şey tersine gitmekte; olaylar ve zaman geriye doğru işlemektedir. Alice, burada kendini bir satranç oyununun içinde bulur. Etraf dev bir satranç tahtasına benzemekte ve tüm karakterler üzerlerine düşen hamleleri yapmaktadır. Bu tuhaf dünyada Piyon’luktan Kraliçe’liğe geçmek isteyen Alice de kurallara uygun bir şekilde tüm hamlelerini yapmalıdır. Alice’in düşsel dünyası, tuhaflığıyla sadece çocukları değil büyükleri de onlarca yıl boyunca içine çekmiştir. Eserin, yetişkinlerin dünyasında son derece “normal” olarak algıladığımız bazı davranışların aslında ne kadar tuhaf olduğunu göstermesi, ince bir kara mizah örneğidir. İçinde barındırdığı pek çok ironi ve titizce yazılmış diyaloglarla Carroll, yetişkinlerin dünyasının, saf, temiz bir çocuğun gözünden ne kadar saçma göründüğünü gözler önüne sermektedir.

Аннотация

Аннотация

Aydınlatamadık mı? Eğer aydınlanmadı diyorsan sana söyleyecek sözüm yok! Olayda genç bir adam var ve birdenbire, eğer yaşlı bir insan ölürse onun büyük servetine konacağını öğreniyor. Bunun üzerine ne yapıyor? Hiç kimseye bu konudan bahsetmiyor. Ama bir bahane uydurarak o gece müşterisini görmeye gidiyor. Evin içinde bulunan diğer kişinin yatmasını bekliyor ve sonra da adamcağızı odasında yalnız yakalayarak öldürüyor, kereste yığınında cesedi yakıyor ve o bölgede bulunan herhangi bir otele gidiyor. Odadaki ve bastondaki kan lekeleri oldukça silik. İşlediği cinayetin kansız olduğunu ve cesedi, kullandığı yöntem sayesinde hiçbir iz bırakmadan ortadan kaldırabileceğini düşünmüş olması mümkün. Bütün bunlar açık değil mi? Bana öyle geliyor ki sevgili Lestrade, her şey biraz fazla açık oldu.” dedi Holmes, “Bu muhteşem özelliklerine hiç hayal gücü katmıyorsun. Eğer kendini bu genç adamın yerine bir an için koysaydın cinayeti işlemek için vasiyetin hazırlandığı geceden sonraki geceyi mi seçerdin? İki olay arasında çok güçlü bağlar bulunması tehlikeli olmaz mıydı sence de? Ayrıca seni içeri alan hizmetçinin gördüğünü bile bile cinayet için o geceyi mi seçerdin? Ve son olarak, cesedi saklamak için büyük çabalar harcarken suçlunun sen olduğunu belli edecek olan bastonunu bilerek orada bırakır mıydın? İtiraf et, Lestrade, olayların bu şekilde gelişmesi imkânsız! Ne Sherlock Holmes’u “tanıtmaya” ne de 1886 ile 1927 yılları arasında Arthur Conan Doyle’un onun hakkında yazdığı altmış hikâyeyi anlatmaya gerek var. Daha sonraki yıllarda Holmes karakteri ile arkadaşı ve tarihçi Dr. John H. Watson, âdeta gerçek kişiliklere bürünmüş ve bilim kurgu dünyasının en ünlü karakterleri olmuşlardır. Kaldı ki hikâyelerini hiç okumayanlar bile onları tanımaktadırlar. Holmes’un ünü o derece yaygınlaşmıştı ki yanında taşıdığı malzemeler dahi polislik, dedektiflik ve suçluları bulma konusuyla bütünleşmiştir; örneğin, kıvrımlı piposu, uzun şapkası ve büyüteci Sherlock Holmes’un görüntüsünü canlandırmaya yetmektedir. İlk baskılarda kullanılmamasına karşın “Çok basit sevgili Watson.” cümlesi bir özdeyiş olarak dilimize girmiştir. Bu cümle, okuyucuyu şaşırtmakla beraber aslında her şeyin çok açık seçik olduğunu belirtmek amacıyla kullanılmıştır. Londra’ya giden ziyaretçiler hâlâ akın akın Sherlock Holmes’un yaşadığı Baker Caddesi’ne gitmekte ve uzun yıllardır bu muhteşem dedektifin yaşadığı 221 B numaralı eve, Sherlock Holmes’un kendi problemlerine çözüm bulacağını ümit ederek dünyanın her bir tarafından mektuplar yağdırmayı sürdürmektedirler. Onun gerçek bir insan olduğunu ve yardım edeceğini düşünmektedirler hatta 2008 yılında UKTV GOLD tarafından yapılan bir ankette, İngilizlerin yüzde elli sekizinin Sherlock Holmes’un gerçek bir insan olduğuna inandığı ortaya çıkmıştır (Bunun aksine ankette Winston Churchill’in bir bilim kurgu karakteri olduğuna inananlar ise yüzde yirmi üçtü.).

