Скачать книгу

dayayıp hıçkıra hıçkıra ağlamak ihtiyacını hissediyordum. O her şeyden bihaber! Biçare, beni ellerimden tutarak salona doğru sürükledi, götürdü. Bu ne tahammülfersa196 bir dakikaydı.

      Kapıdan içeri girdiğim zaman cümlesi ayağa kalktılar. O anda metanetimi nasıl muhafaza ettiğime hâlâ hayretteyim. Gözlerim gayri ihtiyari Nejat’a doğru dönmüştü. Onun bütün bütün hareketsiz kaldığını; nazarlarında anlatamayacağım bir şaşkınlık, vechinde197 bir hayret, dudaklarında ümitsiz bir tebessümle bana baktığını gördüm.

      Mediha Hanım yanıma doğru geldi. Onda dahi bir hayret eseri vardı. İhtimal, karşısında bu kadar genç bir kadın göreceğini ümit etmiyordu. Bir nezaket kaidesi olduğundan kendisini öptüm. Titriyordum. Düşmemek için kendimi zapt etmeye çalışırken gözlerine baktım.

      Bir dakika evvel sapsarı kesilen Nejat’ın çehresi şimdi hücum eden kanla mosmor olmuştu. Bu tesadüfün verdiği heyecanın tesirinde olduğu halde karşımda kemali tazimle198 eğilerek verdiğim selama mukabele etti. Kalbim şiddetle çarpıyordu. Bir kanepeye oturdum. Çocuklar iki tarafıma yerleşmişlerdi. Mediha Hanım ise karşımdaki koltuğa oturmuştu. Nejat benden uzaktaydı. Salonun boş bir köşesinde piyanonun yanına çekilmiş; hayretini, teessürünü, heyecanını gizlemek için kendisini unutturmak istiyordu. Kendilerine hitaben, “Teşrifinizden son derece memnun oldum; şu sıhriyetin199 bahşettiği şerefle bugün ne derece mesut olduğumu tarif edemem,” dedim.

      Mediha Hanım teşekkürlerle mukabele ettikten sonra dayısına doğru döndü:

      “Efendim,” dedi, “saadetinizi tekrar tekrar tebrik etmeme müsaade ediniz. Zira hanımefendinin bu derece latif bir vücut olduğunu bilmiyordum.”

      Zevcim en tatlı nazarlarıyla yüzüme baktı. Sonra, “O, benim sönmüş hayatımın şûle-i ümidi,200 şükûfe-i saadetidir201 Mediha,” cevabını verdi.

      Genç kadın gayri ihtiyari kocasına doğru baktı, tekrar dayısına dönerek, “Takdir edilmek ve sevilmek,” dedi, “bir kadın için ne tatlı, ne temiz bir emeldir değil mi?”

      Bu söze Nejat cevap verdi:

      “Takdir edilmek için, bir kadının malik olduğu meziyetlerin cinsi tayin etmelidir zannederim. Güzellik! Evet, insan buna tutulur. Fakat ulviyet, işte bu değişmez bir özelliktir. Bazen öyle kadınlar vardır ki bu kelimenin delalet ettiği bir mevkide yaşarlar. İşte onlara takdirden öte yücelikte bir saygıyla muamele edilmelidir.”

      Bu sözlerin manasını benden başka orada kimse anlayamamıştı. Bir anda gözlerimiz birbirine tesadüf etmişti. Ah, onlarda öyle bir şikâyet, bir ifade-i aşk vardı ki… Mediha Hanım dayısıyla görüşüyordu. Diyordu ki:

      “Bütün kış İstanbul’a avdetinizi ümit ettim. Yenge hanımefendinin sizi teşvik edeceklerini umuyordum da.”

      Zevcim gülerek, “Oo, Fikret mi,” dedi, “bilakis oraya gitmekten kaçınır. Birkaç defa teklif ettiğim halde reddetmişti. Kendisi sükûtu, tenhalığı sever. Ne yapayım? Onun arzusuna ters bir şey yapmak iktidarımın haricindedir,” dedi.

      Mediha Hanım’a hitaben dedim ki:

      “Mazeretimin ne kadar meşru olduğunu bilseydiniz, beyefendinin sözlerini haksız bulurdunuz. Kadınlığın bazı nazik zamanları vardır ki ufak bir arıza büyük tehlikeler tevlid ederek iki hayatı birden mahvedebilir. Siz daha iyi takdir edersiniz, değil mi efendim? Şubatta ise kızım henüz pek minimini idi.”

      “Bu hususta hanımefendiyi haklı buluyorum bey dayı. ”

      Zevcim Nejat’a doğru döndü.

      “İşte oğlum, kadınlar daima böyledir. Hep bizi haksız çıkartmak isterler.”

