Скачать книгу

amcalarını tanıdıkça bu tür cevapların tam da ona göre olduğunu anlayacaklardı. Ediz üstü kapalı konuşmayı tercih ederdi. O da canı konuşmak isterse tabii. Bir şeyin karşısındaki tarafından bilinmemesine de şaşırırdı. Onun bildiği her şeyi, herkesin bilmesi mümkünmüş gibi!

      “Şuradaki mineraller ve taşlar örneğin… Hiçbiri bu kasabada yok. Nasıl olsun! Dünyada… Durun bakayım!” Yine karışık bir hesap yapıyormuş gibi düşündü. “4.750’den fazla mineral var, keşfedilmeyi bekleyenleri de eklersek…” Sanki mineralleri tam o sırada tek tek saymış da 4.750 sayısına ulaşmıştı! Üstelik keşfedilmeyen kaç tane mineral olduğunu bilmek mümkünmüş gibi konuşuyordu. Sonunda, “Çok sayıda, evrenin doğuşundan beri oluşuyorlar.” demekle yetindi.

      Amcalarını izleyip alt kata indiler. Ediz kapıdan çıkmadan önce lambayı ve mumları söndürdü.

      Doruk amcasının peşi sıra yürürken, “Mucit olduğunu bilmiyorduk.” dedi.

      Ediz amca hayretle kaşlarını kaldırdı. Bu sırada düşmesin diye monoklü eline aldı. “Biliyormuşsunuz işte!”

      “Yani yeni öğrendik. Tabeladan okuduk.”

      Ediz amca tabelaya ilk kez görüyormuş gibi baktı. “Ah, omu? Doğru!” dedi.

*

      Pamir epeydir yürüyordu. Kasaba tahmininden daha büyüktü. Hindiba Yolu ise belli ki gerçekten kasabanın diğer ucundaydı. Bunlar yetmezmiş gibi yapış yapış hava hızını kesiyordu. Gerçi asıl sorunu daha büyüktü, hatta oldukça iriydi! Gardan ayrıldığından beri peşinde olan adamı yeni fark etmişti. Büyükbabası çok dikkatli olmasını tembihlerken kastettiği bu muydu?

      Huzursuz olmuştu. Yine de adamı gördüğünü önce belli etmedi. Ama sonra dayanamayıp arkasını kontrol etti.

      Fark edildiğini anlayan adam ise adımlarını sıklaştırdı. Bunun üzerine Pamir paniğe kapılıp koşmaya başladı. Karşısına çıkan ilk köşeden döndü, ancak izini kaybettiremedi. İri cüssesine rağmen adam da hızlı çıkmıştı.

      Pamir, Hindiba Yolu’nu aramaktan vazgeçti. Önce adamdan kurtulmalıydı. Kalabalık ve sisle kaplı sokaklara girdi, köşelerden döndü. Bu sırada gideceği adresten iyice uzaklaştı. Eski püskü dükkânların olduğu bitpazarına dalınca arkasına yeniden bakmaya cesaret etti. Adam yoktu. Atlatmayı başarmış mıydı?

      3. Bölüm

      Cıvata, Somun ve Bisiklet

screen_32_25_143

      Amcalarının ardında, dükkânın arka tarafına dolandılar. Kayalık Çıkmazı’nın kayaları, yürüdükleri yerden bakınca daha dik görünüyordu. Denizin rengi ise bu görüntüyü daha ürkütücü hâle getiriyordu.

      Doruk, “Nereye gidiyoruz?” diye sordu. Ediz amcayı yanlış mı anlamışlardı? Bitpazarı dükkânın arka tarafında olacak değildi ya!

      Ediz ağzını bir tarafa yamultarak güldü. “Garaja, bitpazarına gideceğimiz taşıta binmeye!..”

      Ada, “Taşıt mı?” diye sordu. “Yoksa… Ama…”

      Ediz yeğeninin aklından geçeni okumuşçasına, “Sıcak hava balonu değil!” diye karşılık verdi. “Yine de onun kadar ilginç bulacaksınız.” Yüz ifadesine bakılırsa bu gizemli taşıtıyla da gurur duyuyordu.

      Neyle karşılaşacaklarını merak ettiler. Taşıtı görünce ise hayal kırıklıklarını gizleyemediler. İki tekerleği, bir selesi, bir gidonu olan sıradan bir bisikletti bu!

      Doruk, “Üçümüz nasıl bineceğiz ki?” dedi. Asıl sorun bisikletin şaşırtıcı olmaması değil, tek kişilik olmasıydı!

