Скачать книгу

yaşam koşulları ve kültürü hakkında herhangi bir betimleme yapmaksızın boşuna bir çaba olurdu; zira anlatılar, genellikle tamamen yaşam tarzıyla ilgilidir. Bir sonraki yerde, bölgesel bölünmeler yoluyla mümkün olan paylaştırma tarzı, yalnızca bazı bölgelerin genişliği nedeniyle değil, aynı zamanda kültür seviyesinin eşitsizliği ve dolayısıyla fikirlerin çeşitliliği yüzünden daha da zorlaşmaktadır. Hatlar, Eski Dünya çalışmaları ölçeğinde çizilseydi Meksika’nın (Nahua ve Maya) ve Peru’nun her biri bir cildi hak ederdi. Onların bu çalışmada nispeten gördükleri az ilgi, kısmen diğer bölgelere makul bir alan ayırma ihtiyacından, kısmen de bu yıkılmış imparatorlukların mitlerinin zaten erişilebilir bir literatür tarafından temsil edilmeleri gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Üçüncü bir sorunsa konuların sunulma sırasıyla ilgilidir. Yerli eğilime göre mantıklı olan, Antillerden Orinoco ile Guyana bölgesine doğru gitmektir (yani, I. Bölüm’den VIII. Bölüm’e doğru). Ancak Antillerden başlayarak gerçekten keşif rotası izlendiğinden (bir nevi İspanyolların gözleriyle bakarak) doğal devamlılık, Meksika ve Peru’ya ve oradan Orta Güney Amerika’nın daha yavaş keşfedilen bölgelerine kadardır. Bu yöntem, aynı zamanda belirli bir bibliyografik eğilimi takip eder: İspanyol yazarların göreceli önemi, kitabın sonraki bölümlerinde çok daha azdır ve malzeme kaynakları genel olarak daha sonraki bir kökene sahiptir.

      Son olarak yoruma ilişkin bir şeyler söylenebilir. Kişi ne kadar vicdanen düz anlatıma yönelmeye çalışırsa çalışsın, yalnızca tutarlılık ihtiyacı olan bazı yorumları zorunlu kılacaktır; her çeviri kendi derecesinde bir yorumdur (ve kelimenin tam anlamıyla olanaksızdır). Bütün bunların yanında ve ötesinde, kayıt tutanlarla ilgili dikkate alınması gereken önyargılar söz konusudur (Bunlar, kendi görüşlerine göre yorumlayan dürüst adamlardır). Kıtaya ilk ulaşan din adamlarının İncil’den kaynaklı önyargıları vardır. Onlara göre Babil Kulesi ve Dağılma, yeni ve gerçek olaylardır. Akıllarındaki bütünlük bir Nuh Tufanı kabul edilirse, benzer nitelikteki olaylar hakkındaki yerli efsaneleri okumalarından veya Kızılderililerin Sam’in hangi çocuğundan geldiklerine dair tahminlerinden daha mantıklı bir şey olamaz. Kayıp Kabileler’in göçmen torunları, uzaklarda dolaşan Budist keşişleri, denizde yolculuk eden Doğulular ve unutulmuş Atlantis hakkında geleneksel görüşler vardır ve (okudukça daha fazla hayran kalınan) Abbé Brasseur de Bourbourg’un fevkalade Antropoteizmi3 söz konusudur; de Bourbourg kabilesinin ne ilki ne de sonuncusuydu ama kesinlikle hepsinin en yeteneklisiydi. Yine şeytana nadiren uzak duran ve Tanrı’nın genellikle yakın olduğu misyonerlerin teolojik önyargıları vardır. Ve en inatçı malzemeleri sakince fetişleştiren antropologların ve modelin bir zamanlar onlar için kurulmuş olduğu filologların daha az kökleşmiş önyargıları vardır. Amerika, insanın hayal gücünün muammasını okumanın tüm bu yöntemlerinin gösterimi için zengin bir saha olduğunu kanıtlamıştır ve renklerin bir yansıması olmadan meselelerin rapor edilmesi pek de arzu edilmez. Ama aslında, mit anlamdan ayrı olarak nasıl mit olabilir ki?

