Скачать книгу

adamı işaret etti. “Emlakçı kasabada yeni, o yüzden evi bulamamış… Büyük babama nerede olduğunu sorunca ben de evi göstermek bahanesiyle adamın peşine takıldım.”

      Derin bir nefes aldım. Demek ki beş çayının sabah içilmediğini bilmeyecek kadar sersem değildi. Üstelik uzun bir cümle de kurabiliyordu! “Burada sokakların isimleri ya da evlerin numaraları yok mu?” diye sordum.

      Sorumu duyan emlakçı bilgiç bir tavırla Batı’dan önce atıldı. “Ne yazık ki yok! Ormandaki bu evler çok eskiden yapılmış ve o zamanlar her ev, sahibinin ismiyle anılırmış. Aslında bu durum hâlâ değişmemiş.”

      Annem konunun dağılmasından rahatsız olup emlakçıya döndü. “Bütün bir yazı burada geçirmek istemiyorum. Evi en kısa zamanda satışa çıkarmalıyız. Sizce satılması ne kadar sürer?”

      Emlakçı, “Böyle bir eve hemen müşteri bulmak öyle pek kolay değil…” diyerek açıklamaya koyuldu. Annemin suratı bir anda asılıvermişti; emlakçının sözleri pek hoşuna gitmemişti.

      Adam sundurmadaki masaya çantasını koyup içinden bir takım evraklar çıkartmaya başlayınca, Batı’ya, “Benimle gel!” dedim. Sabahın bu erken saatinde sıkıcı konuşmalar dinlemeye hiç niyetim yoktu. Hem karnım da acıkmıştı. Mutfağa girdiğimizi gören Pufi delirmiş gibi ayaklarımın dibinde dönüp durmaya başladı. Neyse ki tasına köpek bisküvilerini doldurunca beni rahat bıraktı.

      Raftan bizim için de bisküvi alıp masaya koydum. Annemi taklit ederek Batı’ya, “Süt?” diye sordum. Becerikli bir ev sahibesi gibiydim!

      Batı ise hayatımda gördüğüm en beceriksiz misafirdi. Sütü içerken, ağzını bulmakta zorluk çekiyormuş gibi çenesinden aşağıya akıtıyordu. Yere o kadar çok kırıntı döküyordu ki, Pufi yeniden karnını doyurabilirdi!

      Farkına varmadan gözümü çocuğun üstüne dikmiş olmalıyım ki, Batı kısa bir süre sonra, “Ben artık gitsem iyi olacak.” dedi.

      Omuzlarımı silkip, “Nasıl istersen!” dedim. Ardından da yine örnek bir ev sahibesi gibi onu kapıya kadar geçirdim. Tam bisikletine binmişti ki, “Beş çayına gelecek misin?” diye sordum.

      “Gelirim.” dedi. Birkaç metre gittikten sonra durup arkasına baktı. “Bisikletin var mı?” diye sordu.

      Başımı hayır anlamında iki yana salladım. Bir şey söylemedi ve bahçeden çıkarken yine elini kaldırarak selam verdi.

      Annemle emlakçı hâlâ sundurmada konuşuyorlardı. Emlakçı sevimsiz ve can sıkıcı birine benziyordu. Konuşurken suratını asıyordu. Gerçi annemin de karşısındakini sorularıyla çıldırtmak gibi özel bir yeteneği vardı. Belki de adamın bu yüzden suratı asıktı.

      Onları orada bırakıp içeri girdim. Annem görmeden mutfağı toparladım ve o açamadığım kapının ardını keşfetmek için üst kata çıktım.

      Bu kez tokmağa var gücümle asılmaya karar verdim. O inatçıysa ben ondan daha da inatçıydım.

      Tokmağı iki elimle kavrayıp çekmemle yere yuvarlanmam bir oldu. Şaşkınlık içinde elimde kalan tokmağa baktım. Dün yerinden kımıldamadığı hâlde, bugün nasıl olup da çıkıvermişti?..

      Ne kadar zaman geçtiğinin farkında bile değildim. Annemin beni çağıran sesiyle başımı kaldırdım. Tokmağı yerine takma çabalarım sonuçsuz kalmıştı. Üstelik kapı açılmadıkça, ardındaki oda gözümde daha da gizemli bir hâl almıştı. Pufi ise başımda beklemekten sıkılmış, en uyuşuk hâliyle bir köşeye kıvrılmıştı.

      “Geliyorum, anne!” diye cevap verdim ve basamakları atlayarak uçarcasına alt kata indim.