      Ediz, “Doğru soru!” diye karşılık verdi. Ardından yeğenlerine bir dizi komut sıraladı. “Sen gidonu tut, sen de seleyi!.. Sıkıca tuttunuz mu? Şimdi kendinize doğru çekin! Kuvvetli çekin, çekinmeyin!”

      Ada’yla Doruk bisikleti iki tarafından çektikçe aradaki destek sütunu uzadı. Bu sırada Ediz amca daha uzunuyla değiştirmek için zinciri çıkarttı. Destek sütununun üzerine iki sele, iki gidon ve pedallar yerleştirdi.

      Bisiklet üç kişilik oluvermişti. Çocuklar ise şaşkınlıkla bakakalmışlardı.

      Amcaları, “Selelerin sırtlığı da var.” dedi. Bu sırada ön tarafa yerleşmişti bile. Yeğenlerinin kararsız kaldığını görünce, “İmal ettiğim en güvenli araçtır!” diye belirtti. “Bana ait bir icat sayılmasa da yaptığım eklemelerle mükemmel oldu! Hadi binin!”

      Sadece birkaç dakika sonra çıkmazı arkalarında bırakmışlardı.

*

      Pamir, barakayı andıran yan yana sıralı dükkânlardan birine kendini attı. Nefes nefeseydi.

      Dükkâna silindirlerin, boruların, makaraların kargaşası hâkimdi. Bunun dışında sakindi. Dükkân sahibi de ortalarda yoktu.

      Camekânın arkasına sinip dışarı baktı. Görünmemek için neredeyse yere yapışmıştı. Çok geçmeden yüreğini ağzına getirecek bir şey oldu. Peşindeki iri cüsseli adam dükkânın hemen dışında belirdi. Demek ki izini kaybettirememişti! Kalbi, hem koşmaktan hem de korkudan, yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu.

      Adam, camekânın önünde bir ileri bir geri yürüyüp etrafına bakındı. Pamir, nerede olduğumu bilmiyor, diye düşündü. Belki de adam tesadüfen bitpazarına girmişti. Ama anlaşılan Pamir’i bulana kadar kasabayı altüst edecekti.

      Sonra camekânın önünden başkaları geçti. Adam da hızlı adımlarla oradan uzaklaştı.

      Pamir en azından şimdilik izini kaybettirmişti. Yine de temkinli davranacaktı. Dükkân sahibi ortaya çıkana kadar orada durup soluklanmaya karar verdi. Böylelikle zaman da kazanırdı. Anlaşılan ilk trenle evine dönemeyecekti.

      Beklerken emaneti cebinden çıkartıp baktı. Aslında yerinde olup olmadığını kontrol etmek istemişti. Sırtını camekânın alt kısmındaki duvara dayadı. İçerisinin boş olması işine yaramıştı. Ancak o anda, yanında iki çocukla birlikte içeri bir müşteri girince yine tedirgin oldu. Müşteri gözleriyle etrafı kolaçan ederken dükkân sahibine seslendi.

      Pamir, dükkân sahibinin gelmesi an meselesi, diye düşündü. Onu görürse hırsız bile sanabilirdi. Müşteri olmadığı belliydi, bir kenara sinmiş bekliyordu. Kimse fark etmeden dışarı çıkmalıydı. Tam aklından geçeni uygulayacakken çocuklardan birinin bakışlarını üzerinde hissetti. Hatta çocuk, saman sarısı kâküllerinin arasından, gözlerini ayırmadan bakıyordu. Sanki sormadığı bir soruya cevap bekliyordu.

      Pamir tekrar paniğe kapıldı. Ayağa fırlayıp kapıdan uçarcasına çıktı. Haritayla içinde notun olduğu zarfı cebine koymaya fırsat bulamamıştı.

      Bu arada Ediz dükkân sahibine yeniden seslendi. Doruk ise etrafı karıştırmaya koyuldu. Çoğunluğu metalden parçaların ne işe yaradıklarına dair bir fikri yoktu. “Bunlar da ne böyle?” diye kendi kendine mırıldandı.

      Amcası ise soru ona yöneltilmiş gibi cevap verdi. “İnsanların bir zamanlar çöp diye attıkları… Ne büyük hata! Onlara, çöp sandıkları şeylerle neler yapabileceklerini göstermek isterdim!” Ardından dükkân sahibini bulmak için arkaya doğru yürüdü.

      O kısacık konuşma nedeniyle ne Doruk ne de Ediz dük kândan birinin fırladığının farkına varmışlardı. Sadece

Скачать книгу