      Bu (hiçbir dolambaçlı yoldan sapmadan), mitolojinin anlamı ve ona olan ilgimiz hakkında bir miktar değerlendirmeye götürür bizi. Bu ilgi farklı sebeplere dayanıyor olabilir. Ramon Pane’den bu yana, diğerlerinden daha gerçek bir materyal sunan, Amerika için borçlu olduğumuz ilk ve hâlâ kalıcı olan ilgi, Hıristiyan misyonerin yerli zihinde bu yaklaşım noktalarını ve topluluk unsurlarını keşfetme arzusudur. Bu, onun Hıristiyan âleminin inancını yaymasını en iyi şekilde sağlayacaktır. Misyoner, pek çok durumda, elbette gerçekleri kaydetmek için tamamen şüpheli bir hevese kapılır. Ancak bu tür kayıtlarda, onu bu alana ilk getiren dürtünün etkisini tespit etmek genellikle mümkündür ve hizmetlerini onu takip eden herkesin minnettarlığı için bir mesele haline getirdiği de eklenebilir. Misyoner Brett’in Guyana Kızılderililerinin mitlerini şiirleştirmesinde örneklendiği gibi genellikle birincisinden keskin bir şekilde ayrılmayan ikinci bir ilgi, estetik ve yaratıcıdır. Klasik mitolojinin Hıristiyan Avrupa’nın sanatına ve şiirine katkısı herkesçe bilinir: Avrupa sanatı; Dante, Milton, Botticelli ve Michelangelo’ya olduğu kadar Homer ve Fidias’a da çok şey borçludur. Ayrıca, biçimleri kendi ifadelerini bu kadar iyi canlandıran antik taşlara ve putperest tanrılara duyduğu tutkuyla Rönesans merakı, Amerika keşfedilip fethedildiğinde doruk noktasındaydı. Yeni Dünya harikasının söz konusu olduğu bu ilginin, on sekizinci yüzyılın insani coşkusunda zirvesine ulaşan bir Amerikan egzotizm dalgasına dönüşmüş olması şaşırtıcı değildir. Günümüzde bu ilgi; sanatçılar, şairler ve müzisyenler tarafından yerel sanatlarda ve mitolojik temalarda kalıcı güzelliğin unsurlarını keşfetmeye yönelik bilinçli bir çabayla, daha ağırbaşlı ama daha az verimli bir şekilde devam etmektedir. Belli bir bakış açısından estetik ilgiyi bekleyen bir tehlike vardır: Çoğu araştırmacı bilinçli veya bilinçsiz olarak bu tehlike ile karşı karşıyadır ve yerli mitlerin çoğu kaydedicisi materyallerini, bilinçli veya bilinçsiz olarak Avrupa’nın işlenmiş dillerinin geliştirdiği daha hoş ifade biçimleriyle süsler. Başka bir deyişle, asıl güdünün gerçekçi olduğu veya konu estetikse bizimkine yabancı bir zevk tarafından yönlendirildiği yerde sanatı bulma ya da benimsetme arzusunda yerli düşünceye uymayan bazı hususlar vardır. Öte yandan, sanatsal anlamda gerçek yaratıcı kazancın bir birleşmeden gelmesi gerektiğini kolayca kabul ediyoruz. Rönesans tarafından sağlanan birleştirme yolu sayesinde böyle bir sanatsal başarı örneği ile Amerikan Kızılderili sanatının fikir ve motiflerinin kendi estetik bilincimizce daha yakın bir şekilde benimsenmesinin, aynı öneme sahip bir Amerikan Rönesansı ile sonuçlanabileceğini umabiliriz.

      Amerikan mitolojisine ilgi duyan üçüncü grup antropologlardır ve bu alanı günümüzde en çok onlar geliştirmektedir. Buradaki esas, bilimsel meraktır ve bu merak doğa ile tarih bilimleri yaklaşımına sahiptir. Söz gelimi, materyallerin tam olarak kayda geçirilmesini ve ayrıntılı incelenmesini; yani ana dillerdeki metinlerin korunmasını ve etnolojik ve arkeolojik gözlemlerin dikkatli bir şekilde yorumlanmasını çoğunlukla antropologlara borçluyuz. Doğal olarak buradaki temel sorun, Amerikan Kızılderili halklarının kökeni ve dağılımı ile tarihlerinin hem fiziksel hem de düşünsel olarak yeniden yapılandırılmasıdır. Bu alanda gerçekten büyük adımlar atılmıştır. Bu dağıtım ve oluşum sorunuyla birlikte, doğanın (insan ve çevre) ifade biçimleri üzerindeki etkisine ilişkin tamamlayıcı, üçlü Darwinci eğilimleriyle filolojik, sosyolojik ve daha kesin olarak ekolojik olmak üzere üç yöne atfedilebilecek bir soru birlikte var olmuştur. Nihayetinde birbirini tamamlayan iki sorun, insan doğasını yorumlama çabasına dönüşür. Geleneklerinin gücünden ve ırksal dayanışmadan kaynaklı koruyucu bir direniş sunarken bile değişikliğe uğradığı karmaşık dünyaya dönük belirgin tepkilerinde insan doğası görülebilir. Bu, temelde insan psikolojisine duyulan ilgi anlamına gelir.

      Mitolojiye ilginin antropolojik olandan felsefi olana geçtiği nokta burasıdır. Felsefe, insan zihninin genelleştirilmiş bir öz yaşamöyküsünü elde etmeye çalışır. Kaçınılmaz olarak psikolojiyle ve duyularımızın (iç ve dış) bizim için belirlediği temel deneyim birlikleriyle başlar, insan deneyiminin tüm çeşitlerinin anlam aralığını ve doluluğunu keşfetmeye çalışmakla devam eder. Filozoflar, bu nedenle mitolojiye öncelikle psikolojik bir bakış açısıyla yaklaşırlar. Mitolojinin yansıttığı kadarıyla zihnin karakterini yorumlamakla, insan düşüncesindeki duyu imgelerini, içgüdü, tür ve akrabalık, konuşma ve sayı imgelerini çözümlemekle, mevsimleri, döngüleri ve belirgin başkalaşımları ile insan ruhunun görünür ve duyulur dünyaya doğal tepkilerini incelemekle ilgilenirler. Bu, görünüşe göre, insanı kuşatan bir dış dünyanın akışkan ve tutarsız karakterine dair belirsiz gibi bir bilinçle başlayan ve fiziksel nesnelerin alegorisi ve draması anlamında doruğa ulaşan tepkiler ve güçleri ile sınırlamaları konusunda hâlâ belirsiz olan düşünceli bir benliğin keşfidir. Biyografik hikâye uzundur, vahşilikle başlar ve en yüksek

Скачать книгу


<p>3</p>

Tanrı’nın şeklen insana benzetilmesi tavrına verilen isim. (ç.n.)