Скачать книгу

gözyaşlarımın, bitmez elemlerimin tek istirahatgâhıdır. Her gün burada oturur ve vatandan gelen rüzgârla ruhumun tesirli ateşini teskin etmeye uğraşırım; İstanbul buraya sekiz dokuz saat kadar uzaktır. Ta derinlerden gelen neşedar bulutlardan her gün ümitli bir haber beklerim, vadileri tahdit eden112 yüksek dağların sisli tepelerine bakar ve oradan bir hayal gözlerim… Ne boş intizar!113 Ne vahi114 ümit! Heyhat!

      Yarım! Hayatın zehirlerini muvakkat115 bir zaman için tathir eden116 gözyaşları olmasaydı, insanlar için rahatlatan bir nefes duymak, bir teselli bulmak acaba nasıl mümkün olurdu?

      Zevcimden, bu muhterem adamdan, yeisimi gizlerken ne müthiş azap çekiyorum. Vicdanım bu azabın yükü altında eziliyor. Onun müşfik müsamahası karşısında ölmek istiyorum. Memnuniyetimin temini için bütün fedakârlıklarda bulunuyor, acaba benden ne bekliyor?

      Ah! Ben yaşadığımdan bihaber şu sefil ömrü sürüklüyorum. Ona ebediyen veda ettiğim günden beri hayat, nazarımda hiçbir şafağı olmayan ıssız, karanlık bir çölden ibaret kalmıştır. Ne acı, ne unutulmaz bir gündü. O gün ikimiz bir odada yalnızdık. Bütün kalbinin samimi sedasıyla “Fikret!” diyordu. “Sizin için her şeyi fedaya hazırım; sizi ilk gördüğüm günden beri çekmekte olduğum ıstıraba artık bir nihayet vermek, bana sonsuz hayatı bahşetmek dudaklarınız arasından çıkacak bir kelimeye mütevakkıftır.”117

      Gözlerim kararmıştı. Sükût ediyordum.

      O mütemadiyen söylüyordu:

      “Hiç dikkat etmiyor musunuz? Sekiz aydan beri her gün huzurunuzda biraz daha ölüyorum, biraz daha eriyorum; heyecanlarımı, gözyaşlarımı etrafımızdakilerden saklarken ayaklarınızın altına düşmekten korkuyordum. Siz de aynı marazla malul olmuştunuz, siz de benim duyduğum acıları hissetmiştiniz. Bütün sâfiyet-i vicdanınıza,118 bütün masumiyet-i ruhunuza119 bir ayna olan bu güzel gözlerinizde kalbimin aksini gördüğüm zaman bütün mevcudiyetimi sarsan bir mestle ayaklarınıza kapanmak ihtiyacını duymuştum.

      Ah! Fikret sizi o kadar sevmiştim ki, ruhumu tesrir eden120 sedanızı işitmekten mahrum, huzurunuzda yaşadığım kıymetli zamanın bahtiyarlığından uzak bulunduğum günlerde, muhitin boşluğu ve kimsesizliği içinde nasıl bir öksüzlük hissiyle melul ve perişan kaldığımı bilseydiniz! Fikret! Otuz üç yaşındayım, hiçbir vakit hayatın bu kadar sevimli, yaşamanın bu derece tatlı, dünyanın bu kadar güzel olduğunu bilmiyordum. Söyleyin, bunları bana hissetiren sizin aşkınız mıdır?

      Fakat niçin sükût ediyorsunuz? Niçin boynunuzu bükerek ümitsiz bir nazarla yüzüme bakıyorsunuz?

      İşte size meşru bir âguş-ı muhabbet121 açıyorum, Fikret! Tevhid-i hayat122 edelim diyorum. Niçin cevap vermiyorsunuz?”

      Gecelerin siyahından daha muzlim123 gördüğüm hayat resmi, şimdi sihir bulutlarından münakis124 bir pembelik içinde en gönülçelen tebessümlerle gülüyordu. Galiba burada bir şafak başlıyor, burada tulu edecek125 bir saadetin ilk nurları görünür oluyordu. Lakin birdenbire gözlerim kararmaya, kulaklarım uğuldamaya başlamıştı. Ruhu besleyen o levha nazarımdan silinmişti, her tarafım siyah bir duman, kesif bir zulmet126 içinde kalmıştı. Çeşm-i mükedderimin127 önünde sanki yıkılmış, söndürülmüş bir saadet yuvasının harabesi vardı; o zaman tüylerimi ürperten bir çaresizlikle, ağlayan aşkımın bütün merâretlerini128 hissederek çırpındım, inledim!

