Скачать книгу

ve kostümü, Courfeyrac’ın şiirinde bir şairin idealini oluşturan o ceket ve pantolon karşıtlığını sunmaya devam ediyordu. Jondrette bir anda sesini yükseltti:

      “Bu arada! Şimdi aklıma geldi. Bu havada bir arabayla gelecektir. Feneri yak, al ve merdivenlerden aşağı in. Alt kapının arkasında duracaksın. Arabanın durduğunu duyduğun an kapıyı açacaksın, anında yukarı gelecek, merdivenleri ve koridoru aydınlatacaksın ve o buraya girdiğinde yine merdivenlerden en hızlı şekilde ineceksin. Arabacıya ödeme yapacak ve onu göndereceksin.”

      “Ya para?” diye sordu. Jondrette pantolonunun cebini karıştırdı ve ona beş frank verdi.

      “Bu nedir?” haykırdı.

      Jondrette gururla yanıtladı:

      “Bu, komşumuzun sabah bize verdiği mangır.”

      Ve ekledi:

      “Biliyor musun? Buraya iki sandalye gerekiyor.”

      “Ne için?”

      “Üzerine oturmak için elbette.”

      Marius, Jondrette’in bu yumuşak cevabını duyunca uzuvlarından soğuk bir ürperti geçtiğini hissetti. “Pardon! Gidip komşumuzdan alıp gelirim.”

      Hızlı bir hareketle viranenin kapısını açtı ve koridora çıktı. Marius’ün kesinlikle komodinden inip yatağına uzanacak ve onun altına saklanacak zamanı yoktu.

      “Mumu al.” diye bağırdı Jondrette.

      “Hayır.” dedi. “Beni utandırır, sadece iki sandalye taşıyacağım. Ay ışığı yeter.”

      Marius, Jondrette’nin karısının karanlıkta kilidine vuran ağır elini duydu. Kapı açıldı. Şok ve dehşetle olduğu yere çivilenmiş hâlde kaldı. Jondrette içeri girdi. Çatı penceresi, iki gölge blokunun arasından bir ay ışığı hüzmesinin girmesine izin veriyordu. Bu gölge bloklarından biri Marius’ün yaslandığı duvarı tamamen kaplamış durumdaydı. Böylece o duvarın içinde kaybolmuş gibiydi. Kadın içeriye baktı, Marius’ü görmedi, Marius’ün sahip olduğu tek mobilyası olan iki sandalyeyi aldı ve kapıyı ağır ağır arkasından kapatarak uzaklaştı.

      Yeniden eve döndü.

      “İşte iki sandalye.”

      “Ve işte fener. Olabildiğince çabuk aşağı inin.”

      Aceleyle itaat etti ve Jondrette yalnız kaldı. İki sandalyeyi masanın karşı taraflarına yerleştirdi, makası mangalın içinde çevirdi, şöminenin önüne bulaşıkları örten eski bir paravan koydu, sonra ip yığınının bulunduğu köşeye gitti ve bir şeyi incelemek ister gibi eğildi. Marius daha sonra şekilsiz bir kütle olarak gördüğü şeyin, ahşap basamakları ve onu tutturmak için iki kancası olan, çok iyi yapılmış bir halat merdiven olduğu gerçeğini anladı. Kapının arkasına yığılmış, eski demire karışmış bu merdiven, bazı büyük aletler ve gerçek demir kütleleri sabah Jondrette’in ininde yoktu; belli ki oraya öğleden sonra, Marius’ün ziyareti sırasında getirilmişti. Marius, “Bunlar uçtan uca marangozluk aletleri.” diye düşündü. Marius bu konuda biraz bilgili olsa, bunların hırsızların kullandığı gereçler olduklarını anlardı. Ocak, masa ve sandalyeler Marius’ün hemen karşısındaydı. Ocaktaki mangal görünmüyor, oda sadece mumla aydınlanıyordu. Masadaki en küçük nesne bile kocaman bir gölge olmuştu. Duvarın önündeki bir ibriğin verdiği gölge, duvarın büyük bir bölümünü kaplamıştı. Odada insanı ta iliklerine kadar donduran korkunç bir hava vardı. Jondrette piposunu sönmesine neden olacak kadar unutmuştu, bu da onun oldukça dalgın olduğunu gösteriyordu. Masanın başına geçip oturdu. Mum ışığı onun yüz hatlarını daha belirgince aydınlatmıştı. Somurtuyor, arada bir elini açıp kapatıyordu; sanki kendi kendisiyle giriştiği konuşmayı sürdürür gibi dudaklarını oynatıyordu. Yine böyle iç konuşmasının bitiminde masanın çekmecesini çekerek bir mutfak bıçağı çıkardı. Keskin yerinde parmağını gezdirip onu denedi. Daha sonra bıçağı tekrar yerine koydu. Marius de cebindeki tabancayı çıkardı ve tetiği kaldırdı. Bu arada silah bir tıkırtı çıkardı, Jondrette yerinde doğruldu:

      “Kim var orada?” diye seslendi. Marius soluğunu tuttu. Jondrette bir süre daha kulak verdi ve gülerek şöyle söylendi: “Ne aptalım, duvardaki tahtalar çatırdamıştır.”