      Dudaklarının üzerinde hafif bir tebessüm beliren Nejat “Evet,” dedi, “bizim haksızlığımıza karşı daima birlik olurlar.”

      “Nasıl, bizim haksız olduğumuzu teslim ediyorsunuz öyle mi?”

      “Evet. Onlar bizden daha ziyade lütufkâr ve daha ziyade fedakâr oldukları için.”

      Gözlerimi kendisine doğru kaldırdım:

      “Teşekkürler ederim, umumiyet itibarıyla kadınları müdafaa ediyorsunuz. Fedakârlık cihetine gelince, her kadın kendi vicdanına düşen vazifeyi icra eder. Bu, büyük fedakârlık addedilmez zannederim.”

      Nejat tireyen sedasıyla cevap verdi:

      “İşte şimdi, şu sözlerinizle ulviyetinizi ispat etmiş oldunuz.”

      “Aldanıyorsunuz efendim. Zevceniz hanımefendide gördüğünüz hasletleri başkalarında görmek istemeyiniz. Her kadın, zannettiğiniz gibi ulvi vicdanlı değildir.”

      Mediha Hanım, “Teveccühünüze teşekkürler ederim,” dedi.

      Nejat ciddiyetime ve kemali itina ile kendisine verdiğim cevaba karşı hayretini ima eden bir nazarla yüzüme baktı. Bu nazarlar, “Bunu sen mi söylüyorsun, lakin onun sana benzeme ihtimali var mı?” demek istiyordu.

      Bu sırada zevcim, “Emrediniz de Nedret’i getirsinler,” diyordu.

      Şu fırsattan istifade ederek derhal dışarı çıktım. Çocuğu dadısının kucağından aldım. Buselerime gark ederek bağrıma bastım. Dudaklarım şu tatsız hayatın zehirleriyle o gül rengi yanakları kirletecekmiş gibi korktum. Başımı çevirdim. Tekrar onu dadısının kolları arasına verdim.

      Salona girdiğimiz zaman Mediha Hanım koşarak çocuğu aldı. Pencerenin önüne doğru götürdü.

      “Ne kadar sevimli,” diyordu, “tıpkı size benziyor.” Nejat da o tarafa yürüdü ve kollarını uzatarak Nedret’i kucağına aldı.

      Artık bu manzarayı görmemek için oradan kaçtım. Akşam taamı samimi olmayan bir neşeyle bitti. Mediha Hanım sağımda, Doktor sol tarafımdaydı. Onun asla yemek yemediğinin farkındaydım. Cebri olarak gülmeye, söylemeye gayret ediyordu. Çocukların tabaklarına yemek koyma hizmeti beni oyaladı. İştahsızlığımı zevcimin nazarlarından sakladı.

      Yemekten sonra tekrar salona geldik, panjurlar açıktı. Serin ve tatlı bir rüzgâr sinirlerime biraz kuvvet vermişti. Terasın açık kapısından dağların garip suskunluğu üstünde mehtap berrak ve nurani bir lacivert içinde görünüyor; bülbüllerin nağmeleri, kurbağaların sedaları işitiliyordu. Nejat başını pencerenin önüne dayayarak gecenin ve bahusus mevkiin şu bunaltıcı ıssızlığına karşı sakin kaldı. Acaba neler düşünüyordu? Zevcimin ısrarı, Mediha Hanım’ın ricası üzerine piyanonun önüne oturdum. Nejat ağır ağır mevkiini terk ederek yanıma geldi. Zevcime hitaben, “Ne latif mevkii,” dedi, “bütün hayatımın şurada geçmesini isterdim.”

      Zevcim cevaben, “Evet, hakikaten hoştur. Lakin şehirlileri sıkar zannederim,” dedi.

      “Belki mamafih kalben yalnız yaşamayanlar için tenhalık, sükûnet pek kıymetdâr, pek ketum bir dert arkadaşıdır, değil mi efendim?”

      Onun bu manidar sözlerini işitmemek için parmaklarımı piyanonun fildişi taşları üzerinde gezdirmeye başladım. Ne çalacağımı kendim de bilemiyordum.

      Sait Bey, “Alafranga havalardan hoşlanır mısınız?” diye sordu.

      Mediha Hanım, “Pek o kadar değil,” diye cevap verdi.

      Nejat ise “Ne lütfederlerse kemali şükranla dinlemeye hazırım,” dedi.

      Kendilerine

Скачать книгу


<p>196</p>

Dayanılmaz.

<p>197</p>

Yüz.

<p>198</p>

Saygıyla.

<p>199</p>

Evlilik sonucu doğan akrabalık.

<p>200</p>

Ümit ışığı.

<p>201</p>

Saadet çiçeği.