Скачать книгу

küçük kızı Nihal yavaş yavaş annesine sokuldu. Kulağına doğru eğilerek babasını gösterdi. Kadın dikkatli bir nazarla kocasına baktı.

      “Nejat!” diye seslendi.

      Derin bir uykudan uyanır gibi Nejat gözlerini kaldırdı.

      “Bir şey mi söyleyecektiniz?” dedi.

      “Hayır, yorgun gibi görünüyorsunuz da.”

      “Bir şeyim yok.”

      “Biraz istirahat etseniz, yarın dört beş saatlik bir mesafe katedeceksiniz.”

      “Hayır, yarın gitmeyeceğim, bir gün sonra olsun, nasıl olsa bir hafta vakit verilmiştir. Bundan dört gün istifade edebilirim. Üç günü de vazifeye hasrederim. Ne olur ki?”

      “Fakat iki gözüm.”

      “Hiçbir şey düşünmek istemiyorum şimdi.”

      Mediha Hanım yerinden kalktı. Kocasına doğru yürüdü, yanına oturdu. Bu adama bütün ruhunun mahremiyetiyle, bütün zevcelik hakkının verdiği tahakkümle sokularak bir şey söylemek, onu istirahate davet etmek istiyordu. İşte yalnız bu manzaranın yanında kalbimin öksüzlük hissiyle yandığını duydum.

      Salondan dışarı fırladım. Hizmetçileri çağırdım. Misafirlerin her şeylerinin hazır olup olmadığını bir kere daha sordum. Tekrar odaya girdiğim zaman Mediha Hanım’a hitaben, “Daireniz hazırdır. Gerek çocuklar, gerek beyefendi istirahat etmek isterlerse emrediniz,” dedim.

      “Teşekkür ederim,” diyerek ayağa kalktı. Kocasına doğru baktı. Gidelim demek istiyordu. Nejat bunu anlamamazlıktan geldi. Kadın bundan fena halde sıkıldı. Dayısıyla bana döndü:

      “Şu hareketimi affediniz. Kendisiyle bu kadar meşgul oluşum sıhhatinin muhafazası içindir. Geceleri uykusuz kalmak asabını bozuyor. Geçen sene çektiği rahatsızlığı görmüş olsaydınız, şimdi siz de hakkımı teslim ederdiniz.”

      Nejat güldü. Sonra içini çekerek başını salladı.

      “Peki, üzülme. Uyumaya gayret ederim,” dedi.

      Genç kadın çocuklarıyla beraber salondan çıktı. Kendilerini odalarına kadar götürdüm. Çocukların soyunmalarına yardım ettim. Geceliklerini giydirdim. Onların ikisini de gözlerinden, yanaklarından öptüm. Bu ilgi kendilerini pek memnun etmişti. Yarım saat kadar Mediha Hanım’la oturdum. Daha sonra veda ederek çıktım.

      Bu gece kalbimde fevkalade bir rahatsızlık hissediyordum. Ara sıra teneffüs etmek için kendimi zorlamaktan damarlarım patlayacak gibi oluyor, onun verdiği tazyikle başım dönüyordu. Aşağı kata indim. Sabah için bazı siparişlerimi hizmetçilere söyledim. Salona girdim. Burada büyük asma lamba söndürülmüş, piyano üzerinde iki mum yanıyordu. Zevcime baktım, yoktu, gitmişti. Bu büyük oda aydınlıktı; terasının açık kalmış kapısından mehtabın nuru yerdeki halının üzerine doğru süzülmüştü. O tarafa doğru yürümek istedim. Göğsümü gecenin bu soğuk, bu rutubetli rüzgârına arz etmek ihtiyacını duyuyordum. Zira orada bir şey oluyor, orada bir şey parçalanıyordu. Bir rüya denecek kadar kısa bir saadet serabıyla hayatımı tenvir eden202 emelin böyle sırf tahayyülden ibaret kaldığını, sonra birdenbire muhitimi boğan siyah dumanların içinde ümitlerimin ebediyen söndüklerini görmek, bu gece bütün mevcudiyetimi rencide ediyordu. Birdenbire helecandan ne yapacağımı şaşırdım. Nejat oradaydı. Odanın boş bir köşesinde pencerenin önünde oturuyordu.

      Oradan ayrılmamak istedim. Ne yapacağımı bilmiyordum. İnler gibi bir sesle “Fikret,” diyordu, “akşamdan beri gördüklerim rüya mıdır söyle, çıldırıyorum.”

      “Hal ve mevkiimi dikkate alınız,” dedim. Gözlerim kararıyor, başım dönüyordu.