      Annem, “Benim birtakım eksikler için kasabaya gitmem gerekiyor.” dedi. Öylece ayakta dikildiğimi görünce ise, “Eee… Ne bekliyorsun, yürüsene!..” diye ekledi.

      Kapıyı açma girişimimi erteleme fikri hiç hoşuma gitmemişti. Ama annemle kasabaya gitmekten başka çarem de yoktu. Ben Pufi’yle arka koltuğa kurulunca, hep birlikte kasabanın yolunu tuttuk.

      Kasaba tam da eski filmlerde gördüğüm yerlere benziyordu. Sıra sıra dizili dükkânlar, yolda birbiriyle selamlaşıp sohbet edenler, yolun ortasında top oynayan çocuklar…

      Merakla, “Geleneksel Çörek Festivali ne zaman acaba?” diye sordum.

      Annemin sabahtan beri ilk kez gülümsediğini gördüm. “Ne o, canın çörek mi istedi?”

      Çörek için festival yapılması bana komik geliyordu, ama anneme bu düşüncemden söz etmedim. “Yoo… Yalnızca merak ettim, o kadar!”

      Annem, “İşte burası!” diye sevinçle atıldı. Arabayı dükkânlardan birinin önünde durdurdu. Dükkânın önündeki levhayı görünce ben de sevindim, çünkü levhada “çivi, kilit, tel, boru, hortum” diye uzayıp giden bir liste vardı. Yani burası pek de küçük sayılmayacak bir nalbur dükkânıydı. Nalburda her türlü yapı malzemesi satıldığına göre kapı tokmağı da olurdu. Madem tokmak yerine takılmamakta ısrar ediyordu, öyleyse ben de onu değiştirirdim!

      Neredeyse annemden önce arabadan zıplayarak indim. Sevincime anlam veremeyen Pufi de peşimden atladı. Hep birlikte dükkâna girdik. Annem elindeki listeyle kasadaki nalburun yanına gitti. Ben ise Pufi’yi kucaklayarak tokmak avına çıktım.

      Çok geçmeden de aradığımı buldum. Hatta öylesine çok seçenek vardı ki, hangisini alsam, diye düşünmeye başladım. O sırada yanıma gelen nalbur çırağı gümüş renkli tokmaklardan birini, “En uygunu bu!” diyerek bana uzattı.

      Suratına boş boş baktığımı görünce, “Çörek Hanım’ın evinde kalan kişiler sizler misiniz?” diye sordu. Başımı evet dercesine salladım. Belli ki kasabada haberler çabuk yayılıyordu.

      “Onun evindeki tokmaklar bunlardan… Daha önce değiştirmiştim.”

      Bunun üzerine uzattığı tokmağı aldım ve annemin satın almak üzere yığdığı kümenin arasına koydum.

      Annem o sırada alışverişini bitirmiş, nalbura evin onarımına yardım edecek birini aradığını söylüyordu. Nalbur, çırağını gösterip, “Koskoca kasabada daha çalışkan birini bulamazsınız.” dedi. “Koskoca kasaba” lafını duyunca kendimi tutamayıp güldüm. Neyse ki kimse niye güldüğümü anlamamıştı.

      Annem, karşısında dikilen kıvırcık sarı saçlı, siyah gözlü çırağa biraz küçümsercesine baktı. Benim yaşlarımdaki bir çocuğun onca işin altından kalkabileceğine ikna olmamıştı. Uzun boylu olmasına rağmen kareli gömleği ve lacivert pantolonunun içinde cılız görünüyordu.

      Nalbur, annemin düşüncelerini sezmiş gibi, “Deneyin, beğenmezseniz geri yollarsınız.” dedi. Bu kez kahkahamı bastırmak için elimle ağzımı kapatmak zorunda kaldım. Kapıya bir de “Çırak iadesi yapılır!” yazan bir levha asabilirlerdi.

      Annem başka çaresi olmadığını düşünmüş olacak ki, “Ne yapalım, deneyelim bakalım!” dedi.

      Nalbur, çırağına işaret edince oğlan tüm malzemeleri torbalara yerleştirip arabamıza taşıdı. Alet çantasını alıp geleceğini ve hemen işe başlayacağını söyledi.

      Eve varır varmaz diğer malzemelerin arasından tokmağı aldım ve koşarcasına üst kata çıktım. Ne kadar uğraşsam da tokmak kapıya bir türlü uymuyordu. Tam vazgeçmek üzereyken, Pufi’nin havlamasıyla irkildim.

      Nalbur çırağı başımda dikiliyordu.

Скачать книгу