Скачать книгу

buraya kadar olan mesafe de yine bir beş dakika olarak tahmin edilir.

      Bu mezarlık da geçildikten sonradır ki iki yol hem birleşir hem de düzleşir. Buradan yine bir beş dakika kadar ileri yürünürse artık, Çamlıca dağının eteğinde Kısıklı köyünün çarşısına varılmış olur. Buraya çıkıncaya kadar yorulmadıysak, yine aşağıya doğru inelim de sonunu ve sınırlarını tayin ettiğimiz yerleri inceleyelim. Doğal olarak, bu incelemeye söz konusu ağaçlıktan başlayacağız.

      Burası, Çamlıca Bahçesi ismiyle, İstanbul’da en önce düzenlenen ve açılan bahçedir. Birkaç zamandan beri halkın ilgisinden tamamen uzak olduğu için çoğu günlerde kapıları kapalı durur. Yazın ve özellikle baharlarda bu bahçeyi açtırıp da aşağıdaki kapıdan içeriye girerseniz beş-on adım ilerleyerek etrafınıza bir bakıverince muazzam imar edilmiş iç açıcı bir bahçenin içinde bulunduğunuza hemen inanırsınız.

      Bahçenin, sadece meydana geldiği tarihte güzel görünmesi fikriyle değil, ileride; yani zamanlar gelip geçtikçe ağaçların, ormanların büyüyerek kazanacakları duruma göre güzelliklerinin daima artarak korunabilmesi için yapılan iç düzenleme ve o büyüklü, küçüklü tarhların uygunluk ve durumlarına bakarak ilk düzenlemeyi üzerine alan ve tabiatı bilen usta kişinin sanatını da takdir ettikten sonra her tarafını dikkatli bir şekilde ve beğenerek gözden geçirmeye başlarsınız.

      Dışarının meraklı bakışlarını kesmek için kenarlara düzgün bir sıra hâlinde dikilip gereği gibi yayılmış, dal budak salıvermiş salkım, aylantoz,7 atkestanesi gibi gölgeli ağaçlar ile orta yerlerde yer yer dikilmiş çınar, kavak, manolya, salkım söğüt gibi çeşit çeşit ağaçların ve bazı yerlerde değil bakışın, güneş ışığının bile içeriye kolaylıkla nüfuz edemeyeceği şekilde sıklaşmış ormancıkların etrafında dolaşır; bunların çoğunu gönül alıcı bulursunuz. Biraz ilerleyince bir düzlüğün ortasında üstü kapalı, etrafı açık, kameriyemsi bir şey ve bazı kenar yolların üzerinde kulübe tarzında, düzenli ve hoşa giden ufak ufak binalar gözünüze ilişir. Bunlardan kameriyeye benzeyen şeyin; özel günlerde müzik çalmak için çağrılacak çalgıcı takımına özel bir yer ve o kulübelerin de bahçe içinde yiyecek ve içecek satmak için yapılmış büfeler olduğunu anlar, bunları da beğenirsiniz.

      Azıcık daha ileri gidince büyük bir lak (göl), onun ortasında hoş bir adacık, bu adayı kenara tutturmak için düzensiz bir şekilde çitten yapılmış doğal, güzel köprüler ve adanın üzerinde yine işlenmemiş ağaç dalı ve kütüklerinden inşa edilmiş zarif bir köşk görünür. Bunlardan da aşırı hoşlanırsınız. En sonra yukarıdaki kapıdan çıkarak sözü geçen meydancığı geçer ve set üzerine çıkarak önceden gördüğünüz binayı da yakından seyrettiğiniz ve bunun da bahçeye bağlı bir gazino olduğunu öğrendiğiniz hâlde bahçenin her şekilde kusursuz olduğunu kabul edersiniz.

      2

      Şu birkaç sözle, özellikleri kabaca tarif edilmiş olan Çamlıca Bahçesi, bundan önce şimdiki gibi hüzünlü, sessiz, huzurlu ve tenha yer değil; neşeli, eğlenceli ve kalabalık bir yerdi. Tertip ve düzeniyle bir hayli zaman uğraşılan bu bahçenin 1870 senesinin bahar mevsiminde açılacağı haberi, İstanbul’la “Bilâd-ı Selâse”8 diye anılan yerlerin halkı arasında yayılınca eğlence heveslisi olan gençler ve özellikle böyle eğlenceleri erkeklerden birkaç kat fazla aramaya yaratılıştan gelen bir istekle meraklı olan hanımlar, o belirli zamanın gelmesini bekleyerek elbiseye, süse ilişkin hazırlıklara gereği gibi hız vermişler ve bizim memlekette benzeri henüz görülmeyen bu moda gezinti yerinden her zaman ve belki mehtaplı gecelerde bile yararlanmak amacıyla, (buraya) kolaylıkla ulaşabilmek için pek çok aile Çamlıca, Bulgurlu, Kısıklı, Tophanelioğlu, Bağlarbaşı içinde köşkler, haneler kiralayarak bahar gelir gelmez hemen taşınmaya başlamışlardı.

      Nihayet o senenin mayıs ayı başlarında bahçe açıldı. Dinlenme ve gezinmeye özgü olan cuma ve pazar günleri Üsküdar, Kadıköyü, Beylerbeyi gibi Çamlıca’ya civar sayılan yerlerden, İstanbul’un başka uzak mahallelerinden, Boğaziçi’nden ve diğer mahallelerden arabalarla, hayvanlarla ve bazen yayan olarak gelen kadın, erkek binlerce seyircinin bahçeye hücumu gerçekten görülecek seyirlerdendi.

