ТОП просматриваемых книг сайта:
ORMAN EVINDEKI SIRLAR SAKLI HAZINE. AYDIN ALMILA
Читать онлайн.Название ORMAN EVINDEKI SIRLAR SAKLI HAZINE
Год выпуска 0
isbn 9789752115866
Автор произведения AYDIN ALMILA
Издательство Автор
“Peki ya siz…” diyerek karşı çıkacak olduysam da, Çörek Hanım beni dinlemedi bile. Bir eliyle dışarı çıkmamı işaret ederken, diğeriyle gözlüğünü düzeltti ve sehpanın üstündeki gezi kitaplarından birine uzandı. “Uzun zamandır ihmal ettiğim bir şehirle özlem gidereceğim.” diye mırıldandı.
Omuzlarımı silkip yerimden fırladım. “Geç kalmayız!” diyerek kendimi dışarı attım. Bir yandan da tavan arası ziyaretinin akşam yemeğinden sonraya kaldığını aklımdan geçirdim.
Beni gören Batı, bisikletinin ön tekerleğini havaya kaldırarak yanıma geldi. Bu becerisiyle gurur duyuyordu anlaşılan. Çünkü, “İstersen nasıl yapılacağını sana da öğretirim.” dedi.
Sesimi çıkarmadım. Bisikletim iki tekerleğin üstünde bile zor gidiyordu. Akrobatik hareketler yapmaya kalkarsam dağılması işten bile değildi. Onun yerine Batı’yı mutlu edeceğini düşünerek, “Yeni pedalları deneme turuna çıkmaya ne dersin?” diye sordum. Batı’nın ağzı kulaklarındaydı. Yanılmamıştım, bisikletimi yenilediği için onu takdir ettiğimi duyunca sevinmişti.
Çok yemekten koşturacak hâli olmayan Pufi’yi bisikletimin sepetine yerleştirdim. Yol alırken, başını yukarı kaldırıp esen hafif rüzgârın tadını çıkartmaya koyuldu.
Bu kez ormanın daha önce hiç gitmediğim tarafına doğru yöneldik. Bir süre sonra Batı’ya, “Burada ağaçlar daha mı sık?” diye sordum.
Batı, “Sanmam.” diye cevapladı. “Aynı orman!”
Kendimi tutamayıp kıkırdadım. Aynı orman olduğunu ben de biliyordum. Ancak daracık toprak yolda ikimiz yan yana bile zor ilerliyorduk ve etrafta hiç ev yoktu. Belli ki ormanın bu kısmına henüz kimse el atmamıştı. Her yer ağaçlara aitti!
Ben de Pufi gibi yüzümü yalayan hafif rüzgârın tadını çıkarmaya koyuldum. Rüzgâr beraberinde mis gibi çiçek kokularını da getiriyordu. Kendimi nasıl da iyi hissediyordum. Kuşlar da benimle aynı fikirde olmalıydılar ki, susmamacasına cıvıldıyorlardı. Onların cıvıltısına ara sıra duyulan zincir gıcırtısı karışıyordu. Batı, “Eve döner dönmez bisikletimin zincirini yağlasam iyi olacak!” dedi.
Gülümsedim. “Benim bisikletimle uğraşmaktan kendininkiyle ilgilenemedin, değil mi?”
Batı, “Aslında onun için değil…” diye ağzında gevelerken birden durdu. “Şuraya bak!” diye bağırdı.
İşaret ettiği yere bakınca ister istemez hafif bir sevinç çığlığı attım. Önümüzdeki ağaçlardan birinin dışarı taşmış köklerinin üstünde minik bir sincap koşturuyordu. Bizi fark edince durup baktı. Aslında baktığı Batı’yla ben değildik, Pufi’ydi.
İşte tam o sırada olanlar oldu: Pufi ondan beklenmeyecek bir hızla sepetten aşağı atladı. Bunu gören sincap kuyruğunu savurarak kaçtı. Pufi delirmiş gibi havlayarak sincabın peşine düştü ve ortadan kayboldu.
Gözlerime inanamıyordum. Batı’yla bakıştık ve hemen bisikletleri orada öylece bırakıp Pufi’nin ardından koşmaya başladık. Bir yandan var gücümle, “Pufiii!” diye sesleniyordum. “Neredesin?”
Bir süre sonra Batı’yla nefes nefese kalmıştık. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Bu kocaman ormanda nasıl bulacaktık şimdi Pufi’yi? Ağlamaklı bir suratla Batı’ya döndüm. O da en az benim kadar çaresiz görünüyordu.
O sırada arkamızdan gelen bir sesle irkildik. “Bunu mu arıyorsunuz?”
