Скачать книгу

bulanmış, sararmış olduğundan üstü, kenar ve civarındaki ağaçlar ve bitkilerle seyretmeye gelenlerin şekline, görünüşüne, boyuna, posuna aynalık edebiliyordu. İçerisindeki kırmızı, beyaz, siyah renkte balıklar güneşten yaşam paylarını almak için ta suyun yüzüne kadar çıkmış ve su âlemi içinde sakin ve kendilerinden geçmişçesine etrafı seyretmeye dalmıştı. Havuzun, güneş ışıklarının yansımasıyla parıl parıl parlayan yüzeyi – içindeki bu balıklarla beraber – kötü renkte çiçekli bir ipek kumaş gibi görünüyordu.

      Sarışın hanımla yanındaki hanım, lakın (gölün) kenarına gidip de yüzünde kendi yansımalarını görünce sarışın hanımın söze başlamasıyla aralarında şöyle bir konuşma geçti:

      “Bak bak Çengi Hanım, yer aynası! Görüyor musun kendini?”

      “Yer aynası mı? O da nedir? Yer elması bilirim, ama yer aynası hiç işitmedimdi.”

      “Yaşmağını biraz sıyırır da bakarsan yer aynasının içinde iki tane yer elması da görürsün.”

      “Nesine bakayım. Bulanık bir su! O kırmızı şeyler de herhâlde Amasya elması olacak.”

      “Ay, Amasya’da elmas çıkar mıymış? Ben de bunu işitmedimdi.”

      “Elma ayol, elma! Elmas değil. Elmasın, pırlantanın İngiltere’de çıktığını bilmeyecek ne var? Sen de eğlence bulamadın da besbelli benimle eğleniyorsun.”

      Hanımların bu konuşmasını büyük bir dikkat ve önemle işitmek için olduğu yerde – alafranga bir tabirle – baştan ayağa kulak kesilen Bihruz Bey, “yer aynası” benzetmesi ve özellikle “yer aynası içinde yer elması görüneceği imasından dolayı kendi kendine: “Kel espri (ne zekâ)! Kel fines (ne incelik)!” diyerek sarışın hanımın zarafetine hayran olup dururken en sonra İngiltere sözünü işittiği gibi bunu, sadece kendisine ait olmak üzere fırlatılmış – pırlanta kadar kıymetli – ufak bir taş olarak düşünmek istedi. Bunda da aslında hakkı vardı; çünkü o toplulukta kendisinden başka İngiltere’den henüz gelmiş, bir mösyö gibi alafranga giyinmiş kimse yoktu. Böyle dünya kadar değerli bir iltifata erişmekten dolayı kendisini en birinci bahtiyarlardan saymaya kalkışan Bihruz Bey bu taşın, yani bu zarif hediyenin altında kalmayacak şekilde güzel bir karşılık hazırlamaya başladı.

      Bu sırada orada bulunan seyirciler de çekiliyorlardı. Beyefendi, bu güzel rastlantının verdiği izinden yararlanarak hanımlara hemen yaklaştı. Ceketinin bir iliğine sokulmuş olan beyaz jeraniumu (sardunyayı), yani kaba Türkçesi, sardalya çiçeğini yerinden çıkardı ve:

      “Kıymeti İngiltere’yi, Fransa’yı ve belki bütün Avrupa’yı satın alabilecek olan pırlantanıza böyle bir fane (solmuş) çiçekle karşılık vermek uygun değilse de kabul etmenizi ricaya cesaret etmekle kendimi mutlu sayarım. Öyle bir iltifatınız, admiratörünüzü (hayranınızı) ne derecelere kadar örö (mutlu) ettiğini tarif edemem,” diyerek çiçeği sarışın hanıma doğru uzattı.

      Sarışın hanım bu lâfları üzerine hiç almayarak güya, etrafı seyretmekle meşgul oluyordu. Nihayet yanındaki hanımın uyarı ve zorlamasıyla Bihruz Bey’e doğru döndü, “Teşekkür ederim,” dedi, çiçeği aldı, bir toplu iğneyle göğsünün bir tarafına iliştirdi. Ardından, yanındaki hanıma, “Acaba köşke girmeye izin var mıdır?” diyecek oldu. Öteden Bihruz Bey hemen söze karışarak, “Bahçenin her tarafını gezmeye herkesin druası (hakkı) vardır, zaten böyle rüstik (kırsal) yerlere sizin gibi huriler, periler yakışır,” dedi. Bunun üzerine sarışın hanım gülerek arkadaşına doğru eğildi, gizlice bir şey söyledi. Söylediği: “A! Bu benim adımı nereden öğrenmiş?” sözünden ibaretti.

      Bihruz Bey, sarışın hanıma derece derece yaklaşmak; onunla anlaşmak, tanışmak, konuşmak istiyor; oysaki birinci rastlantıda o kadar yakından kendisini Bihruz Bey’e göstermek – artık, bari ismiyle analım – Periveş Hanım’ın hesabına uymuyordu. Bundan dolayı, iki hanım köşkü gezmekten vazgeçerek aşağıya doğru yürüdüler. Beş-on adım sonra kalabalığın içine girdiler. Bihruz Bey de gölge gibi bunları takibe başladı.