      Çevresi, bir çeyrek saatte ancak dolaşılabilen bahçe, o kadar geniş olmasına rağmen, o kalabalığı içine sığdıramadığından halkın bir takımı girdikçe diğer bir takımını çıkmaya mecbur ederdi. Bu şekilde gerek yukarıdaki, gerek aşağıdaki kapıdan sürekli girip çıkan seyircilerin kalabalığından o koca bahçe – benzetme biraz kabaca ise de – büyük bir arı kovanını andırırdı; fakat bu kovandaki arıların bal alacakları çiçekler de içinde bulunurdu! İçeride kalanlardan, alafranga bir tabirle güzel cinse mensup olanlar, bahar çiçekleriyle yarışır gibi en parlak, en güzel renkler içinde ve üçü beşi bir yerde çiçekler gibi iki taraflarına salınarak gezinirler ve bunlardan bal almak isteğiyle kararsız olan eşek arısı yaratılışlı genç beyler de çiçeklerin arasında ikişer ikişer dolaşırlardı.

      Bahçenin dışarısına gelince, o da bir başka âlemdi: Süslü hanımları, şık beyleri taşıyan birkaç yüz kadar araba, bahçenin etrafını kuşatarak hareketli bir zincir gibi birbiri ardınca sürekli ve karşılıklı dolaşırlardı.

      Her ne kadar o tarihte ağaçlar daha pek genç ve belki çocuk, ormanlar ise pek seyrek olmakla beraber, bitki türleri içinde güzel manzaraya ve güzel bir görünüşe sahip bahçeleri süsleyen ağaçların, çiçeklerin ve çimenlerin kabul ve itibar gören her çeşidi kendisinde olduğu için tabiatın bahar bahçesinin seçilmiş topluluğu gibi görülmeye lâyık olan ve fazla olarak içinde lak (göl) ve köşk gibi, bakanları başkaca memnun edecek şeyleri ve özellikle dinlenme ve huzur arzu edenler için yer yer sandalyeleri, kanepeleri bulunan bu bahçe, halkın diğer seyir yerlerine olan rağbetini tamamıyla kendine çekmişti. Bundan dolayı cuma ve pazardan başka günlerde ve bazen mehtaplı gecelerde bile bahçe, ziyaretçisiz kalmazdı. Onun için demiştik ki Çamlıca Bahçesi bundan önce, şimdiki gibi hüzünlü, sessiz, huzurlu, tenha değil; kalabalık (bir) neşe ve eğlence yeriydi. Gerçekte, o yaşlı ağaçlar vaktiyle gençti. İsteklerinin hevesiyle kararsız olan gençler gibi bunlar da en hafif bir rüzgârla hemen salınırlar; istek ve ümitle konuşmaya başlarlardı.

      3

      O senenin haziran ayının ortalarına doğru sıcaklar şiddetini günden güne artırdı. Sıcaklar çoğaldıkça bahçedeki kalabalık eksildi. O sırada bir perşembe gecesi ortaya çıkan fırtınanın ardından ta sabaha kadar devam eden yağmur, havayı temizleyip değiştirdi ve tozları tamamen bastırdığı gibi dağlara, bağlara da bir tazelik verdiğinden bir gün sonraki cuma günü saat sekiz sularında bahçe, benzeri görülmedik bir kalabalığa ulaştı. Bu kalabalığın geneli – kadınlar başka, erkekler yine başka olarak – bahçenin içinde aşağı yukarı üçer beşer gruplarla geziniyorlar, diğerleri de tarhların arasındaki kanepelere, sandalyelere oturarak ve çalgıcıların, o zamanlar İstanbul’da pek moda olan Bel Helen9operasından çaldıkları havaları dinleyerek, gezinenleri seyredip eğleniyorlardı.

      Bu seyircilerin içinde yaklaşık yirmi üç, yirmi beş yaşlarında, top simalı, saz benizli, elâ gözlü, kara saçlı, az bıyıklı, kısaca boylu, güzel giyinmiş bir bey görüldü ki aşağıdaki kapıya yakın ve kapıdan her girip çıkanı görmeye uygun bir yer tutarak, bir masanın iki yanındaki birer sandalyeden birine kendisi kurulmuş; diğerine de yakasının iç tarafındaki Terzi Mir markası yakından geçenlerin gözlerine çarpmakta olan pardösüsünü sanki gelişi

Скачать книгу


<p>7</p>

Aylandız: Sedefotugillerden, Avrupa’ya Çin’den getirilmiş, kısa zamanda yetişip boy atabilen, yaprak ve çiçekleri kötü kokan bir ağaç

<p>8</p>

Üç Belde: Üsküdar, Galata ve Eyüp semtleri

<p>9</p>

Güzel Helen: Jacques Offenbach tarafından bestelenmiş üç perdelik bir opera eseridir. Eserin librettosu orijinal olarak Fransızca Henri Meilhac ve Ludovic Halevy tarafından yazılmıştır. Prömiyer sahnelenmesi 17 Aralık 1864’te Paris’teki Théâtre des Variétés’de yapılmıştır.