      İki çocukla bir kadının hayali bana doğru takarrüp ediyorlardı.129 Dişlerini gıcırdatarak, gözlerini açarak sanki beni boğmak, parçalamak istiyorlardı. Kulaklarımda ise “Saadetimizi çaldın, hazinemizi gasp ettin,” diyen bir ses uğulduyordu. Buna peyrev130 olan diğer bir seda ise “Şu üç vücudu kendi saadetine feda etme, eğer aşka mağlup olursan emin ol ki mesut olamazsın. Buradan kaç!” diyordu.

      Ayağa kalktım. Sallanıyordum, düşmemek için bir sandalyeye dayandım. Ya Rabbim; pek acı bir hakikat karşısında bütün ümitlerim sönmüş, istikbalim kararmış, hayatın saadetinden mahrum ve binasip131 kalmıştım.

      O şaşırmıştı. Ağlayan bir sedayla “Nasıl? Gidiyor musunuz? Bana bir ümit vermeden öyle mi?” diyordu.

      Karanlık bir uçuruma doğru sükût ediyorum zannetmiştim; idama hükmettiğim o dakika, çektiğim ıstırapların en tahammül-güdazı132 idi, ona doğru döndüm:

      “Ümit mi dediniz? Ben bu kelimenin manasını bilmekten kendimi mahrum ediyorum. Benim için yalnız bir intizar varsa, o da ölümdür!”

      “Ya Rabbim, neler söylüyorsunuz? Ne demek istiyorsunuz? Demek meşru bir surette sizin için açılan kollarımın arasına atılmaktan istinkâf133 ediyorsunuz?”

      “Hayır, Nejat hayır. Orası benim saadetimin yuvası olacaktı. Fakat! Sen yalnız olaydın, hayatın diğer hayatlara merbut134 olmayaydı.”

      Nejat başını elleri arasına alarak bir sandalye üzerine yığılmış kalmıştı. Kendisine bu son sözleri söylerken, onun öyle mağmum135 bir bekleyişi, öyle meftur136 bir dinleyişi vardı ki… Bütün kararımı mahvediyordu. O dakika oraya düşüp helak olmadığıma hâlâ hayretteyim.

      Bir hafta sonra beni pederime götürecek olan tren, son düdüğünü öttürdüğü zaman artık her türlü teselliden mahrum olan istikbalimin karanlık meçhuliyeti içinde ağlıyor, ağlıyordum. Pederimin nezdinde geçirdiğim evkati137 tasavvur edemem; bu cehennemi andıran bir hayattı.

      Bütün gün meyus ve nevmit halde odamın sükûnuna çekilir, gözyaşlarımı gizlemek, teessürlerimi göstermemek için karanlıkları beklerdim. Artık geceler benim pek sevgili bir arkadaşım olmuştu. Bütün dertlerimi, bütün âlâmımı138 onun ketumluğuna tevdi ederdim. Bu aralık üvey validem beni başından defetmek istiyor, tebdilihava139 için tekrar İstanbul’a gitmemi musırrâne140 talep ediyordu. Bense kendisine kati cevaplar veriyordum. O benim ısrarımdaki sırrı keşfetmeye uğraşıyor gibi daima bu bahsi tazeliyor ve lakırdı devam ettiği müddetçe ta gözlerimin içine bakarak kalbimin derinliklerine vâkıf olmak istiyordu.

      Bir gün pederimle aralarında bana dair izdivaç bahsi cereyan ediyorken üzerlerine gitmiştim. Artık anlamıştim ki mevcudiyetim bu kadını izaç ediyor141 ve o da benden kurtulmak için çareler aramaya mecbur kalıyordu. Bir gün yine odamın sükûnunda bedbahtlığımın tefekkürlerine dalmıştım.

Скачать книгу


<p>112</p>

Sınırlamak.

<p>113</p>

Bekleyiş.

<p>114</p>

Boş, saçma.

<p>115</p>

Belirli bir zaman süren.

<p>116</p>

Temizlemek.

<p>117</p>

Bağlı.

<p>118</p>

Vicdan saflığı.

<p>119</p>

Ruh masumiyeti.

<p>120</p>

Sevindirmek.

<p>121</p>

Muhabbet kucağı.

<p>122</p>

Hayatını birleştirmek.

<p>123</p>

Karanlık, belirsiz.

<p>124</p>

Yansıyan.

<p>125</p>

Doğmak.

<p>126</p>

Karanlık.

<p>127</p>

Kederli gözler.

<p>128</p>

Acılık.

<p>129</p>

Yaklaşmak.

<p>130</p>

Başkasının izinden giden.

<p>131</p>

Nasipsiz.

<p>132</p>

Dayanılmaz.

<p>133</p>

Sakınma, kabul etmeme.

<p>134</p>

Bağlı.

<p>135</p>

Kederli.

<p>136</p>

Ümitsiz.

<p>137</p>

Vakitler.

<p>138</p>

Elemler.

<p>139</p>

Hava değişikliği.

<p>140</p>

Israrla.

<p>141</p>

Bunaltmak, canını sıkmak.