      “Evet, hakkınız var. Bir şey düşünemeyecek kadar şuurum kuvvetini kaybetti. Beni mazur görünüz. Zira size bu kadar yakın olmak bütün metanetimi yok ediyor.”

      “Rica ederim gidiniz. Buradan, benden uzaklaşınız. Çünkü korkuyorum. Beni bu sakin, bu münzevi hayatıma terk ediniz.”

      “Sizden uzaklaşmamı emrediyorsunuz, öyle mi? Bana şurada iki günlük bir saadeti çok görüyorsunuz. Peki, emrinize itaat edeceğim. Lakin siz, bana o kadar büyük bir fedakârlık teklif ediyorsunuz ki icrası pek müşkül. Pek ağır. Of, Fikret artık hakkımda bu derece merhametsiz olmayınız.”

      “Başka türlüsünü yapmaya muktedir değilim. Düşününüz halimi, mevkiimi, sonra da vazifemi… Bana acıyınız, Allah aşkına Nejat!”

      Nejat derin bir ah çekti ve sonra dudakları arasından mırıldandı:

      “Biçare Fikret, fedakâr kadın!”

      Oradan ne suretle ayrıldığımı bilmiyordum. Sendeleye sendeleye oda kapısına doğru yürüdüm. Onun bütün çaresizlikler içinde perişan halde arkamdan baktığını hissetmek, beni o dakika en kahredici üzüntüler altında inletiyordu. Odama geldim, bir kanepenin üzerine düştüm. Nefes almak kabil değildi. Bütün elbisemin göğsünü parçaladım. Hiç kimseyi çağırmak, bu halimi göstermek istemiyordum. Burada yalnızca ölmek, ne bir ıstırap feryadı ne bir şikâyet sedası çıkararak ölmek istiyordum. Bu anda, yatağın ayakucundaki kapı açıldı. Zevcim beyaz sakalı, uzun boyu, beyaz geceliği ile göründü. Ağır ağır geldi yanıma oturdu. Odayı bir gece kandilinin ziyası aydınlatıyordu.

      Dikkatli dikkatli yüzüme bakarak:

      “Yavrum, seni mustarip görüyorum, ne oldun? Söyle bana! Çok mu rahatsızsın?”

      “Hayır, merak etmeyiniz, bir şeyim yok. Merdivenleri biraz hızlı çıktım, sizi salonda zannetmiştim de.”

      “Evet.”

      “Yalnız biraz çarpıntım var, şimdi geçer. Rahat etmek lazım.”

      Zevcim benim şu halime karşı teessüfle içini çekti. Sonra saçlarımı derin bir şefkat-ı muhabbetle okşayarak alnımdan öptü.

      “Vücuda, sıhhatine ihtimamsızlık ediyorsun,” dedi, “bu hallerinle beni ne kadar üzüyorsun bilsen. Seni böyle mustarip görmek ciğerlerimi parçalıyor. Ne türlü bir rahatsızlık hissediyorsan söyle, çaresine bakalım. Çünkü bilirsin ki dünyada her şeyim, her emelim sensin. Hayatım, servetim, saadetim, hatta evladım bile senin yanında ikinci derecede kalır. Sen benim için pek muazzez, pek sevgili bir vücutsun Fikret. Bunu bilirsin. Bildiğin için beni böyle üzmek istersin, değil mi?”

      “Hayır, emin olunuz ben yalnız sizin saadetinizi uzatmak için yaşamak isterim. Eğer kendimde mühim bir hastalık hissedersem, derhal size söylerim.”

      “Peki öyleyse. Yatınız, ben sizi bekleyeyim.”

      “Teşekkür ederim fakat…”

      “Demek beni istemiyorsun.”

      “Ah… Hayır, siz de rahat ediniz diyorum, yarın misafirlerimiz var. Erken kalkmaya mecburuz.”

      Tekrar alnımdan öptü.

      “Peki, üzülme, gidiyorum işte, rahatsız olursan beni uyandırmak şartıyla.”

      Yavaşça kapıyı kapayarak çekildi. Ah biçare adam! Kalbinde meşru olmayan bir muhabbet gizleyen bu kadın, senin huzurunda nasıl bir azapla titriyordu! Seni aldatmaktan mütevellit manevi işkenceler içinde, en taşkın ıstırablarla kıvranıyordu! Yavaş yavaş kalktım. Korsemi, elbisemi çıkardım. Nedret minimini beşiği içinde mışıl mışıl uyuyordu. Onu öpmek için eğildim. Gözlerimden damlayan gözyaşları, o pembe yanakları ıslattı. Uyandırmamak için çekildim. Ah… Beni hayata rabteden203 yavru! Acaba bir

Скачать книгу


<p>202</p>

Aydınlatmak.

<p>203</p>

Bağlamak.