      10

      Bihruz Bey, hem ağır ağır yürüyor hem de Periveş Hanım’ın yüzünün özelliklerini ve güzelliğini birer birer söyleyip tekrar ederek böyle yüzü melek, huyu melek, esprisi fevkalâde, edükasyonu (terbiyesi) mükemmel ve bu özelliklerle gayet nobls (asil) bir aileye ait oluşu şüphesiz olan bir hanımefendinin, Keşfi gibi bayağı, mal öleve (iyi terbiye almamış) bir adama iltifata tenezzül etmesinin mümkün olamayacağını düşündü ve biraz önce bu hanım hakkındaki kötü düşüncesinden dolayı ortaya çıkan üzüntüsünü şu aşağıdaki konuşmayla yatıştırmaya çalıştı.

      “Bu nasıl bote (güzellik)? Uzaktan güneş gibi görünüyor, gözleri kamaştırıyordu. Yakından ay gibi parlıyor da insanın baktıkça bakacağı geliyor! Ne kadar poetik (şairane) bir poem (şiir)! Ya o konversasyonun (konuşmasının)güzelliği! Miruar terestr. O glas parter. Tre bel komparezon pur ön pöti lâk. Se tre joli (yer aynası. Yere serilmiş ayna. Küçük göl için çok güzel bir benzetme çok güzel, çok hoş)! İngiltere pırlantası da güzel. Benim için ön pötro flatan, me sa nö fe rien (biraz fazla güzel geliyor, fakat zararı yok). Çiçeği pek zor aksepte (kabul) etti. Tabii, öyle bir jön person (genç insan) için sa va bien sa ne kö dö la püdör, se dö la kandör (normal bir şey, bu sadece utanmadan gönül temizliğinden). Acaba adı nedir? Ah, aceleyle soramadım. Emosion (heyecan) bırakmıyordu ki. Ben de güzel karşılık verdim ya! Örözman (iyi ki) üzerimde o çiçek bulundu. Gerçekten pek poetik (şiirsel) bir rancontr (karşılaşma) oldu. Viktuar (zafer)! Öyle bir lakın (gölün) kenarında. Lamar-tin!18 Ah Lamartin! Gelip de bu hâli görmeliydin! Beş dakika içinde en parlaklarından beş yüz ver (mısra) yazmak için ne şairane bir tabloydu! Çengi Hanım. Kel droldö nom (ne değişik bir isim)! Çengi… Bilinen dansözler; fakat bu kelimeyi isim olarak hiç işitmedimdi. Orijinal. Şu tuvalete bak! Şu yürüyüşe bak! Gerçekten bir Kalipso.19 Sanki Kalipso’yu adasından almışlar, yaşmaklamışlar, feracelemişler de şu bahçenin içine salıvermişler!”

      İşte Bihruz Bey bu yolda düşünür, düşündüğü kadar da mesut ve gururlu olurdu; çünkü önü sıra büyük bir naz ve işveyle yürümekte ve güzel yüzüne, zarafet ve kıyafetine yalnız erkekleri değil, kendi derecesinde süslü hanımları bile hayran etmekte olan Periveş Hanım’a beğenilme mutluluğu o kadar şık beyler içinde yalnız kendisine nasip olmuştu. Aslında, nazenin her adımda, beş-on kişiye kendisine yol açtırmak için yollarında durduğu hâlde bunların hiçbirisine bakışını çevirmeye bile tenezzül etmeyerek ve yalnız güzellikte, parlaklıkta kendisine rakip saydığı taze çiçekleri bakışının gördüğü en değersiz şey sayarak ilerliyordu.

      Bihruz Bey başarısından emindi. Yalnız, bir hatıracık ara sıra kendisini huzursuz ediyordu ki, o da – Keşfi Bey bahçede ise elbette görüleceğinden – sarışın hanımın ona karşı nasıl davranacağının endişesiydi. Çalgı yerine kadar Keşfi Bey görünmedi. Bihruz Bey’in de mutluluk göğünün ufkundaki o karanlık hatıra bulutu yavaş yavaş dağılmaya başladı. Biraz daha ilerlediler. Burası kalabalık değildi. Bihruz Bey adımlarını sıklaştırdı, hanımlara yetişti. Bu şekilde davranmaktaki maksadı, sarışın hanımı bir daha nerede ve ne zaman görmenin mümkün olacağını sormaktı. Sarışın hanım buna meydan vermeksizin Çengi Hanım’a hitaben: “Burası pek güzel. Pek hoşuma gitti. Gelecek cumaya

Скачать книгу


<p>18</p>

Alphonse Marie Louise Prat de Lamartine, Fransız yazar, şair ve siyasetçi. Graziella, Göl, Şairane Düşünceler gibi kitapları romantik edebiyatın en ünlü yapıtları arasına girmiş bir edebiyatçıdır.

<p>19</p>

Homeros’un, Odysseia destanında adı geçen gizemli tanrıça.