Скачать книгу

neden olmuştu. Elimi sağa sola sallayarak gözümün önündeki toz bulutunu dağıttım. Yüzümde buruk bir gülümsemeyle, “Pufi’yle unutulduğumuzu sanmıştık.” dedim. Pufi ise beni yalancı çıkarmak için elinden geleni yapıyordu. Deli gibi havlayıp kuyruğunu sallıyordu. Hiç de öyle buruk bir hâli yoktu.

      Batı bisikletinden inmeden ayağa dikildi. Geçen yazdan beri boyu çok uzamıştı. Neyse ki ben de uzamıştım. “Geciktiğimi biliyorum, ama doktorun işinin bitmesini beklemek zorunda kaldım.” dedi.

      Bal rengi gözlerim kocaman açılmıştı. “Doktor mu?”

      Batı onaylarcasına başını sallamakla yetindi. Açıklama yapmaya niyeti yoktu.

      Bu kez, “Kim hastalandı?” diye sordum. Merakım iyice artmıştı.

      Batı, “Kimse hastalanmadı.” dedi. “Sadece Çörek Hanım bacağını incitti!”

      Kulaklarıma inanamıyordum. “Sadece bacağını incitti de ne demek!” Çörek Hanım seksen yaşlarındaydı ve o yaşta birinin bacağını incitmesi küçümsenecek bir durum değildi ki!

      Batı kendini savunmak ister gibi iki elini yana açtı. “Çörek Hanım önemli olmadığını söylüyor. Birkaç güne kadar ayağa kalkarmış.”

      Batı’nın açıklamasını yeterli bulmamıştım. “Peki doktor ne diyor bu duruma?” diye sordum.

      “Dinlenmesi gerektiğini söylüyor. Ayağının üstüne basabilmesi için birkaç günden daha fazla zaman gerekebilirmiş.”

      Çörek Hanım’ı bir an önce görmeliydim. “Neyse ki artık ben burdayım.” dedim, bilmiş bir tavırla. “Ben ilgilenirim onunla.”

      Batı, “Hadi gidelim o hâlde.” diyerek bisikletinin gidonunu geldiği yöne çevirdi. Ardından ayaklarının dibinde dolanan Pufi’yi kucaklayıp öndeki sepetin içinde yerleştirdi. Ben ise bisikletin arkasına oturacaktım. Ama küçük bir sorun vardı: Valizimi koyacak yer yoktu!

      “Valizim ne olacak peki?” diye inledim.

      Batı gözlerini kocaman açıp siyah tekerlekli kırmızı valizime baktı. “Ne var onun içinde?” diye hayretle sordu.

      Nasıl sersemce bir soruydu bu. “Eşyalarım tabii ki!” diye cevapladım. “Giysilerim, kitaplarım, tokalarım, tarağım…”

      “Onca eşyayı ne yapacaksın? Burada sadece bir ay kalacağını sanıyordum.”

      Evet, dercesine başımı salladım. “Bir ay boyunca aynı giysileri giyecek değilim ya!..”

      Batı omuzlarını silkmekle yetindi. Üstünde geçen yaz giydiği dar paçalı pantolonu vardı. Üstelik artık ona eskisinden de küçük geliyordu. Giyim konusunu pek dert etmediği belliydi. “Valizini nalbur dükkânına götürelim.” dedi. “Nalburdan rica ederiz, kamyonetiyle geçer, Çörek Hanım’ın evine bırakır.”

      İyi fikirdi. Hem dükkânda Çırak’ı da görmüş olurdum.

      Batı Pufi’yle birlikte dışarıda beklerken dükkâna daldım. Nalbur beni görür görmez tanıdı. Valizimi gösterince gülümseyerek, “Tasa etme!” dedi. “Dükkânı kapatınca Çörek Hanım’ın evine uğrarım.”

      Teşekkür edip çıkmadan önce Çırak’ı sormayı da ihmal etmedim. Yine çevredeki evlerden birinin onarımına yardıma gitmişti. Çırak kadar çalışkan birini hiç tanımadığımı düşündüm.

      Batı’nın bisikletinin arkasına yerleşirken, “Valizden de kurtulduğumuza göre, artık Çörek Hanım’ın yanına gidebiliriz.” diye şakıdım. Ama sonra birden durdum. Batı’nın yorgunluktan dili damağına yapışmıştı. Üstelik aynı yolu bizi de taşıyarak geri dönecekti. Tam pedallara asılmak üzereydi ki, “Önce birer dondurmaya ne dersin?” diye atıldım. “Hem postaneye uğrayıp anneme geldiğimi de haber veririm.”

