Скачать книгу

neredeyse gözlerinin üstüne iniyordu. Çenesi ve burnu saçların saldırısından kurtulup kendilerini göstermek istermiş gibi sivriydi.

      Çocuğun yanı başında dikilip, “Merhaba!” dedim. Başını bir an için kaldırıp baktı. Gözleri de saçları gibi siyahtı. “Merhaba!” dedi ve işini yapmaya devam etti.

      Bir süre ne diyeceğimi bilemeden olduğum yerde öylece dikildim. Belki de annemin yanına gitmeliydim. Çünkü tanımadığın birinin başında beklemek oldukça can sıkıcı bir durumdu. Sonra yaşlı kadının söyledikleri aklıma geldi. Konuşacak bir şey bulmanın sevinciyle, “Çörek Hanım’ın evine geldik.” dedim.

      Çocuk, “O hâlde geç kaldınız.” dedi. Ne demek istediğini anlamamıştım. Yüzümde sersem bir ifadeyle baktığımı görünce, “Çörek Hanım bir süre önce öldü!” diye devam etti. “Eğer onu ziyarete geldiyseniz geç kaldınız!”

      Şaka yaptığını sandım, ama oldukça ciddi görünüyordu. “Zaten biz onu değil, evi görmeye geldik.” dedim. En sonunda çocuğun ilgisini çekmeyi başarmıştım. Bisikletle uğraşmayı bırakıp ayağa kalktı. Boyu tahminimden daha uzundu. Tişörtünün tam ortasında kocaman bir yağ lekesi vardı. Dar paçalı pantolonu ise üstüne küçük geliyordu. Şaşırma sırası ona gelmişti. “Evi mi görmeye geldiniz?”

      Mavi keten pantolonumun yeniliğinden ve beyaz tişörtümün temizliğinden utanıp olabildiğince dostça bir ifade takınmaya çalıştım. “Evet, çünkü ev artık anneme ait. Çörek Hanım, annemin uzak bir akrabasıymış ve ölmeden önce evi anneme bırakmış. Ben onunla hiç tanışmadım. Aslında annem bile bir süre öncesine kadar böyle bir akrabası olduğunu bilmiyordu.” Çocuğun bir şey söyleyeceğini umarak durdum, ama ses çıkarmadı. “Hem eve şöyle bir göz atmak hem de birkaç emlakçıyla görüşmek için geldik.” diye konuşmayı sürdürdüm. “Annem evi satmayı planlıyor da…”

      Benim de yaşlı kadın gibi çenem düşmüştü. Ancak o sırada Pufi’den gelen şapırtı seslerini duyunca durdum. Onu buraya çeken şeyin bisikletiyle uğraşan çocuk olmadığı anlaşılmıştı.

      Çocuk acı dolu bir sesle, “Salamlı sandviçim!” diye inledi. Oturduğu kütüğün yanına bıraktığı yarım sandviçi Pufi tarafından bir çırpıda yutulmuştu. Pufi, başka yok mu, dercesine bakarken, ben özür diledim. Sonra birden arabamızın arkasındaki erzaklar aklıma geldi. Çocuğa, “Sana bir sandviç borçluyuz.” dedim. “Yarın bize beş çayına gelmeye ne dersin?”

      Çocuk omuzlarını silkti. Bunun olumlu bir cevap olduğunu düşünerek, “Anlaştık, o hâlde.” dedim. “Yarın görüşürüz.” Sonra da ciddi bir tavırla elimi uzattım. “Adım Şans, tanıştığımıza memnun oldum.”

      Çocuğun aklından, bu da ne biçim bir isim böyle, diye geçirdiğine emindim. Bir anlık şaşkınlığın ardından elini uzattı. “Benim adım Batı.” dedi.

      O sırada annemin beni çağıran sesi duyuldu. Pufi benden önce anneme koştu. Pufi’nin arkasından bakarken Batı’ya, “Açık hava yüzünden olmalı, yoksa aslında çok uyuşuk bir köpektir.” dedim. Sesini çıkarmadı. Konuşkan birine benzemiyordu.

      Evin önüne vardığımızda, fotoğraftaki evin bu karşımızdakinden çok daha yeni durduğunu görünce neye uğradığımızı şaşırdık. Annem ağzı bir karış açık, gözünü evden ayırmadan arabadan indi. “Avukatın verdiği fotoğraf yıllar öncesine ait olmalı.” diye mırıldandı.