Аннотация

Gönlüne bilim merakından başka bir ilgi görmemiş Suphi Bey, bu ilgisini tatmin için dünyanın en kuzeyine gitmeye karar verir. İnsanlar arasında adı zaten deliye hazır olan bu bilim âşığının, o dönem için biraz Donkişotvari sayılabilecek bu yolculuğunda ona eşlik edecek bir Sancho Panza da hazırdır: Hicabi Bey. Artık yapılması gereken tek şey rotayı kuzeye ayarlayıp sürekli yol almaktır. Bu yolculuğa türlü tesadüflerle beraber yine bir bilim âşığı İngiliz kız da karışınca gönüllerde bilim aşkının yanında başka türlü aşkların da uyandığı bir gezi romanı çıkar ortaya. Bizim üç seyyah bu kiliseyi enine boyuna gezip her tarafını son derece ehemmiyetle seyrettikten sonra Arkhangelsky Sobor adı verilen diğer bir kiliseye daha girdiler ki her ne kadar dış görünüşü pek miskin bir şey görülür ise de büyük kiliseden sonra Rusların en mühim kiliseleri burasıdır.Bu kilise içinde o kadar çok buhur, o kadar çok mum yanmış ki duvarları ve yaldızları tamamen örtülüp kalmıştır. En eski zamanlardan Büyük Petro'ya gelinceye kadar Moskova'da tahta çıkmış bulunan çarların tasvirleri hep bu kilisede bulunduğu mezarları da buradadır.

Аннотация

“Çocuk Kalbi” çocuk edebiyatının en önemli klasiklerinden biridir. Tüm dünyada çocukların büyük bir ilgiyle okudukları bu romanla sizler de tanışabilirsiniz. Bu eser, aile ve memleket sevgisini, arkadaşlığı, dürüstlüğü, haksızlıklara karşı direnmeyi telkin ediyor ve ele aldığı olayları çocuk kalbinin sevgi ve merhamet süzgecinden geçiriyor. Bu değerli eseri, Türkçeye yapılan ilk tercümesiyle sizlere sunuyoruz. İbrahim Alâettin Gövsa’nın bu tercümesi, çocuklarımızın kelime dağarcığını geliştirecek ve onları yeni kelimeler öğrenmeye teşvik edecek bir niteliğe sahip. Ayrıca kitabın sonuna eklediğimiz küçük alıştırmalarla “Çocuk Kalbi” artık çok daha eğitici ve eğlenceli…

Аннотация

Bu eserde de her Balzac romanında olduğu gibi kadın duygularının en ince biçimde ele alınışı ve mükemmel doğa tasvirleri, yazarın, gözlem gücünün ve realist romanın en büyük kalemlerinden biri oluşunun nişanesidir. Otuz yaşında bir kadının genç bir adam için dayanılmaz çekici yanları vardır. (…) Gerçekten, bir genç kızın sayısız hayalleri vardır, çok toydur, seks konusu da sevgisine çok yakından suç ortaklığı eder; onun için bir delikanlı böyle bir sevgiyle de övünemez. Oysa bir kadın, yapılacak fedakârlıkların bütün kapsamını bilir. Genç kızın merak yüzünden, sevgilisininki ile ilgisi olmayan çekicilikler yüzünden sürüklendiği bir durumda kadın, vicdani bir duyguya boyun eğer. Biri kendini bırakır, öteki ise seçer. Bu seçiş bile çok övünülecek bir şey değil midir? Mutsuzluklar yüzünden hemen her zaman pahalıya mal olmuş bir bilgiye sahip tecrübeli kadın, kendini verirken benliğinden fazlasını verir sanki. Oysa cahil ve hemencecik inanan, hiçbir şey bilmeyen genç kız, hiçbir şeyin kıyaslamasını yapamaz; hiçbir şeyin değerini veremez. Sevgiyi kabul eder ve inceler. İnsanın yönetilmekten hoşlandığı, söz dinleyip boyun eğmenin zevk olduğu yaşta kadın bize öğretir, öğüt verir; genç kız ise her şeyi öğrenmek ister ve kadının şefkatli olduğu yerde o, toyluğunu gösterir. Kadın tek bir zafer sunar size, genç kız ise sizi bitmez tükenmez savaşlar vermeye zorlar. Birincisinde gözyaşlarından, zevklerden başka şey yoktur; ikincisinde ise keyifler, pişmanlıklar vardır. (…) Genç kızın tek bir şuhluğu vardır ve soyundu mu her şeyi söylemiş olduğuna inanır fakat kadının sayısız şuhlukları vardır ve binlerce örtü altında gizlenir. Son olarak kadın bütün gururları okşar, toy genç kız ise yalnız bir tanesini. Zaten erkek, otuz yaşındaki kadının kararsızlıklarından, korkularından, çekingenliklerinden, heyecanlarından ve öfkelerinden etkilenir ki bunlara bir genç kızın sevgisinde rastlanmaz hiçbir zaman. O yaşa geldi mi kadın; genç adamdan, uğrunda feda ettiği saygıdeğerliliği kendisine geri vermesini ister, yalnız onun için yaşar, geleceği ile uğraşır, güzel bir yaşantısı olsun ister, bu yaşantının ünlü, şanlı olmasına zorlar onu. Boyun eğer, yalvarır ve hükmeder, alçalır ve yükselir; genç kızın ağlayıp sızlamaktan başka şey yapamadığı durumlarda o, erkeğini bin vesile ile avutmasını bilir. Son olarak, durumunun bütün üstünlükleri dışında otuz yaşındaki kadın, genç kız hâline girebilir, bütün rolleri oynayabilir, utangaç olabilir ve bir felaket yüzünden güzelleşebilir hatta. İkisi arasında beklenenle beklenmeyenin, güçle güçsüzlüğün arasındaki o ölçülemez ayrılık, uzaklık vardır. Otuz yaşındaki kadın her arzuyu giderir, genç kız ise hiçbir arzuyu giderememek durumundadır, böyle yaptı mı yok olmaya mahkûmdur