      Dondurma lafını duyan Pufi, bizden önce bisikletten atlayıp dondurmacının yolunu tutuverdi. Geçen yaz yalayıp yuttuğu dondurmaları hatırladığı belliydi. Dayanamayıp kahkahayı patlattım. Batı’ya, “Pufi evin yolunu bulamaz, ama dondurmacının yolunu bulur.” dedim.

      HUYSUZ KIZ

      Orman evini görünce sevinçle, “Geldik!” diye bağırdım. Benim sesime Pufi’nin havlamaları karışıyordu.

      Ev geçen yazdan beri ne kadar da değişmişti. Hiç de öyle döküntü görünmüyordu. Sadece sundurmadaki korkulukların, kepenklerin ve giriş kapısının yeşil renkleri birbirinden farklı tonlardaydı ve biraz tuhaf görünüyordu. Ama evin bu hâliyle doğayla uyum içinde olduğu kesindi. Üstelik artık evin yarısı değil, tamamı soluk griydi ve her iki tarafı da sarmaşıklarla kaplıydı. Kiremitler ise olmaları gerektiği yerdeydiler, yani çatıda; kırılmış hâlde sundurmada değil!

      Sundurmadaki masada beyaz bir örtüyle, beyaz tabaklar vardı. Masaya baktığımı gören Batı kıpkırmızı kesilerek gülümsedi. “Sofrayı ben kurdum.” dedi. “Gelişinin şerefine!”

      Aslında Çörek Hanım’ın isteği üzerine sofrayı kurduğuna emindim; yine de sevinçten ağzım kulaklarımdaydı. Sonra gözüm merdivenlerin başındaki bisiklete kaydı. Batı’nın geçen yaz bana hediye ettiği bisikletti bu. Hâlâ pembeydi, ama en azından daha az dökük görünüyordu.

      Bu kez bisiklete baktığımı gören Batı, “Kimi parçalarını yeniledim.” dedi. “Gidonun plastiklerini, pedallarını, önündeki metal sepeti değiştirdim. Sepet artık iyice paslanmıştı. Ama pembe bulamadığım için beyaz bir tane taktım.”

      “Çok güzel olmuş.” diye mırıldandım. Bisikletin en azından sepeti pembe olmadığı için memnundum.

      Sundurmanın merdivenlerini atlayarak çıktım ve eve daldım. Çörek Hanım işte oradaydı. Salondaki kanepede yarı uzanmış hâldeydi. Sırt çantamı bir kenara bıraktım. “Geçmiş olsun!” diyerek yavaşça boynuna sarıldım. “Merak etmeyin, artık ben buradayım.”

      Çörek Hanım mutlulukla gülümsedi. “Hoş geldin, Şans! Asıl sen merak etme, bir iki güne kalmaz ayağa kalkarım ben. Sevmem öyle bütün gün yatmayı…”

      “Ama doktor…” diyerek sözünü kesmeye kalkınca, “Boş ver şimdi beni…” deyip konuyu değiştirdi. “Açsındır, Batı da acıkmıştır. Hemen bir şeyler yesek iyi olacak.”

      Gerçi karnımı doyurmadan önce tavan arasına koşmayı tercih ederdim, ama sesimi çıkaramadım. Çörek Hanım onunla vakit geçirmek istemediğimi düşünebilirdi. Yemekten sonra çıkıp bakmak daha uygundu. Hem tavan arasının altını üstüne getirmek için önümde upuzun bir ay vardı.

      “Ben sofrayı kurmuştum zaten.” diyen Batı’nın sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. Dağılmış bir bisikleti kolaylıkla onaran ve bununla hiç övünmeyen Batı, sofrayı kurduğu için kutlama bekler gibiydi.

      Bunun üzerine, “Ben de yemeği hazırlarım.” diye atıldım. Yemek hazırlamaktaki deneyimim tabağa bisküvi koymak ve sandviç yapmakla sınırlıydı. Ancak bunu belli etmemeye kararlıydım. Nasıl yapacağıma dair hiç fikrim olmasa da, mutfağa girip krallara lâyık bir ziyafet hazırlayacaktım!

      Tam kara kara düşünerek mutfağa yönelmiştim ki, Çörek Hanım’ın kahkahası duyuldu. “İlahi çocuk! Onca yoldan geldin, bir de yemek mi hazırlamayı düşünüyorsun. Yemekler çoktan hazır! Hem de bir orduyu doyuracak kadar… Masaya taşımanız yeterli.”

      Kadıncağızın sözleri üzerine gülümsedim. İçim

Скачать книгу