      Ev kelimenin tam anlamıyla dökülüyordu. Sarmaşıkların arasından yosun tutmuş uçuk bir pembe renk seçiliyordu. Sarmaşıksız kısmı ise soluk griydi. İkinci katı yukarı doğru biçimsizce daralarak yükseliyordu. Bir tarafı kırık, taştan bacanın üstünden yamuk bir boru çıkıyordu. Çatıdaki kiremitlerin kimileri giriş kapısının önündeki sundurmaya düşüp parçalanmıştı. Evin her iki tarafına kondurulmuş pencerelerden biri kırıktı. Kapının tokmağı tuhaf bir şekilde eğriydi. Sundurmaya inen tahta direkler çatlaklarla kaplıydı. Girişteki tahta basamakların arasından ise toprak görünüyordu. Evin hâlâ ayakta duruyor olması bile bir mucizeydi.

      Annem cebinden telefonunu çıkardı. Bir süre sinirli adımlarla bahçede ileri geri yürüdü. En sonunda kapsama alanına girmiş olacak ki, önce babamı arayıp vardığımızı bildirdi. Sonra da emlakçının numarasını tuşladı. Bir yandan kendi kendine, “Bu evden en kısa zamanda kurtulmalıyım.” diye söyleniyordu.

      Annemi bahçede telefon görüşmeleriyle baş başa bırakıp Pufi’yle birlikte içeri girmeye karar verdim. Giriş kapısının hafif aralık durduğunu görmek beni nedense hiç şaşırtmadı.

      Evin dar girişi toz toprak içindeydi. Ancak salonu görünce bu kez benim ağzım açık kaldı. Evin dışındakinden çok farklı bir görüntüyle karşı karşıyaydım.

      İçerideki eşyalar kesinlikle bakımsız değillerdi. Hatta bakımlı antika eşyalara benziyorlardı. Parlak cilalı koyu kahverengi yemek masası, mor çiçekli kumaşlarla kaplı kollu sandalyeler, aslan ayaklı sehpalar, şişkin minderli geniş koltuklar… Kimilerinin üstü tozlardan korunsun diye çarşaflarla örtülmüştü. Tavandan, damla şeklindeki kristallerle süslü avizeler sarkıyordu.

      Alt katı Pufi’yle birlikte bir çırpıda dolaştık; kocaman bir salon, bir banyo ve şömineli bir mutfaktan ibaretti. Mutfak kapısının tam önündeki ahşap merdivenlerden yukarı çıkılıyordu. Merdivenler gıcırdayınca Pufi olduğu yerde sıçradı. Korkup kaçmasın diye şapşal yaratığı kucakladım.

      Üst katta üç tane geniş yatak odasıyla diğer banyolar vardı. Her oda, kullanıma hazır gibiydi. Kenarları dantel işlemeli yatak örtüleri bile seriliydi.

      Ev birdenbire çok hoşuma gitmişti. Babamla birlikte şehirdeki evimizde kalmayıp, annemin peşine takılmak kesinlikle akıllıca bir karardı. Annem evin içini görünce belki de satmaktan vazgeçerdi.

      Tüm odaları gezdikten sonra koridorun ucundaki kapı gözüme takıldı. Kapının şekli diğerlerinden farklıydı; biraz yamuğu andırıyordu. Tam da filmlerdeki gibi, diye düşündüm. Eski ve terk edilmiş evdeki, esrarengiz kapı! Nereye açıldığını merak ederek yavaş adımlarla kapıya yaklaştım. Ancak kapının tokmağını zorlamama rağmen açılmadı. “Off, Pufi! Bozuk bu!” diye söylendim. Pufi kafasını kaldırıp bana baktı ve havladı. Ben ne yaptım ki, diye soruyor olmalıydı.

      Pufi’nin havlamasına annemin sesi karıştı. Şimdi de evin içinde telefonda konuşuyordu. Konuştuğu kişiye, “İçeride daha iyi çekiyor!” dediğini duydum. Tokmakla uğraşmaktan vazgeçip atlaya zıplaya merdivenlerden aşağıya indim. Sundurmaya çıkıp kırık kiremitlerin arasından geçtim. Bahçenin ortasında durup eve baktım. Onarıldığında ne de güzel bir orman evi olurdu. Üstelik yaz tatillerini geçirmek için çok uygundu. Pufi aklımdan geçenleri hissetmiş gibi neşeyle kuyruğunu sallayarak havladı.

      Pufi’ye, “Haydi gel!” dedim. “Biraz da bahçeyi keşfe çıkalım!”

      TOKMAK VE ÇIRAK

      Ertesi sabah erken bir saatte kapıya vurulmasıyla uyandım. Zaten çok az uyumuştum. Annem bahçedeki keşif gezimizi yarıda kesmişti. Onun yerine geç saatlere kadar sundurmayı temizlemiş, eşyaların üstündeki örtüleri kaldırıp evi havalandırmış ve toz almıştık. Yetmezmiş gibi gece boyunca rüzgârın uğultusu yüzünden sık sık uyanmıştım. Bir de evin içinden gelen kimi tıkırtılar uykumu bölmüştü. En azından sabah yatakta miskinlik yapmak en doğal hakkımdı. Ama kapıdaki

Скачать книгу