      Marius elinde silahla beklemeye koyuldu.

      XVIII

      Marius’ün İki Sandalyesi Yüz Yüze

      Birden oldukça uzaktan gelen bir çanın titreşimleriyle camlar zangırdadı. Kilisenin çanı saat altıyı haber vermişti. Jondrette her darbeyi başını sallayarak dinledi. Altıncıda eliyle mumunu söndürdü. Daha sonra odada dolanmaya başladı. Koridoru dinlemek için kulağını kapıya verdi, kendi kendine homurdandı: “Tanrı’m, umarım gelir. Ya gelmezse!” Daha sonra gelip sandalyesine çöktü. Henüz oturmuştu ki kapı açıldı. Madam Jondrette kapıyı açmış, müthiş bir şekilde gülümsüyordu.

      “Girin efendim.” dedi.

      “Girin, hayırseverim.” diye tekrarladı Jondrette, aceleyle ayağa kalkarak. Mösyö Leblanc kapıda göründü. Onu benzersiz şekilde saygıdeğer kılan bir dinginlik havası taşıyordu. Masanın üzerine dört altın koydu.

      “Mösyö Fabantou.” dedi. “Bu sizin kiranız ve en acil ihtiyaçlarınız için. Gerisini bundan sonra biz hallederiz.”

      “Tanrı size mukabele etsin, benim cömert velinimetim!” dedi Jondrette.

      Ve hızla karısına yaklaştı:

      “Arabayı hallet!”

      Kocası bol bol selam verirken ve Mösyö Leblanc’a oturması için sandalye uzatırken o sıvıştı. Bir an sonra geri döndü ve kocasının kulağına şöyle fısıldadı:

      “Hallettim.”

      Sabahtan beri yağan kar, yerleri o kadar kaplamıştı ki arabanın tekerlek sesleri işitilmiyordu. Ne geldiğini duymuşlardı ne de gittiğini. Bu arada ihtiyar adam oturmuştu. Jondrette de karşısındaki sandalyeye oturdu. Okurun bir düşünce edinmesi için, manzarayı size biraz detaylıca anlatmak isteriz.

      Tenha bir mahalle, dondurucu bir gece, Salpêtrière Mahallesi’nin karla kaplı bomboş arsaları, arada bir görünen gece fenerlerinin boğuk ışıkları; hiç kimsenin dışarıda olmadığı ıssız bir yerdi burası. Bütün bu sonsuzluklar arasında, Jondrettelerin işte o virane, tek bir mumun aydınlattığı odaları bulunuyordu. Odada yüz yüze oturan iki erkek. Sakin ve huzurlu ihtiyar, hain ve can alıcı Jondrette. Bir köşede dişi kurt gibi duran Madam Jondrette ve duvarın diğer tarafında tek bir kelimeyi kaçırmak istemeyen, bütün ruhunu göz ve kulaklarında toplamış, eli tetikte bekleyen Marius.

      Marius biraz korkmuş olsa da kendi adına korkmuyor, içinden sürekli aynı sözleri tekrarlıyordu: “İstediğim anda o alçağı durdurabilirim. Onun adama zarar vermesini önleyebilirim.” Polislerin bir yerlerde pusu kurduklarını, ondan işaret beklediklerini biliyordu. Aynı zamanda ihtiyar ile Jondrette’in konuşmalarının kendisi için de iyi olacağını düşünüyordu.

      Buna ek olarak, Jondrette ve Mösyö Leblanc arasındaki bu şiddetli karşılaşmanın, bilmek istediği her şeye biraz ışık tutacağını umuyordu.

      XIX

      Karanlık Derinliklerin İşgali

      İhtiyar oturur oturmaz boş şiltelere bir baktı: “Zavallı küçük yaralı nasıl?” diye sordu.

      Jondrette yürek yakıcı ama minnet dolu bir gülümseyişle:

      “Ah, çok kötü velinimetim!” dedi. “Ablası onu pansuman için

Скачать книгу