Arkamı dönmemle çığlığı basmam bir oldu. “Pufi!” Minik köpeğim tanımadığım bir kızın kucağındaydı ve toz toprak içindeydi.
Beni gören Pufi, havlayarak kızın kucağından atladı ve yanıma koştu. Hemen eğilip artık neredeyse soluk kahverengiye dönüşmüş tüylerini okşadım. Bir yandan işaret parmağımı havada sallayarak onu azarlamayı da ihmal etmedim. “Şapşallık konusunda uzman olduğunu gösterdin!.. Aferin sana!.. Beni ne çok korkuttuğunu biliyor musun? Seni bir daha bulamayacağımı sandım.”
Hâline bakılırsa Pufi de en az benim kadar korkmuştu. İniltiye benzer bir ses çıkardı. Onu kucaklayıp ayağa kalktım.
Karşımda duran ve Pufi gibi toza toprağa bulanmış kıza minnetle baktım. Ufak tefekti. Giyim zevki Batı’yı aratmıyordu! Üstünde paçaları diz kapaklarının altına gelen soluk mavi renkte bir pantolon ve rengi kaçmış sarı bir tişört vardı. Omuzlarına inen saçları darmadağındı ve tişörtünün aksine parlak bir sarıydı. Kocaman kahverengi gözlerini üzerime dikmişti.
Gülümseyerek, “Pufi’yi bulduğun için sana ne kadar teşekkür etsem az.” dedim.
Omuzlarını silkti. “Bir şey değil! Ancak dikkatli ol, yine kaçabilir. Bu kez benimle karşılaştı, ama her zaman böyle şanslı olmayabilir. Sonra cici köpeğine elveda demek zorunda kalabilirsin!”
Kızın sözleri üzerine bakakaldım. Nasıl konuşuyordu böyle! Tam Pufi’yi buldu diye ukalalık etmeye hakkı olmadığını söyleyecektim ki, Batı atıldı. “Peki nerede buldun onu? Böylesine toza toprağa bulandığına göre bir çukura düşmüş olmalı.”
Kız umursamaz bir tavırla, “Çok merak ediyorsanız, benimle gelin, nerede bulduğumu göstereyim.” dedi.
Her geçen saniye kıza daha çok sinir oluyordum. Ancak sesimi çıkarmadan Batı’yla birlikte peşine takıldım. Çünkü Pufi’nin nereye daldığını gerçekten merak ediyordum.
Birkaç yüz metre ilerledikten sonra kız durdu. “İşte burası!” dedi.
Durduğumuz yer bir mağaranın girişine benziyordu. Giriş oldukça dar ve basıktı. Üstelik toprak tam orada çökmüştü. Mağaranın zemini, ormanın zeminine göre bir iki metre aşağıda kalıyordu.
Batı öylece dikilip aşağı baktı. Elini çenesine dayayıp, “Pufi sincabın peşinden koşarken bu çukuru fark etmemiş olmalı.” dedi. “Ya da geç fark ettiğinden zamanında duramayıp içine düştü. Toprak kaydığı için de yukarı çıkamadı demek ki.” Konuyu açıklığa kavuşturduğunu düşünüyordu.
Batı’nın açıklaması kızı ilgilendirmiyor gibiydi. “Nasıl düştüğünü bilemem. Nerede bulduğumu sordun, ben de gösterdim. Hem artık siz de kaybolmadan evinize gitseniz iyi olur.” Sözleri biter bitmez arkasını döndü ve koşarak ağaçların arasında gözden kayboldu.
Ardından bakakaldım. Bu kız kim olduğunu sanıyordu? Sadece ukala değildi, aynı zamanda terbiyesizdi de.
Batı, “Bisikletleri bıraktığımız yere dönsek iyi olur.” dedi. Onu sessizce onayladım. Saatlerdir Pufi’yi bulmak için oradan oraya koşturup yorulmuştuk. Kim bilir bisikletleri bıraktığımız yeri bulmak için daha ne kadar yürüyecektik.
Neyse ki korktuğum başımıza gelmedi. Bisikletleri kısa bir süre sonra bulduk. O patika benzeri dar yola çıkmamız yetmişti. “İşte buradalar!” diye sevinçle bağırdım.
Batı, “Demek ki doğru yönde ilerledik.” diye sevincime katıldı. Ancak bu sevinç kısa sürdü. Bizi tatsız bir sürpriz bekliyordu. Batı’nın bisikletinin arka lastiği patlamıştı.
Batı bisikletini yere yatırıp tekerleği evirip çevirdi. “Yolda patlamış olmalı.” diyerek yüzünü buruşturdu.
“Eve